23 Ağustos '03
Sayı: 33 (123)


  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılara karşı birleşik örgütlü mücadeleyi yükseltelim!
  İşte en ağır enkaz: Çürümüş düzen, kokuşmuş devlet...
  "Meşruiyet" değil emperyalist saldırganlık!
  KESK yönetimi ve görüşme süreci üzerine...
  Toplu görüşme oyunu değil, genel grev-genel direniş!
  Büyükdemir direniş deneyimi...
  Gücümüz birliğimizdir! Direnmek kazanmaktır!
  Hacı Bektaş Şenlikleri'nde etkin kitle çalışması...
  İlk adım atıldı, beş bin emekçi ve gençten söz alındı...
  Onurlu aydınlar ve sanatçılar gençliğin sözünün arkasındalar!
  Kampanya çalışmamızdan izlenimler...
  Kamuda tasfiye saldırısı ve devrimci görevler
  "Ulusal çıkarlar" değil işbirlikçi sermayenin çıkarları
  Irak'ta direniş büyüyor...
  Emperyalist barbarlık direnişin yayılmasını engelleyemiyor!
  Siyonistlerden iki yüzlü manevralar...
  Deneyimlerden öğrenmeliyiz
  Sınıf hareketindeki son gelişmeler
  Bültenlerden...
  Neyin "yol haritası"?
  3. Bir-Kar Gençlik Kampı...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
“Ulusal çıkar” değil işbirlikçi
sermayenin çıkarları

Sermaye iktidarı Irak batağına asker göndermek için “meşruiyet” arayışını sürdürürken pazarlıklar çoktan yapılmış durumda. 10 bin askerin Irak’a gönderileceği konusunda anlaşma sağlandı bile.

Kamuoyunu bu kirli ve haksız savaşın meşruluğuna inandırmak için ağız birliği halinde “ulusal çıkar” masalı anlatıyorlar. Bu argümanla savaş karşıtı olan işçi ve emekçileri ikna etmeye çalışıyorlar. Yaratılan manipülasyon sayesinde en azından kafa karışıklığı yaratmayı, böylece içerdeki sıkıntıyı bir nebze olsun aşmayı umuyorlar.

Sermaye medyası ilk önce “biz oraya insani yardım ve bir takım altyapı sorunlarını halletmek için gideceğiz” yalanını diline pelesenk etmişti. Bu yalanın çok işe yaramadığını görünce pek ısrarcı davranmadı. Hemen arkasından yabancısı olmadığımız “ulusal çıkarlar” argümanı atıldı ortaya Bütün düzen kurumları aynı doğrultuda açıklamalar yapmaya başladılar.

Sermaye devletinin bütün kurumları asker gönderme konusunda hemfikirler. Aralarındaki tek ayrılık bu işin yöntemine ilişkin. Asker göndermenin kendisine karşı çıkan yok. Bu, Cumhurbaşkanı’ndan Genelkurmayı’na, TÜSİAD’ından hükümetine ve muhalefetine kadar böyle. Sözde farklı tutumlar halkın kafasında karışıklık yaratmaktan başka bir işlev taşımıyor.

İşgalin faturası işçi-emekçilere kesilecek!

Türk egemenlerinin bu işgale ortak olmayı istemesi anlaşılan bir durum. İşgale ortak olduklarında buradan kırıntı dahi olsa paylarına bir şeyler düşeceğini hesaplamaktadırlar. İşgalin masraflarını çıkarılan/çıkarılacak olan yeni dolaysız vergilerle işçi ve emekçilerin sırtına yükleyecekler. İşçi ve emekçiler işgalin faturasını ekonomik-sosyal yönüyle hem de canlarıyla ödemek zorunda kalacaklar.

Bu gerçeklere rağmen sermayenin en has kurumları bu işbirlikçiliğin “ulusal çıkar”lar adına yapıldığını söylüyorlar. Paylarına düşecek kırıntıları herkesin çıkarınaymış gibi göstererek tepkileri bloke etmeye çalışıyorlar. Yarın tek tek tabutları gelmeye başladığında da, askerlerin “ulusun menfaatleri” için öldüğü propagandasını yapacaklar.

