Geçtiğimiz aylarda, Almanya başbakanı Schröderin inisiyatifiyle, Fransa ve İngiltere devlet başkanları başkent Berlinde biraraya geldiler. ABnin bir süper ekonomik güç olarak örgütlenmesi konusunda fikir alışverişinde bulundular. Ortak bir açıklama yapan Schröder, AB düzleminde ekonomik aktiviteleri koordine edecek, daha doğrusu sermayenin kendini yeniden üretmesinin eşit koşullarını birliğin bütününde sağlayacak bir komiserin görevlendirilmesi üzerinde mutabakata vardıklarını duyurdu. Neden diğer AB devlet başkanlarının çağrılmadığı sorusu ise, ekonomik güç olarak büyük ülkelerin aralarında görüşmeleri doğaldır cümlesiyle yanıtlandı. Bu buluşma birçok ülke tarafından iki AB oluşturma çabası olarak tepkilere yolaçtı.
Yaşanan gelişmelerin anlaşılması için ABnin doğuya genişlemesine bakmak gerekiyor.
ABnin doğuya genişlemesinin ana motorunun, doğu pazarlarını denetleyen büyük tekelci gruplar olduğu biliniyor. Anti-komünist histeri eşliğinde Doğu Blokunun eski üyeleri Sovyetler Birliğinin etki alanından kurtarılarak ABnin sosyo-ekonomik ve politik entegrasyonu kapsamına alındı. 370 milyon nüfusu ile emperyalist bir devletler topluluğu olan AB, Mayıs 2004ten itibaren yeni üyelerle 450 milyon nüfuslu bir güçbirliği olacak.
Eski Doğu Bloku ülkelerinin ABye üyelikleri 15 yıl sürdü. Bu ülkelerin sanayi ve tarımı özelleştirilerek yabancı sermayenin denetimine girmesi için bu sürenin geçmesi gerekti. Gelinen yerde bu ülkelerin ekonomilerinin %70-80i özelleştirilmiş durumdadır.
Emperyalizm çağında kapitalist ülkelerin ekonomik gelişmesi sıçramalı ve eşitsiz bir biçimde olur. Eşitsiz gelişme bu güçlerin dünyanın yeniden zorla bölüşülmesi mücadelesine hızla girmelerine yol açar. Yeni güç dengeleri ilişkilerin yeniden biçimlendirilmesini zorunlu kılar. Rakip güçler bu süreçte birbirlerini yıpratmak, etki alanlarını genişletmek için acımasız bir mücadele sürdürürler. Güç ilişkileri bir kez değiştikten sonra emperyalistler arasında bu çelişkiyi çözmek için zora başvurmaktan başka bir yol yoktur der Lenin. Bu gelişmeyi en somut biçimiyle ABnin, daha doğrusu Almanyanın emperyalist bir güç olarak yükselmesi üzerinden görebiliriz. AB ile ABD arasında ilk açık çelişki Irak savaşı sürecinde yaşandı. Çıkar çatışmaları nedniyle Almanya ve Fransa ABDnin sözünü dinlemek istemiyordu. Ekim 03 yılında Madridte yapılan yardım konferansında bu ülkeler maddi bir katkıda bulunarak ABDnin yükünü hafifletmeye yanaşmadılar. AB uzun tartışmalar sonucu ancak 200 milyon Euro vermeyi kabul etti, ki bu yardımı Güney Kore tek başına veriyor.
Bazı verilere bakıldığında ortaya şu tablo çıkıyor: Almanya 1.8 milyon dolar GSMH ile dünyanın üçüncü büyük ekonomik gücü durumunda. Ağustos 03 tarihinde ABDyi geride bırakarak, dünya ihracatında %10.5lik pay ile ilk sırada yer aldı. Alman tekelleri artan bir özgüvenle artık ABD ile eşit koşullarda hareket eden bir ABden sözetmeye başladılar. Deutsche Bank sözcüleri ABDnin gölgesinden kurtulma sırasının geldiğini açıktan savunuyorlar.
Leninin eşitsiz kapitalist gelişme ve güç dengelerinin yeniden biçimlendirilmesi üzerine söyledikleri hatırlanmalıdır. Almanya Doğu Blokunun dağılmasından en kârlı çıkan emperyalist güçtür. Doğu Almanya tam bir sömürge gibi tasfiye edilmiştir. Almanyanın bugün ABye 1 Mayısta resmi olarak üye olacak ülkelerle ticaret hacmi %40 oranındadır. Doğu Avrupaya giden yabancı sermaye yatırımlarının %25inden fazlası Alman tekellerince gerçekleştirilmektedir. Almanya, Çek Cumhuriyeti ve Rusyanın en büyük ticaret müttefiğidir. Yıllık ticaret hacmi 25 milyar Euro düzeyindedir.
