Kamu sendikaları ve hükümet temsilcileri ikinci kez biraraya gelerek görüşme masasına oturdular. Hükümet tarafından her ne kadar memur arkadaşlarının en iyi ekonomik ve sosyal şartlara sahip olmalarını istedikleri yönlü açıklamalar yapılsa da, bunun hiçbir maddi karşılığı olmadığı biliniyor. Çünkü sermaye iktidarının emperyalist sömürü sistemine göbekten bağımlı olduğunu, onların emir, istek ve dayatmaları dışında tek bir adım dahi atamayacağını gelinen yerde artık herkes biliyor.
Emekçilerin uğradığı ekonomik, sosyal ve demokratik hak kayıplarını çeşitli verilerle gözler önüne sermek mümkün. Ancak bugün emekçilerin yaşadığı sosyal yıkım; düşük ücretlerden alım gücünün gerilemesine, ek vergilerden çalışma şartlarının ağırlaşmasına, işsizlik tehdidinden sosyal hakların tırpanlanmasına kadar bir dizi alanda kendini gösteriyor. İşçi ve emekçilerin hergün günlük yaşamlarında hissettiği bu gerçeklik fazla söze gerek bırakmayacak kadar açık ve net.
Sermaye iktidarının ekonomik bağımlılığının nasıl kölece bir siyasal bağımlılığı getirdiğini belirtmek dahi gerekmiyor. Çankaya zirvesinde egemenlerin emperyalist saldırganlığa ve işgale ortak olmak için meşruiyet arayışı, bunun en son ve somut göstergesi. Gizli zirvelerde pazarlıkların çoktan yapıldığı ise malum. Göstermelik meclis tezkeresi ve Cumhurbaşkanını ikna turları ise kamuoyunu aldatmaya dönük manevralardan ibaret.
Basına yansıyan son gelişmelere göre, ABD ile Türkiye arasındaki görüşmelerin detayları belirginleşmeye başladı. Türkiyenin ilk etapta 10 bin asker göndermesi konusunda uzlaşıldı. Türk askerlerinin en riskli bölge arasında bulunan Bağdatın kuzeyinde ve batısında görev yapması isteniyor. Resmi ağızlar her ne kadar ABDnin Türkiyenin asker göndermesinin ekonomik maliyetini bir ölçüde telafi edebileceği taahhüdünde bulunduğunu belirtseler de, ABD-Türkiye arasında mekik dokuyan heyetler bunun pazarlığını da çoktan yapmış bulunuyorlar.
Hükümet ikinci tezkerenin Eylül ayının ortalarında mecliste görüşüleceğini söylüyor. ABDnin Türkiyeye sağlayacağı 1 milyar dolarlık hibe ya da 8.5 milyar dolarlık kredi konusundaki anlaşmanın 8 Eylülde ABDye yapılacak ziyaret sırasında imzalanabileceği yönlü açıklamalar, baş haydut Bushun verdiği bir demeçte askerlere hitaben, Omuzlarınızdaki asayiş yükünün sonbahardan itibaren müttefik kuvvetlerinin katkısıyla hafiflediğini göreceksiniz demesi, herşeyin çoktan bağlandığını gösteriyor. Tabii bunun stratejik uşaklık çervesinde şekillendiği ortada. Efendi, elini kolunu ekonomik yaptırımlarla bağladığı işbirlikçi ve uşak takımına git emri verdiğinde, uşağın gitmem diyebilme şansı yok. Batağa saplanmış işgal gü¸lerinin yerine emekçi halk çocuklarını aynı batağa sürme arsızlığını göstermek, bu uşaklığın boyutları hakkında bir fikir veriyor sadece. Ancak işbirlikçi bir sınıftan ve temsilcilerinden başka bir tutum beklemek de olanaksız. Efendi bu emri beş kuruş taahhütte bulunmadan da verebilirdi. İşbirlikçi uşak takımının buna da itiraz etme şansı yoktu. Çünkü çıkarlarını emperyalist efendilerinin çıkarlarına ba&curre;lamış bir sınıf gerçekliği duruyor karşımızda.
