23 Ağustos '03
Sayı: 33 (123)


  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
  İşte en ağır enkaz: Çürümüş düzen, kokuşmuş devlet...
  "Meşruiyet" değil emperyalist saldırganlık!
  KESK yönetimi ve görüşme süreci üzerine...
  Toplu görüşme oyunu değil, genel grev-genel direniş!
  Büyükdemir direniş deneyimi...
  Gücümüz birliğimizdir! Direnmek kazanmaktır!
  Hacı Bektaş Şenlikleri'nde etkin kitle çalışması...
  İlk adım atıldı, beş bin emekçi ve gençten söz alındı...
  Onurlu aydınlar ve sanatçılar gençliğin sözünün arkasındalar!
  Kampanya çalışmamızdan izlenimler...
  Kamuda tasfiye saldırısı ve devrimci görevler
  "Ulusal çıkarlar" değil işbirlikçi sermayenin çıkarları
  Irak'ta direniş büyüyor...
  Emperyalist barbarlık direnişin yayılmasını engelleyemiyor!
  Siyonistlerden iki yüzlü manevralar...
  Deneyimlerden öğrenmeliyiz
  Sınıf hareketindeki son gelişmeler
  Bültenlerden...
  Neyin "yol haritası"?
  3. Bir-Kar Gençlik Kampı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Irak’ta direniş büyüyor....

ABD emperyalizmi içinde debelendiği
bataktan çıkış arayışında

Irak’ı işgal ederek bu ülkenin zenginliklerine uzun vadeli el koymak isteyen, iktidara oturtmayı hesapladığı bir kukla rejim aracılığı ile stratejik bir üsse dönüştürmeyi planlayan ABD emperyalizminin hayallerini. kursağında kaldığının ve üstelik içinden çıkılmasının kolay olmayacağı bir çıkmaza saplandığının kanıtları gün geçtikçe artmaktadır. Direniş eylemlerinin kazandığı yetkinlik düzeyi ve düzenlilik seyri, Basra isyanının gösterdiği gibi kitlelerinin işgal kuvvetlerine karşı patlak veren tepkisi, Şii yerleşim birimlerinde de yer yer patlak veren gerilimler, Irak’ın kendileri için “bir cehennem.” dönüşmeye doğru hızla yol aldığını gösteriyor. Birleşmiş Milletler Örgütü temsilciliğinin bulunduğu binayı hedefleyen eylem, ABD emperyalizminin, eğer kaçıp gitmezse, Irakta hızla batmaktan başka bir seçeneğinin olmayacağını kanıtladı.

BM temsilciliğinin kalbinden hançerlenmiş olması, bu kurumun yükselen yıldızı gözü ile bakılan ve bir bakıma Washington’un Mahmut Abbas’ı olan özel temsilcinin öldürülmüş olması, sadece direni dinamiğinin yükseldiğinin, yetkinleştiğinin göstergesi değildir. Bu eylemler, başkaları ile birlikte, beraberlerinde Irak halkının işgale karşı başlattığı direnişin derinliğinin ve yaygınlığının ölçeğini göstermektedir. Bunun da ötesinde, direniş hareketinin sadece işgal güçlerinin militarist yanını hedeflemediği, onlarla işbirliği içinde hareket eden tüm kişi, güç ve ku.umlara cephe açtığı anlaşılmaktadır. İngiliz güçlerinin güneyde kitlelerle iyi anlaştıkları iddia edilmekteydi. Günler süren Basra isyanı bunun tersini kanıtladı. Başka devletlerden gönderilecek gü&ccedi;lerin tampon işlevi görecekleri, Amerikan askerleri gibi saldırı hedefi olma şanslarının düşük olduğu sanılıyordu. Danimarka kontenjanı ilk kayıbını vererek, Irak halkının işgal güçleri arasında iyi ya da kötü ayr.mı yapmadığını gördü. BM Örgütü de işgal güçlerinin politikasını icra etmek için Irak’ta bulunuyor. Onun da özel bir muameleye tabi tutulmadığı ortaya çıktı. Nitekim, BM Güvnlik Konseyi ilk Körfez Savaşı’na uluslararası meşruluk mühürünü basmış, bu ülkenin halkını bir ekmeğe muhtaç bırakan ambargoyu büyük bir sadakatla uygulamıştı.