Bazı sektörlere bakıldığında şu tablo ortaya çıkmaktadır: Polonya bankalarının %95i Alman ve İngiliz finans sermayesi tarafından denetlenmektedir. HypoVerenisbank Doğu Avrupada bankacılık alanının %10unu denetiminde bulundurmaktadır. Deutsche Bank hemen bütün bu ülkelerde bankaların önemli kısmını elinde tutmaktadır. Commerzbank BDTnin bütün ülkelerinde en önemli tekel konumundadır. Kısacası Doğu Avrupada Alman bankaları egemenlik kurmuş durumdadır.
Benzer durum enerji sektöründe de görülmektedir. Alman büyük enerji devi RWE Çek Cumhuriyetinde gaz pazarının tümünü denetlemektedir. Transgazın %97 oranındaki payının alınmasının ardından RWE Batı Avrupaya Rus doğal gazını sağlamış oluyor. Ayrıca RWE Slovakyada elektiriğin %22sini elinde bulunduruyor. Polonyada ise STOENin %85lik payını alarak bu ülkenin enerji sektörünü denetimine almış, bu olay Polonya parlamentosunda büyük tartışmalara yol açmıştır. Bunun dışında Macaristan enerji kurumu EMASZın %56 payını alarak bu ülkenin enerji sektörünü de önemli oranda denetlemeye başlamıştır. Alman enerji tekeli e.on da aynı yayılmacı stratejiyle Doğuda enerji sektöründe önemli bir güç olmuştur. 2002 yılında Slovakyanın önemli enerji kurumlarını ele geçirmiştir.Deutsche Telekom, ortaklık katılımlarıyla Çek, Macaristan, Polonya, Makedonya, Hırvatistan ve Slovakya telefon şebeklerini önemli oranda denetimine almıştır.
Aynı gelişme medya alanında da yaşanmıştır. WAZ, Passauer Neu Presse ve Bertelsmann Doğu Avrupa medya pazarının önemli kısmını elinde tutmaktadır. Hırvatistan gazetelerinin %70i, Bulgaristan gazetelerinin %75i WAZ medya tekeline ait. Passaue New Presse Çek Cumhuriyeti görsel medyasının % 90nını, Bertelsmann Macaristanın en önemli günlük gazetelerini denetlemektedir.
Sırbistanın en önemli ticari müttefiği de yine Almanyadır.
Çin ile ekonomik ilişkileri Almanyaya diğer rakipleri karşısında yeni kapılar açmıştır. 2003ün ilk yarısında Çine ihracat %50 oranında artış göstermiştir. Ekim 03te Çini ziyaret eden başkan Schröder, bu gelişmeyi, ilişkilerde yeni bir nitelik sıçraması olarak nitelemiştir. Nitekim aynı süreçte otomobil ihracatında %100 bir artış yaşanmıştır. Çin, VW otomobil tekeli için en önemli yatırım ve pazar alanı konumuna gelmiştir.
İran Almanya için bir diğer önemli pazar alanıdır. İran, Thyssen Krupp Stahl, Siemens ve MAN tekelleri için otomobil ve makine üretiminde önemli bir pazardır. Ayrıca İran dünya gaz rezervlerinin %16-18ine sahip ve jeo-stratejik açıdan önemli konumda olan bir ülkedir. AB dışişleri bakanları, de Villipen, Fischer ve Straw, ABDnin tepkisi nedeniyle, atom üretiminin denetime açık tutulması konusunda İranı ikna etmişlerdir.
Ekonomik yayılmacılığın militarizm eşliğinde sürdürülmesi emperyalizmin doğasıdır. 2000 yılında Nizza Anlaşmasıyla AB anayasasının bir askeri müdahale gücünü zorunlu kılması, bu militarist gücün dünya sahnesinde yerini almasının ilk önemli adımdır. Anlaşmada bu müdahale gücü için 60 bin asker, 400 savaş gemisi öngörülmüştür. AB militarist bir güç olma yolunda ilerlemektedir. Almanya bu süreçte en önemli rolü üstlenmiş bulunmaktadır. Çıkarlarının Balkanlarda, Hindukuşta ve dünyanın başka yerlerinde savunulmasını bir stratejik konsept olarak gündeme getirmesi onun için bir zorunluluktur.
Almanya daha önce sınanmış bir araca da başvurmaktadır. 90 yılında Polonya ile, Alman azınlığın kültürel haklarının korunması temelinde bir anlaşma sağlanmıştır. Zira Alman azınlıkların korunması II. Dünya Savaşı sürecinde önemli bir işlev görmüştür. Aynı gelişme Makedonyada da yaşamıştır. Azınlıkları koruma Almanyanin hegemonya stratejisinde her dönem önemli bir rol oynamıştır.
ABnin genişlemesine ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan Almanya tarafından biçim verilmesi emperyalist güçler arası çatışmaları daha da derinleştirecektir. Doğuya genişleme, hegemonya mücadelesine yeni bir ivme kazandıracaktır.