Dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı bir sürecin içinde bulunuyoruz. Dönemin önemi gözetilerek Dünya, Ortadoğu ve Türkiye konulu bir konferans düzenlemeyi ihtiyaç olarak gördük. Konferansçı olarak Haluk Gergeri davet ettik.
Etkinliğimizi önemseyerek ve konunun önemini de gözeterek anlamlı bir ön hazırlık çalışması yürüttük. 400 kadar çağrı bildirisini posta kutularına dağıttık. Derneklere, kahvehanelere ve iş yerlerine afişlerimizi astık, sınırlı da olsa ev ziyaretleri yaptık ve internet üzerinde bir çok kişiye çağrılarımızı gönderdik. Sonuçta bu çalışmamızın bir ürünü olarak yaklaşık 130 kişiyi seminerimize katmayı başardık. Aynı gün yapılan öteki bazı etkinlikler daha büyük bir katılımı engelleyici bir rol oynadı.
Bir arkadaşımızın özet bir açılış konuşmasının ardından söz Haluk Gergere bırakıldı. H. Gerger dünyanın genel bir tablosunu sundu. Dünyanın yeni bir emperyalist terör saldırısının hedefi haline geldiğini, savaşın bu saldırının sadece bir parçası olduğunu ve bu terör saldırısının başını ABDnin çektiğini vurguladı. ABD saldırganlığının gerisinde askeri ve ekonomik güç ve fırsatlar kadar ABDnin güçlükleri, zaafları ve korkuları da yatıyor gerçeğine işaret etti. Dışarda kuralsız ve ölçüsüz bir emperyalist terör ve savaşlara içte sosyal hak gasplarının ve özgürlüklerin boğulmasının eşlik ettiğini örnekler üzerinde açıkladı. Zenginlikle sefalet arasındaki korkunç uçurumu çarpıcı verilerle sundu ve bunun da bir terör olduğuna işaret etti. İnsanlığın bunu kaldırmayacağına ve kendine çıkış arayacağına vurgu yaptı. Demokratik hakları ve demokrasiyi kazanmak isteyenlerin devrimi istemek zorunda olduğuna, demokratik haklar ve reformlar uğruna mücadelenin devrim mücadelesine bağlanması gerektiğine, aksi durumda demokratizme ve reformizme düşüleceğine dikkati çekti.
Savaş karşıtı harekete milyonlarca insanın katıldığını, ama işçi sınıfı önderliğinden yoksun olduğu için bu tepkinin kuru bir kalabalığa dönüştüğüne işaret ederek sınıf hareketini geliştirmenin zorunluluğuna dikkat çekti.
Sınıf hareketinin
örgütsel ve ideolojik olarak silahsızlandırıldığını, bunun için
dönekliğin ve yılgınlığın geliştiğini, ama bu dönemin giderek
geride kalacağını vurguladı. Dikkatlerin yeniden sınıfa yönelmesi
ve modern bir sınıfın saldırısına ancak modern bir sınıf olarak
işçi sınıfının direnişiyle yanıt verilebileceğini, bu nedenle
sınıfı kazanmanın ve yeni bir sınıf hareketi yaratmanın önemini
ve zorunluluğunu net ifadelerle açıkladı.
Ortadoğunun ABDnin temel hedefleri arasında olduğunu, ama bunun tek başına petrol ihtiyacından kaynaklanmadığını, çok yönlü amaç ve hedefler taşıdığını anlattı. Kürt sorunu çerçevesinde ise Kürtlerin ateş yanan bir denizin içine atıldığını ve çaresizlik içinde yılana sarıldığını ve önlerine bir proje sunulması gerektiğini belirtti. Kürtlerin Saddamı da ABDyi de reddetmesi gerektiğine, Amerikan işbirlikçiliğinin kabul edilemeyeceğine işaret etti ve Kürtlerin dalkavuklara ve yalakalara değil gerçek devrimci dostlara ihtiyaç duyduğunu belirtti.
Katılımcıların konuşma ve sorularından sonra kısa bir ara verildi. Haluk Gerger hoca konuşmalara ve sorulara yanıt vererek konuşmasını bitirdi. Büyük bir ilgiyle izlenen konferans katılımcılar üzerinde önemli etki yarattı.
