3 Nisan'04
Sayı: 2004/05


  Kızıl Bayrak'tan
  28 Mart yerel seçimleri ve sonrası...
  AB emperyalistleri Bush ve savaş çetesinin izinde
  1 Mayıs'ın güncel çağrısı: NATO'ya geçit verme!
  1 Mayıs ve görevlerimiz
  Devlet terörüne karşı devrimci dayanışmayı yükseltelim!
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  BDSP seçim çalışması değerlendirmesi...
  Seçim sonuçlarının gösterdikleri...
  28 Mart yerel seçimleri üzerine
  Ekim'in Mart 2004 tarihli 235. sayısı çıktı...
  Arap Birliği zirvesi ertelendi
  NATO neden genişliyor?
  AB Zirvesi ve "terör gündemi"
  AB'nin doğuya genişlemesi ve Almanya'nın emperyalist dünya gücü olma çabaları
  BİR-KAR 3. Kongresi gerçekleştirildi...
  Ekim Gençliği'nden...
  Bu "büyüme" matah mı, sürdürülebilir mi?
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
28 Mart yerel seçimleri ve sonrası...

Seçim sonuçları üzerinden yapılan
kirli hesaplar

Seçimlere katılan partilerin önde gelen temsilcilerinin yorum ve açıklamaları dikkate alınırsa, 28 Mart yerel seçimlerinde kaybeden parti yok. Bunun tek istisnası, beklentilerine karşılık bulamadıklarını itiraf eden SHP ve SHP çatısı altında güçbirliğine giden reformist partiler. Ecevit bile yüzde 2 oranında oy alan DSP’nin umut olmaya devam ettiğini öne sürdüğüne göre, ya rakamlar yalan söylüyor ya da başarı ölçütleri bir hayli değişmiş bulunuyor. Bir diğer olasılık ise, ortada başka hesapların olmasıdır. Zira abartılı ve kasıtlı bir takım yorumlarda bulunanlar yalnızca bu ortaoyunun figüranlarından da değil.

28 Mart yerel seçimlerinin net sonuçları ortadayken, bu sonuçları bir takım hesaplara dayanak yapmaya çalışanlar ağız birliği etmişcesine hummalı bir kampanya yürütüyorlar. Başını tekelci medyanın çektiği fakat farklı kesimlerden de bir dizi destekçi bulan bu kirli kampanyanın temel amacı, seçimlerin ortaya çıkardığı kısa erimli bazı verileri kullanarak istenilen bir siyasal tabloya ulaşmaktır. Bir başka ifadeyle, bir sonraki döneme vitrin hazırlamak, sermaye adına en uygun bir parlamenter seçenek, bir siyasal temsiliyet tablosu için estirilen rüzgara güç katmaktır. Bu nedenledir ki, bir takım sonuçları görmezden geliyor, seçim sürecinin ve seçim sonrasının toplumsal-siyasal koşullarını özenle değerlendirme dışı tutuyorlar. Örneğin 3 Kasım seçimlerinde yüzde 79 olan katılım oranının bu seçimlerde belediy başkanlığında yüzde 70, il genel meclisi seçiminde yüzde 76’ya kadar gerilemesi, 12 milyon seçmenin sandığa gitmemesi ilgi çekici bir veri sayılmıyor. CHP’nin aldığı sonuç “solun hezimeti” biçiminde sunulurken, oy oranlarını yüzde 9.5’ten yüzde 9.9’a taşıyan DYP ve yüzde 8.3’ten yüzde 10.4’e çıkaran MHP oldukça başarılı bulunuyor. Bu aynı şey, yüzde 4 oy oranını ttturan SP için de geçerli.