“Ulusal çıkar”lar emperyalistlerin ve işbirlikçilerin çıkarıdır. Sermaye iktidarı bölgede güç olmak, Irak’ın yapılanmasında söz sahibi olmak, ihaleler almak vb. kırıntıların peşinde. Kimileri ise daha da ileriye gidiyor, Türkiye’ye Batı ile eski Osmanlı coğrafyasıyla ekonomi ve güvenlik ilişkilerini stratejik düzeyde geliştirmek gibi sözde misyonlar yüklüyor.

Sermayenin gerçeği ve emekçilerin gerçeği

Tüm bu yalanlarının arkasında başka bir gerçek var. Kandırmaya çalıştıkları işçi ve emekçiler bu gerçeğin farkındalar. Ve şimdiden işgale ortak olmamak için tavır almış durumdalar. Savaş öncesinde olduğu gibi şimdi de emekçiler işgal gücü olmaya karşılar. Amerika’nın çıkarları için komşu bir halkın üzerine gençlerimizi ölmeye, öldürmeye göndermenin ulusal çıkarlarla bir ilgisinin olmadığını çok iyi biliyorlar.

“Ulusal çıkarlar”a bu kadar önem veren sermaye devleti “ulusal güvenlik” adına da işçi ve emekçilerin grevlerini yasaklıyor. Özelleştirmeler de bu ülkede “ulusal çıkarlar” adına yapılıyor. Kamunun en kârlı kuruluşları ulusal çıkarlar adına sermayeye peşkeş çekildi. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin, orman arazilerinin, kamu arsalarının satışı da hep “ulusal çıkarlar” için yapıldı. Gelinen yeri hepimiz biliyoruz; Türkiye’nin ekonomisi İMF’ye, dış politikası Beyaz Saray’a, savunması Pentagona daha sıkı bir biçimde bağlanmış durumda.

Şimdi yine “ulusal çıkar” teraneleriyle karşımıza çıkıp Irak bataklığına ABD yerine saplanmamızı istiyorlar. Türkiye için belirlenen görev alanı Bağdat ve kuzeyi, yani işgalci güçlerin en fazla saldırıya uğradıkları üçgen. ABD tarafından belirlenen görev alanı bile Türk askerlerinin orada niçin bulunacağını kendiliğinden açıklıyor.

Irak’taki direnişin her geçen gün daha da örgütlü hale gelmesi, Amerikan askerlerinin birer av gibi avlanması, Irak’a gitmeyi canhıraş bir şekilde savunan düzen kalemlerini bile kaygılandırıyor. Ama bu kaygı insanlarımızı kaybedecek olmaktan dolayı değil. Daha çok asker tabutlarıyla beraber büyüyecek olan kitlelerin öfkesi onları korkutuyor. Bu yüzden sürekli olarak “Irak halkı Türk askerine tepki göstermez”i propaganda etmeye çalışıyorlar. Fakat somut olaylar Irak halkının gelen herkese işgalci muamelesi yapacağını gösterdi. İlk önce Türk büyükelçiliği saldırıya uğradı, daha sonra Yumurtalık petrol hattına sabotaj düzenlendi.

İşçi ve emekçiler çocuklarının gönderilmek istendiği bataklığın farkındalar. Elde edilecek kırıntı düzeyindeki çıkarların burjuvazinin sefil çıkarları olduğunu çok iyi biliyorlar. “Ulusal çıkarlar” yalanıyla sırtlarına yüklenecek maddi-manevi faturayı reddetmenin yolu “sınıf çıkarları”nı savunmaktan, bunun için devrimci sınıf mücadelesini yükseltmekten geçiyor.



Yeni iş yasası: Kadının kölelik
zincirinin son halkası

Geçtiğimiz Mayıs ayında günlük gazetelerde “İşçi anneye iyi haber” başlığı altında yeni iş yasasının kadınlara getirdiği yenilik anlatılıyordu. Yasayla birlikte doğum öncesi ve sonrası toplam doğum izni 12 haftadan 16 haftaya çıkarılmıştı.