Ekonomik ve siyasal tablonun da gösterdiği gibi, işçi ve emekçileri ağır ve zorlu bir süreç bekliyor. Sosyal yıkım ve ağır çalışma koşullarına bir de ABD emperyalizmine jandarmalık eklenmiş durumda. Dışarda saldırgan bir politika izleyen sermaye iktidarı, içerde de buna eşlik edecek bir politika izlemeye hazırlanıyor. Son dönemlerde kolluk güçlerinin eylem ve direnişlere yönelik saldırıları, grev ve eylem yasaklamaları, gözaltı ve tutuklama terörü vb., devletin dozunu giderek artırdığı uygulamalar arasında. Buna en son kamu emekçilerine yönelik tehdit, baskı ve yasaklamalar eklenmiş durumda. Güvenparkta çadır açan KESK üyeleri polis ablukasına alındı. Ankara Valiliği, KESKin 23 Ağustosta Ankara Kızılay Meydanında yapacağı eylemin yasal olmadığını, eylemin gerçekleşmesi durumunda gerekli emniyet tedbirlrini alacağı tehdidini savurmuş bulunuyor.
Sermayenin, hem içerde uyguladığı baskı ve terörü geriletebilecek, hem piyon olarak Irak batağına göndermeye çalıştığı emekçi halk çocuklarının kan pazarlığını bozacak, hem de emperyalist işgale karşı direnen Ortadoğu halklarının yanında yer alarak savaşı durduracak tek güç, devrimci sınıf mücadelesini yükseltecek örgütlü bir işçi ve emekçi hareketidir. Bu anlamda yeni yeni filizlenmeye başlayan yerel ve mevzi direnişlerin sahiplenilmesi ve yaygınlaştırılması, kitlelerde biriken ve dipten dibe mayalanmakta olan tepkinin örgütlenmesi büyük önem taşımaktadır. Bu hedefle yürütülecek çalışmanın güç kazanması için öncü işçi ve emekçiler bu bakış ve bilinçle sürece müdahale etmek görev ve sorumluluğu ile karşı karşıyadır.
Sermaye saldırılarını iktisadi, sosyal ve siyasal alanda bir bütün halinde yöneltiyor. Emekçiler de taleplerini ekonomik, sosyal ve demokratik haklar bütünlüğü içerisinde yükseltmek, birleşik mücadele yürütmek zorundadırlar. Sendikal ihanet şebekesi, sendikalist-ekonomist bakış ve politikalarla sınıfın bilincini bulandırarak, taleplerini daraltarak, tepkisini manipüle ederek düzene hizmet ediyor. Sosyal yıkım politikaları azgınca uygulanırken, emekçi çocukları Irak batağına sürüklenirken, içerde dizginlerinden boşanmaya hazır bir devlet terörü bunlara eşlik ederken, işçi sınıfı ve emekçilerin tavrı üç kuruş alayım da sonra ne olursa olsun olamaz.
Kamu emekçileri böylesine önemli bir süreçte yeniden bir eylemlilik sürecinin içerisine girmiş bulunuyorlar. Ancak bu eylemlilik sürecine tabandan devrimci bir tarzda müdahale edilemediği koşullarda denetim sendikal ihanet şebekesinin elinde olacak ve tüm süreç hükümetle görüşme, uzlaşma adına pasifize edilerek denetim altında tutulmaya çalışılacaktır.
Kamu emekçileri, bu süreçte sınıfın diğer bölüklerinin taleplerini de sahiplenmek, emperyalist savaşa dur demek, sınıf dayanışmasını yükseltmek durumundadırlar. Bugün sınıf ve kitle hareketinde yaşanan durgunluk ve tıkanıklığın bir parça aşılması için ilk kıvılcımı çakmalıdırlar. Çıkarlarının eylem ve direnişte olan sınıf kardeşleri ve dünya halklarıyla ortak hareket etmekten geçtiğini bir an bile unutulmamalıdır. Dışarda saldırgan politikalara dur denilmeden, içerde devlet terörü geriletilmeden, saldırı yasaları püskürtülmeden, emperyalist savaşa karşı kararlı bir mücadele yükseltilmeden ne işten atmalar durdurulabilir, ne ücretler yükseltilebilir, ne de sosyal haklar korunabilir. Emekçiler bu bilinçle hareket etmeli, devletin oyunlarına, sendika yönetimlerinin ihanetine izin vermemelidirler.
Ancak bunu sözle ifade etmek yetmez. Direnişleri sahiplenmek ve büyütmek, sınıf dayanışmasının ve birleşik mücadelenin ete kemiğe bürünmesini sağlamak için yoğun bir pratik çaba sarfetmek gerekmektedir. Bunun ilk koşulu da kitleleri devrimci sınıf mücadelesine çekebilecek, sendikalar üzerinde denetim sağlayacak bağımsız taban inisiyatiflerinin yaratılmasıdır. Yasal ve fiili olarak dumura uğratılmış sendikal hak ve özgürlükleri kullanmak, saldırları püskürtmek ve hak kazanmak için genel grev-genel direniş sürecinin örgütlenmesi günün en acil ihtiyacı ve görevidir.