Bu gelişmeler karşısında acizliklerini gizleyemez konuma düşen işgal güçleri, başka bir alternatif bulamamanın sıkıntısıyla, hem kendi kendilerini kandırma hem de kamuoylarını oyalama çabası içindeler. Colin Powell ve Dışişle. Bakanlığı sözcüsü Richard Boucher, “Irak’ta istikrarı tesis etmek için ABD’nın dışında 31 devlettin ya asker göndererek ya da gönderme sözü vererek katkıda bulunduğunu ve ayrıca koalisyonda yer almaları için 14 başka devlet ile görüşmelerin sürdüğünü” iddia ediyorlar. Boucher’e göre “istikrar gücüne katılma sözü veren 31 devletten 27’sinin 21.700 as eri Irak’ta bulunuyor ve 4 tanesi de yakın bir gelecekte kontenjanlarını sevk edecekler”.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 20 Ağustos günü yayınladığı listeye göre Irak’a asker göndermiş durumda olan devletler şunlar: Arnavutluk, Azerbeycan, İngiltere, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka,.Dominik Cumhuriyeti, Salvador, Estonya, Gürcistan, Honduras, Macaristan, İtalya, Kazakistan, Letonya, Litvanya, Makedonya, Moğolistan, Hollanda, Nikaragua, Norveç, Polonya, Romanya, Slovakya, Güney Kore, İspanya ve Ukranya. Yakın bir gelecekte asker göndermeleri beklenen 4 devlet ise Moldavya, Filipinler, Portekiz ve Tayland’dır. Ancak yayınlanan bu son listenin zaman içinde bazı değişkiliklere uğradığı anlaşılıyor. 28 Temmuz tarihinde aynı kayna lar içinde Japonya’nında yer aldığı 30 devlet ismi sıralamışlardı. Bu kez Japonya’nın listeden çıktığı ve yerine Moldavya ile Filipinler’in eklendiği görülmektedir.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayınladığı listede İngiltere’nin alfabetik sıraya göre araya serpiştirildiği, örneğin Dominik Cumhuriyeti ile aynı kategoriye konulduğu görülmektedir. Oysa, Londr.’nın Irak’ta 16 bin ile 19 bin arasında değişen rakamlarla ifade edilen bir gücü bulunmaktadır. Bu rakam dışta tutulduğunda, Washington’un uşaklarının önemli bir bölümünün ortalama bir manga askerle temsil edildikleri ortaya çıkıyor. Bu durum, Beyaz Saray’ın Mart ayı başlarında yayınladığı bir başka listeyi, Irak’a saldırmak için seferber olan ama isimlerinin gizli tutulmasını rica eden devletleri ça¤.rıştırmaktadır. O listede kendilerine sorulmadan Güney Pasifik’in minik devletleri Solomon, Palau ve Marshall adalarına da yer verilmişti. Savaşa girmek üzere olduklarını ancak basın aracılığı ile öğrenen söz konusuadaların yöneticileri sert tepki göstermiş, Palau’nun ABD’deki elçiliğinden Rhinehart Silas, “Listeye konulmamız son derece küçük düşürücü. Neyimizle savaşa gireceğiz, hindist n cevizleriyle miı” diye sormuştu.

ABD bu tür listeler yayınlayarak, dünyaya ve özellikle de Amerikan kamuoyuna Irak’ta yalnız olmadığı izlenimi vermeye çalışıyor. ABD yöneticileri bu dış destek nakaratını sürekli canlı tutarak zaman kazanmaya &cc.dil;alışıyorlar. Teksas’taki malikhanesinde ara sıra açıklamalarda bulunmak zorunda bırakılan Bush, başta Polonya olmak üzere birçok devletten önemli güçlerin 4 Eylül’den itibaren Irak’a geleceklerini beyan etmekte ve bunun da Amerikan askerlerinin yükünün hafiflemesi anlamına geldiğini altını çizerek eklemektedir. Ama aynı zamanda çok iyi biliyorlar ki, mevcut koşullarda, vaad edilen böyle bir destek gelse bile.bu kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir. Umutlarını sürecin yönünü değiştirebilecek ölçekte olağanüstü bir gelişmenin yaşanmasına bağlamış halleri var. Çaresizlik içinde bekleyilerinden bu sonuç çıkıyor. Ara sıra Saddam Hüseyin’in yakalanması ile birlikte birçok şeyin halledileceğini söylüyorlardı. Saddam’ı yakalamak için terör estiren birliklerin bir komutanı ge&cced.l;enlerde Saddam’ın yakalanması ya da öldürülmesi durumunda da sonucun değişmeyeceğini itiraf etmek zorunda kaldı. Onun için, ABD emperyalizminin bu konumu Samuel Beckett’in “Godo’yu beklerken” isimli piyesinin bazı sahnelerini andırıyor. Ama Irak’ta ABD’nin büyük bir umutla beklediği Godo gelmeyecektir.

Amerikan basını, yönetimin ve Pentagon’un kendinden emin görünmeye çalışan ama asılsız oldukları gizlenemeyen bu tür açıklamalarını ihtiyatla kullanma ve başka kaynakların değerlendirmeleri ile konuyu ara sıra .engeleme ihtiyacı hissetmektedir. Önceki gün Rumsfeld yardım talep etmeye gittiği Honduras’ta yaptığı açıklamada, “ek güç ihtiyacı meselesinin Irak’ta görev yapan komutanlarlar tartışıldığını ve komutanların mevcut gücün yeterli olduğunu, ek bir takviyeye ihtiyaç duyulmadığını” belirttiğini iddia etti. Bu demektir ki, ABD’nin Irak’ta tasarladığı politikayı icra etmek için .imsenin katkısına ihtiyacı yoktur, yaşanan olaylar kısa sürede aşılacak geçici güçlüklerdir. Fakat, aynı anda basında yer verilen (muhtemelen askeri hiyerarşinin dışında yer alan bazı uzmanların) değerlendirmelerde, Iak’ta güvenliğin sağlanabilmesi için en azından 300 bin kişiden oluşan bir güce ihtiyaç olduğu belirtilmektedir.