Kampanyanın ortak temalarından biri, sağın, özellikle de AKP’nin elde ettiği seçim “başarısı”nın abartılı biçimde parlatılmasıysa, bir diğeri, düzen solunun ve reformist solun uğradığı başarısızlığın sola ve emekçilere karşı bir saldırı kampanyasına dönüştürülmesidir. Herbirinin bir ucundan tuttuğu bu kampanyada ileri sürülen yorum ve iddialar birbirini tamamlamaktadır. “Toplum sağa kaydı, toplum soldan umudunu kesti, solun hezimeti, sol oyların yeni adresi AKP, etnik temele dayalı politikanın bir geleceği yok”, vb... Mevcut durum böylesi iddia ve yorumlara konu olunca, doğal olarak, hedefte kimlerin olduğunu, kampanyanın neye ve kime hizmet ettiğini, herkesin kazançla çıktığı bu seçimleri kimin kaybettiğini tahmin etmek de zor olmuyor.

Tasfiye ve terbiye operasyonunun bir parçası olarak
düzen içi sol muhalefet güçlendirilecek

Kuşkusuz ki bu seçimlerde umduğunu bulamayan CHP ve SHP gibi iki parti var. Öngünlerinde seçim sonuçlarını etkileyecek hiçbir gelişmenin olmaması, ortaya CHP açısından sürpriz olmayan olağan bir seçim aritmetiği çıkardı. Hatta 3 Kasım’dan bu yana yaşadığı gerilemenin makul sınırlarda kaldığı bile söylenebilir. Aynı şekilde, büyük umutlarla SHP çatısı altında güçbirliği oluşturan reformist partiler açısından da ortaya çıkan sonucun sürpriz sayılmaması gerekir. Seçim sonuçları, komünistlerin bu iki partinin elde edeceği sonuçlar konusunda önden yaptığı isabetli değerlendirmeleri doğrulamış bulunuyor.

Şimdi bu başarısızlık tablosu yeni bir işleme tabi tutuluyor. Mevcut kampanya, bu hesabın bir şekilde sonuçlarına vardırılmasına hizmet etmektedir.

Uğradığı hezimete türlü bahaneler arayan CHP bu kampanyayı kendisine karşı bir komplo olarak tanımlarken; reformist sol, merkezinde güçbirliğinin olduğu “solu ve Kürt hareketini tasfiye amaçlı bir operasyon”un parçası, “sola karşı bir infaz” olarak görüyor.

Gerçekte ise ortada ne dar anlamda bir infaz ve komplo var, ne de asıl hedef onlar. Bir yanıyla bu kampanya, solun ve Kürt hareketinin terbiye edilmesi operasyonunun bir parçası ve devamıdır. Ancak, infaz bir yana, düzen solunun ve reformist solun, solun tek adresi olarak öne çıkarılması öteden beri amaçlardan biridir. Fakat asıl amaç, reformist ve düzen solunun başarısızlığını emekçiler nezdinde solun prestijini yıpratmak için etkili biçimde kullanmak, aynı anlama gelmek üzere sahte bir sol alternatif yaratarak düzene yönelecek tepkilere bir barikat örmektir. CHP ve Güçbirliği sadece bu amaç için kullanılan birer araç, seçim başarısızlıkları ise bir fırsattır. Asıl hedefin bu partilerin bitirilmesi olmadığının en dolaysız kanıtı, her iki partinin birleşmesi durumunda “sol”un bir çekim merkezi olarak daha güçlü bir tmsil olanağına kavuşacağı yönünde yapılan özel vurgular, telkinler ve bu yöndeki basınçtır.

Nitekim bu basınç şimdiden sermayenin arzuladığı etkiyi yaratmış bulunuyor. Şimdiye kadar birleşmeye ayak direyen CHP, iç muhalefetin de etkisiyle Kürt sorununu, iki temel konudan biri olarak gündemine aldı. Yakında yapılması planlaan kurultayda bir diğer temel gündem maddesi de sol ittifak meselesi. EMEP başkanı Levent Tüzel ise, bu basıncın etkisiyle yaptığı “seçimin tek mağlubu TBMM’de muhalefet görevini yapmadığı gibi halkın beklentilerine sırt çevirerek Demokratik Güçbirliği’ne yanaşmayan CHP olmuştur” açıklamasıyla, birleşmek dışında bir şanslarının olmadığını bir kez daha yineledi.

