3 Nisan'04
Sayı: 2004/05


  Kızıl Bayrak'tan
  28 Mart yerel seçimleri ve sonrası...
  AB emperyalistleri Bush ve savaş çetesinin izinde
  1 Mayıs'ın güncel çağrısı: NATO'ya geçit verme!
  1 Mayıs ve görevlerimiz
  Devlet terörüne karşı devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  Seçim sonuçlarının gösterdikleri...
  28 Mart yerel seçimleri üzerine
  Ekim'in Mart 2004 tarihli 235. sayısı çıktı...
  Arap Birliği zirvesi ertelendi
  NATO neden genişliyor?
  AB Zirvesi ve "terör gündemi"
  AB'nin doğuya genişlemesi ve Almanya'nın emperyalist dünya gücü olma çabaları
  BİR-KAR 3. Kongresi gerçekleştirildi...
  Ekim Gençliği'nden...
  Bu "büyüme" matah mı, sürdürülebilir mi?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Bu “büyüme” matah mı, sürdürülebilir mi?

En büyük ticaret ortağımız AB durgunluk yaşarken, Türkiye ekonomisinin sekiz çeyrek, yani 32 aydır büyüyor olması, önemli ve üzerinde durmayı gerektiren bir gelişme.

2001 yılında yaşanan tarihi yüzde 9.5’luk küçülmenin ardından 2002’de yüzde 7.8, 2003’te ise yüzde 5.9’luk büyüme yaşandı. 2004 hedefi ise yüzde 5. Acaba gerçekleştirilen iki yılın büyümesi ne anlam taşıyor ve bu tempo 2004 ve izleyen yıllarda sürebilir mi, yani bu büyüme matah bir büyüme mi ve de sürdürülebilir mi?

Kişi başına gelir arttı mı?

Hemen belirtelim ki, yüzde 8, yüzde 6 gibi kulağa dolgun gelen okkalı büyüme rakamlarına karşın, Türkiye ekonomisi, üç yıl geçmesine karşın 2000’deki üretim gücünün pek üstüne çıkabilmiş değil. 2000’de 1987 fiyatlarıyla 119 trilyon TL olan GSMH, 2003’te sadece 123 trilyon TL. Yani üç yılda yüzde 3,5 dolayında bir artış var. Ama bir de nüfus artışı var. Yılda yüzde 1,5 dolayında artıyor nüfus. Onu da dikkate aldığımızda kişi başına gelir açısından pek de matah bir büyüme yaşanmadığını görüyoruz.

Öncelikle, kişi başına geliri dolar ile ifade etmenin kendini kandırmak olduğunu belirtelim. Dolar değeri ile 2002 yılında kişi başı gelir 2.598 dolar idi, 2003 yılında 3.383 dolar oldu. Dolar rakamına bakılır ise kişi başına yüzde 30.2 bir gelir artışı var. Milli gelir yüzde 5.9 artarken böyle bir şey olur mu? Olmaz, bu yanılsamayı bir kenara koyalım ve pek kullanmayalım.

Güngör Uras’ın belirttiği gibi, önemli olan sabit fiyatlarla (enflasyondan arındırılmış) Türk lirası kişi başı gelir göstergesidir. 1987 yılı sabit fiyatlarıyla geçen yıl ortalama 1.670.000 TL olan kişi başı gelir 2003 yılında yüzde 4.2 artış ile (nüfus artışı nedeniyle kişi başı gelir milli gelir artışından daha düşüktür) 1.741.000 TL’ye yükseldi. Sabit fiyatlarla kişi başına milli gelir kriz öncesinin, yani 2000’deki 1.766.000 TL’nin gerisinde.

Büyümenin kaynakları

2003’teki büyüme ile 2002’deki büyümenin farkına da parmak basmak gerekiyor. 2002’deki yüzde 7.8’lik büyümede, stoka üretim ve ihracat, büyümenin ana lokomotifleri idi. 2003’teki büyümede ise yavaş yavaş iç talebin, büyümede önem taşıdığını ve bu eğilimin 2004’e taşındığını görüyoruz. Ancak, bu ne kadar sürdürülebilir bir eğilim, bunu da tartışmalıyız.

2003’teki büyümede, özellikle ikinci yarıda özel tüketim harcamalarının arttığını ve 2000’deki düzeyine yaklaştığını görüyoruz.

Yine özel yatırımlarda dikkate değer bir kıpırdamanın başladığını fark ediyoruz. 21 aydır küçülen inşaat sektörünün ilk kez son çeyrekte büyümeye geçtiğini ve bu eğilimin 2004’ün ilk çeyreğinde de sürdüğünü görüyoruz.

Özetle 2002’de başlayan can havliyle ihracata ve stoka dönük üretimden kaynaklanan büyüme, 2003’te iç taleple beslenmeye başlamış görünüyor.

Özel tüketim ve yatırımdaki kıpırdamaya karşılık, devletteki tüketim ve yatırım harcamalarında, “IMF’nin mali disiplini” gereği, fazla bir hayat belirtisi yer almıyor.

İhracata dönük büyümenin “ne menem” bir büyüme olduğunu da anımsatalım. Bu, tamamen, önce yüksek oranlı devalüasyondan, sonra, iyice geriletilmiş reel ücret avantajından ve insafsızca yapılmış tensikatlardan (işten çıkarmalar) rekabet gücü bulmuş bir büyümedir. Kısaca emeğin sırtına acımasızca basılarak gerçekleştirilmiş, “yoksullaştırıcı bir büyüme”dir iki yıldır yaşadığımız. Hem gelir dağılımını iyice bozmuştur hem de istihdam yaratmamış tersine, işsizlik üretmiştir. Çarkları döndürebilmek için de hem ihracatta hem de turizmde fiyat kırarak, yoksullaşarak, düşük kar marjlarıyla yaşayan bir “büyüme” gerçekleşmiştir.