Kadın işçiler yeni yasayla 4 haftalık doğum iznini kazanırken, sınıf kardeşleriyle birlikte yıllar boyunca kazanılmış olan diğer tüm haklarını kaybettiler!

Patronlar yıllardır bu yasanın çıkmasını istiyorlardı. Bizleri kuralsızca çalıştırmak, iliklerimize kadar sömürmek istiyorlardı. Çünkü daha fazla sömürmek, servetlerine servet katmak istiyorlardı. Bunun için bu yasayı çıkardılar. Tüm işçi sınıfını kölelere dönüştürdüler.

Bu yasa ile işçi sınıfının önemli bir bölümünü oluşturan kadınların kölelik zincirlerine bir halka daha eklendi. Peki, bu yasa kadın işçilere ne getirecek?

* Yeni yasaya göre toplu işten çıkarma yasalaştı. Yani patronlar çeşitli gerekçelerle (ekonomik, teknolojik, yapısal vb.) bizleri topluca işten atabilecekler. Kadın işçiler üretimde yedek işgücü olarak görülürler ve genellikle vasıfsız işlerde çalıştırılırlar. İşyerlerinde işten atmalar gerçekleştiğinde ilk kapının önüne konulanlar kadın işçiler olacaklar. Her kriz döneminde olduğu gibi kadınlara yine evlerinin yolu gösterilecek.

* 8 saatlik işgünü kaldırılıyor. Yasaya göre haftalık çalışma süresi 45 saat olarak belirtilmesine rağmen, istenirse (!) günlük çalışma süresi 11 saate çıkartılabiliyor. Aynı zamanda ev işleri ve çocuk bakımından kadının sorumlu olduğunu düşündüğümüzde, kadın işçinin sosyal yaşamı tümüyle ortadan kalkacak. En büyük zararı ise ilgiden ve bakımdan yoksun bir şekilde yetişen çocuklar görecek.

* İşçi başka fabrikalara “ödünç” olarak gönderilecek. Yasaya göre, çalıştığınız holding ya da şirketler grubunda yer alan başka fabrikalara ya da benzer işler yapan başka fabrikaya 6 aylığına ödünç gönderilebileceksiniz. Düşününüz ki, çalıştığınız fabrikanın başka bir ildeki fabrikasına ödünç olarak gönderilmek istendiniz. Ev içi sorumluluklar, çocukların bakımı, eş ve çevrenin itirazları sonucu hayır dediğinizde kendinizi yine kapının önünde bulacaksınız.

* Geçici, part-time, mevsimlik, sözleşmeli vb. çalışma biçimleri yasalaştı. Bu şekilde çalışma biçimleri yeni değil. Zaten yıllardır uygulanıyordu. Kadın işçilerin önemli bir bölümü bu çalışma biçimleri altında gündelik işlerde, temizlikte, tarlada vb. kuralsızca, en ufak haktan ve güvenceden yoksun bir şekilde çalışıyorlardı. Yeni kölelik yasasıyla bu köleliğe yasal kılıf uydurulmuş oldu.

* Yasanın işçi kadınlar da dahil olmak üzere tüm işçi sınıfını etkileyen en önemli hükümlerinden biri de kıdem tazminatlarının kaldırılması. Patronlar işten atmada her zamankinden daha rahat davranacaklar. Çünkü herhangi bir maddi yükün altına girmeleri gerekmeyecek. Bizler ise her türlü güvenceden yoksun bir şekilde kendimizi sokak ortasında bulacağız.

Bizleri daha fazla yoksullaştıran ve köleliğe mahkum eden yasanın meclisten geçmesine rağmen hiçbir şey için geç değil. Biz kadın ve erkek işçiler olarak birleşirsek, örgütlenip mücadele yolunu seçersek, parçalayamayacağımız hiçbir yasa, kazanamayacağımız hiçbir hak yoktur.

Bir işçi/İstanbul