Alınan bu sonuç bir iç hesaplaşmaya konu edilmeyeceğine göre, seçim yenilgisinin berraklaştırdığı bu gelişmelerden sonra işin hangi boyutlara varacağını kestirmek hiç de zor değil. DEHAP’ın SHP çatısı altında seçimlere girerek attığı adım, süngüsü düşen reformist partilerin gittikçe kabaran parlamenterist iştahı, çok büyük bir sürpriz olmazsa ilk seçimlerde meyvelerini daha geniş bir sol birlik şeklinde verecektir.

AKP’nin başarısının sınırları

Karşısında ciddiye alınır bir muhalefetin olmamasının yanı sıra sermayenin ve medyanın verdiği özel destek, manipülatif anketler, savurduğu tehditler ve dağıttığı seçim rüşvetleri, yerel seçimlerin kendine özgü başka dinamikleri de düşünüldüğünde, AKP’nin beklenenin altında bir oy oranı (yüzde 41.6) aldığı bile söylenebilir. Meydanı boş bulan AKP’nin en büyük şansı hiç kuşkusuz ki, henüz yeterince yıpranmamış olmasıydı. Emperyalist savaşa alet olmanın faturasını bile şimdilik çok ucuz biçimde atlattı. Yanı sıra peşpeşe yaşanan krizlerin ardından, bütün faturası işçi ve emekçilere çıkarılan ekonomideki nispi büyüme de bu yıpranma sürecinin ağır seyretmesinde bir diğer temel etkendir. Bu aynı dönemde çıkardığı kölelik yasasına rağmen ciddi bir sınıf tepkisiyle kaşılaşmaması, tepki çeken YÖK, Kamu Yönetimi Reformu, türban vb. konulardaki düzenlemelerin bir kısmını seçim sonrasına bırakmasını da tüm bunlara eklemek gerek.

Henüz yıpranma sürecinin başlarındaki bir AKP’yi bundan sonra bekleyen akıbet, yakaladığı bu zirveden adım adım aşağıya düşmektir. Herşeye rağmen bunun kendiliğinden varacağı alt sınırlar bellidir. Eğer işçi ve emekçiler, bu aynı süreci pasif biçimde izlemekle yetinirlerse, kazananı baştan belli olan bir seçim oyununda oyla sınırlı tepkilerin yeniden başka adreslere yönelmesi dışında bir sonuç beklenmemelidir. Üstelik mevcut konumuyla AKP, bu düşüşü belli ölçülerde frenleyecek politik olanaklardan tümden yoksun da değildir. En kötü durumda düzenin sol kulvarında biriken olanakları kullanma olanağı, sermaye iktidarının bir başka seçeneğidir. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, sermayenin elinde bu cephede fazlasıyla olanak var.

Fakat sorun bu dar alana sıkıştırılarak ele alınamaz. Burjuva temsiliyet sistemi, parlamenter yapı ve işleyiş ve bu alana yansıyan sorunlar, çelişkiler vb. mevcut siyasal tablonun yalnızca bir yanını, üstelik de en yanıltıcı ve en kaygan yanını oluşturmaktadır. Sorun da çözüm de bu parlamenter sınırların dışında, sınıf mücadelesinin dolaysız biçimde sürdüğü, çelişkilerin en açık biçimde boy verdiği alanlardadır. İşçi ve emekçileri düzene bağlamanın, tepkileri düzen içine kanalize etmenin bu olanakları, devrimci temellerde gelişen güçlü bir sınıf ve kitle hareketi yaratılmaksızın sermayenin elinden alınamaz.

Komünistler, meselenin bu en temel ve en ilkesel yanını bir an için akıldan çıkarmaksızın seçimleri devrimci bir tarzda ve en etkili bir şekilde kullanmak yönünde yaptıkları vurguyu, bugünkü koşullarda başarılı sayılabilecek bir çalışmayla tamamlamış bulunuyorlar. Bu zorlu dönemeçlerde alınan mesafeler, biriken olanak ve deneyimler, sınıfı ve mücadeleyi kazanmanın da güvencesidir. İşçi sınıfı geleceğini, bu biricik devrimci alternatife güç vererek kazanacaktır.