ABD emperyalizmi bir taraftan Irak’ta karşılaştığı güçlükleri Amerikan kamuoyu nezdinde sıradanlaştırmaya, geçici sıkıntılarmış gibi göstermeye çalışırken, öte yandan da avazı çıktığı kadar.bağırarak yardım talebinde bulunmaktadır. BM temsilciliğine karşı düzenlenen eyleme, böyle bir talebin formüle edilmesine biraz kolaylık sağlar diye, ABD canla başla sarıldı. Olayı, terörizmin BM şahsında dünyaya yapılmış bir saldırısı, bir meydan okuma olarak tanımladı. Kofi Annan’ın Helsinki’den dönmesini sabırsızlıkla bekleyen Colin Powell, BM’yi ziyaretinde fırsat bu fırsattır dercesine “kim ne verebiliyorsa Irak’ın para ve aske e ihtiyacı var!” çağrısını yineledi.

Washington’un döne döne tekrarladığı bu çağrının esas muhatapları belli ve düzenli güncelleştirilen listede yer almıyorlar. Bunlar Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya’dır. Ancak, b.nlar aylardır ses çıkartmamakta, Washington’un çağrıları karşısında sağır numarası yapmaya devam etmektedirler. Washington’a göre, eğer Rusya, Çin ve Fransa yönetcileri isterlerse, Güvenlik Konseyi bünyesinde uzlaşarak Irak sorununun rahatsız edici yanlarını BM’ye devreder ve ABD’ye onurlu bir çıkış kapısı açarlar. Böylece, ABD Irak üzerinde politik, askeri ve ekonomik denetimini dilediği gibi s& uml;rdürürür, iç istikrar, asayiş gibi sorunlar da BM’nin genellikle yoksul ülkeler başta olmak üzere sağdan soldan devşireceği mavi bereli bir güce terkedilmiş olur.

Ancak söz konusu güçler pastadan pay almadan böyle bir pazarlığa yanaşmamaktadırlar. ABD’nin yardımlarını talep ettiği devletlerin yöneticileri sıra ile tek tek Sergio Vieira de Mello’un katledilmiş olması.dan duydukları derin üzüntülerini ifade ettiler, çok ağır tanımlamalarla eylemi kınadılar, ama Washington’un taleplerini cevapsız bıraktılar. Daha açık ifade etmek gerekirse, Putin, Chirac, Schröder sanki danış.klı bir döğüşün aktörleri gibi, Irak’a ilişkin uluslararası sorunları bir kenara bırakarak kendi iç sorunlarıyla uğraşıyorlar. Bundan birkaç ay önce Ivanov zamanının önemli bir bölüm&.uml;nü Berlin ve Paris arasında mekik dokumakla geçiriyorlu. Schröder ya Berlin’de ya Paris’te ve ara sıra da Brüksel’deydi; Chirac’la Irak sorununu görüşmek için zirve düzenliyorlardı. Putn Paris’e geldi. Chirac iadeyi ziyarette bulundu. Bu yoğun diplomasi trafiğinin belli aşamalarında Chirac sistematik olarak açıklamalar yapıyor ve her defasında “savaşın seçeneklerin en kötüsü olduğu u, en son çare olması gerektiğini” tekrarlıyordu.

Bu gün bu diplomatik balenin aktörleri sahneyi terk ettiler. Zorunlu bir durum ortaya çıkmadıkça Irak sorunundan bahsetmiyorlar. Konu kendisini dayattığında özetle “meselenin uluslararası bir mutabakat çer&cc.dil;evesinde ve BM öncülüğünde çözülmesi gerekir” demekle yetiniyorlar. Ivanov Avrupa’ya bir defa geldi. Putin gelecek seçimleri garantiye alabilmek için yeni yetme Rus oligarşisinin bazı elemenlarıyla uğraşıyor, soruşturmaları örgütlüyor. Chirac sonbaharda yeniden patlak vermesi beklenen ve hatta bazı grev kararlarının şimdiden ilan edildiği emekçi kitle hareketini nasıl bir kez daha bastıralabilece&curr.n;inin hesaplarını yapıyor. Schröder daralma sürecinden çıkamayan Alman ekonomisine dinamizm kazandırmak için işçi-emekçilerin ve işsizlerin sosyal ve ekonomik haklarını budamakla meşgul. Kısacası, Irak konusunda bunar da Samuel Beckett’in Godo’sunu bekliyorlar. Bunların beklentisi ise ABD’nin batışına seyirci kalmak anlamına geliyor.