Bu 32 aylık büyüme temposunun, ne tür bir “dış kaynak” ilişkisi ile yürüdüğünü de analize katmak gereklidir. Çünkü, değirmenin suyu buradan gelmektedir ve şu soru sorulmaldır: Bu su daha ne kadar gelecektir?

Dış dünya ile gerçekleştirdiği cari işlemler sonucunda Türkiye hem 2002’de hem de 2003’te açık verdi; ancak geçen yıl bu açık dört buçuk kat artarak 7 milyar dolara yaklaştı. Korkut Boratav’ın dikkat çektiği gibi, 2000’deki 9.8 milyar dolarlık açığı saymazsak bu rakam bir rekordur. Dış açıklardaki bu hızlı artış, 2004 için kötü sinyaldir. Geçmişi hatırlatalım: 1993 ve 2000’de cari işlem açıkları 6-7 kat büyümüş ve 1994 ile 2001’deki krizleri hazırlamışlardı. Gerçi, 2003’teki açık, bu boyuta ulaşmış değil, ama yine de alarm vericidir.

2003’te, özel tüketim ve yatırım harcamalarındaki artışa dikkat çektik. Bu harcamanın kaynağı nereden geliyor? Bunun için Boratav’ın Cumhuriyet’te mart ayında yer alan yazılarındaki dış ödemeler dengesi analizini hatırlamak gerekiyor.

2003’te Türkiye 4 milyar dolarlık rezerv biriktirmiştir. Cari işlem açığı ile birlikte 10.8 milyar dolara ulaşan döviz gereksiniminin (yaklaşık) yarısı sermaye giriş-çıkışlarının net bilançosundan, diğer yarısı ise “net hata/noksan” kaleminden sağlanmıştır. Ödemeler dengesinin bu “esrarengiz” kalemine “ kayıt dışı sermaye hareketleri” de denebilir. Buna göre 2002’nin ilk dokuz ayında, kayıt dışı sermaye hareketlerinin net bilançosu sıfıra yakın iken 2003’te, bu kalem de bir rekor kırarak 5 milyar dolar eşiğini aşmıştır.

İşte, 2003’te yüzde 6’ya yaklaşan büyüme hızının ardında bu net sermaye girişlerindeki artışı gözlüyoruz. Yerli, yabancı, kayıt içi, kayıt dışı sermaye giriş ve çıkışlarının tümünün bilançosu 2002’de 7.7, 2003’te yaklaşık 11 milyar dolara ulaşmaktadır. Sermaye hesabında iki yıl arasında gerçekleşen 3.3 milyar dolarlık artış, toplam talebi genişletici doğrultuda katkı yapmış; 2001 krizini izleyen ikinci yılın da yüksekçe bir büyüme ile kapanmasına katkı yapmıştır.

Sürdürülebilir mi?

Ama gelin görün ki, 2003’teki büyümeye can veren bu büyük miktarın kaynağı belirsizdir; sürdürülme olasılığı ise çok zayıftır. Şimdi, önemli ama tekrarı şüpheli bir durumla karşı karşıyayız: Kaynağı belirsiz çok büyük boyutlu sermaye girişleri, döviz fiyatlarını aşağıya çekmekte; ucuzlayan döviz büyümeyi tetiklemekte, ama bu arada dış ticaret açığının büyümesine de yol açmaktadır.

Toparlayacak olursak, 2002’de yabancı kökenli sermaye girişlerinde en büyük pay 6.4 milyar dolarla IMF kredilerinindi. 2003’te IMF’nin net katkısı olmadı ama en önemli kaynak, 5 milyar doları aşan kayıt dışı sermaye girişi oldu ve büyümede de bu kaynak etkili oldu.

Gelelim sorumuza: 2002’de IMF kaynaklarıyla, 2003’te de “esrarengiz” sermaye girişleriyle dönen bu çark, gerçekleşen bu büyüme, 2004’te sürdürülebilir mi?

Korkut Boratav diyor ki, “2004’ten başlayarak üç yıl içinde IMF’ye 25 milyar dolara yakın ödeme yapılacaktır, dolaysız yatırımlarda hayat yoktur. Sıcak para için çok elverişli olan 2003’teki faiz ve kur hareketlerinin bir yıl daha tekrarı çok güç görünüyor. Ağır siyasi koşullara bağlı ABD kredileri de, giderek gündem dışına çıkmaktadır.”

Geriye ne kalıyor? IMF’den anlayış istemek, AB’den yabancı doğrudan yatırım ummak. Esrarengiz sermaye girişlerinin -nasıl olacaksa- devamını sağlamak.
Şimdi siz yanıtlayın: Bu büyüme matah mı ve sürdürülebilir mi?

İÇ TALEPTE GELİŞME: 2000-2003(1987 Fiyatları ile milyar/TL)
Yıllar Özel Devlet tük. Tüketim Özel yatırım Devlet yat. Toplam
2000 80.935 10.384 24.531 8.634 24.481
2001 73.522 9.425 15.993 6.733 105.673
2002 74.893 9.939 15.207 7.325 107.364
2003 79.862 9.696 18.300 6.481 114.339

Mustafa Sönmez
(Ekohaber.net)