Türk-İşin 17 Mayıs günü özelleştirmeye tepki olarak organize ettiği İşine, ekmeğine ve ülkene sahip çık! mitingine katılmak için sendikamız Sağlık-İşin üyeleri olarak saat 07:00de toplandık. Sağlık-İş Anadolu Yakasından 2, Avrupa Yakasından 1 olmak üzere 3 otobüsle Ankaraya gittik. Gittik diyoruz ama sonuç olarak gidemedik. Bunun nedeni ise şu; sonradan anladığımız kadarıyla, başından itibaren planlanan bir tezgah söz konusu. Bu tezgahın başında ise Sağlık-İş Genel Başkan Mustafa Başoğlu, Şube Başkanı Ali Tepeci, işyeri temsilcimiz Arif Kürekçi var.
Bu çirkin tezgah Ankaraya doğru yola çıktığımız andan itibaren işletildi. Neredeyse her 45 dakikada bir mola verdik. Bunlar yetmezmiş gibi uyduruk bir lastik tamiriyle uğraşıldı. Kısacası 6 saat süren Ankaraya 10 saatte ancak varabildik. Ama tezgah henüz tamamlanmamıştı. Daha önce sorduğumuzda başkan miting için herşeyin hazır olduğunu söylenmişti. Mitinge katılmak için geç kalmış olmamıza rağmen, miting alanına epeyce bir uzak noktada otobüslerden indirildik. Miting alanına varmadan birçok arkadaş yoruldu, kimisi de ayrıldı. Neyse ki sonunda alana ulaşabildik. Ulaşmasına ulaştık, ancak bu sefer koca sendikanın özelleştirmeye ve kölelik yasalarına karşı ne bir pankart, ne de bir döviz getirdiğini gördük. Bir başka pankarta ise izin vermediler. Neymiş sarı-kırmızı ve işçi resimleri varmış. Tabii ki bunlar bahaneydi. Onlar bu hain oyunu ustalıkla oynadılr. Görevlerini başarıyla yerine getirdiler! Duyarlı arkadaşlar olarak fazla olmasak da bu konuda gerekli inisiyatifi koyamadık. Bu da bizim başarısızlığımız.
Dönüşte başkan da temsilci de mümkün mertebe bizden uzak durmaya, tartışmaya girmemeye çalıştılar. Ne var ki söyledikleri birşey hem doğruydu hem de yaptıkları bu oyunun kılıfı olmuştu. O da arkadaşlarımızın tutarsız, sorumsuz davranışlarının onların eline koz vermiş olmasıydı. Bunu da kullandılar. Yaptıkları bir diğer şey ise; zaten geç kalmış olarak girdiğimiz alanda daha 5-10 dakika bile kalmadan başkanın hadi çocuklar arabaya gidiyoruz demesiydi. Miting alanında tanık olduğumuz tek şey kürsüden Tüm pankartlar ve bayraklar indirilsin, yalnızca Türk bayrakları kaldırılsın! yönlü kışkırtıcı bir anonstu. Ve bu anonsa yönelik tepkilerdi.
Yaşadığımız Ankara eylemi Sağlık-İşin sayesinde bu kadarcık olabildi. Başından beri planlanmış olan bu tezgah eylem kırıcılığıydı. Belli ki alanda çok işçinin varolması Sağlık-İşin Başkanının işine gelmiyordu. Çünkü başkan bunca saldırıyı, bunca yasayı çıkarıp uygulayan mevcut hükümetle aynı siyasi çizgidedir.
Yaşanan bunca deneyim gösteriyor ki taban örgütlülüğü yaratmadan bu ihanete dur demek olanaksızdır. Sınıfı kendi bağımsız devrimci politikasıyla birleştirmenin hem bu ihanete, hem de bu sömürüye son vermek için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yaşayarak öğrendik.
İşçi kardeşlerim, ister kamuda ister özel sektörde çalışalım, hiç farketmiyor; sorunlar da, ihanetler de aynı. Ama kurtuluş yolumuz da aynı. Tek yumruk olup sömürü düzeninin, sendika ağalarının tepesine inmektir. Ortada hak adına kırıntı kalmıyor. Halen susacak mıyızı Kazanan taraf olmak için sınıf mücadelesini her tarafa yayalım, güçlendirelim. Tek çıkar yol sınıf mücadelesi ve zaferidir.
Yaşasın sınıf mücadelemiz!
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!