Devlet yeni bir pişmanlık yasası çıkarma hazırlığında. Açıklandığı ve anlaşılacağı üzere, bu ihtiyaç içerden ziyade Iraktaki yeni durum ve gelişmelerden doğuyor.
Gerçi Amerika güvence vermek amacıyla açıklama üstüne açıklama yapıyor. Ancak söz konusu Kürtler olduğunda Türk devleti bu stratejik ortağına nedense bir türlü güvenemiyor. Amerikaya dünya-alem güvenmiyor, ama başka konu olsa peşinden cehenneme gitmeye hazır konumdaki Türk devleti, Amerikaya güvenilemeyeceğini sadece konu Kürtler olduğunda hatırlıyor. Bunu da esasta kendine olan güvensizliğiyle açıklamak gerekiyor.
Bugün bir kez daha gündeme getirilen pişmanlık yasasını da tüm bunlarla bağlantısı içinde görebilmek gerekiyor. Her ne kadar dağıttık-bitirdik denilse de, Kürt hareketine yönelik tasfiye ve imha hareketi halen sürdürülüyor. Devlet erkanı çok iyi biliyor ki, Kürt halkı varolduğu ve kendilerinin de inkar ve imha politikası sürdüğü müddetçe, yeni devrimci PKKlerin doğması kaçınılmazdır. Bu, birbirini doğurup besleyerek süregiden bir durumdur. Böyle olunca da, Türk devletinin konuya ilişkin girişimlerini, sorunu çözmeye değil, elini güçlendirmeye yönelik palyatif önlemler olarak değerlendirmek gerekir. Bu konuda kuşku götürmeyecek denli açık olan tek şey, bunun saldırgan, aşağılayıcı bir önlem olduğudur.
Türk devletinin pişmanlık yasası atağına karşı KADEK de bir genel af kampanyası başlatmış bulunuyor. Bunu, pişmanlık yasasına karşı söylemlerle yüceltmeye/önemli kılmaya çalışıyor. Ancak; gerek geçmişte kendi barış ataklarını kullanma tarzlarına ve gerekse af talebinin özüne bakıldığında, pişman olmakla af dilemek arasında esaslı bir fark bulunmadığı görülüyor.
Öncesinde de işaretleri bulunmakla birlikte, özellikle Öcalanın ele geçirilmesini takibeden süreçte ilan ettikleri ateşkes, silah bırakımı ve toplumsal barış politikası altında, kendi örgütlerini kendi elleriyle tasfiye eden, başkanlarının ve hemen tüm yönetici kadrolarının ağzından, verdikleri ulusal kurtuluş mücadelesinin yanlışlığını (dolayısıyla pişmanlıklarını) ikrar eden, koca bir ulusal kurtuluş örgütünü teslimiyet çizgisine sürükleyerek çürümeye ve dağılmaya mahkum eden bir yönetim kadrosundan söz ediyoruz. Şimdi sözde pişmanlık yasasına karşı ayrımsız genel af kampanyası yürütüyorlar. Buna gerekçe olarak da toplumsal barışı öne sürüyorlar.
Oysa, çok açık görüldüğü gibi, Türk devletinin Kürt politikasında toplumsal barışa, buna dayalı çözüme yer yoktur. Hatta, tehlike arzedecek bir devrimci mücadele kanalına yönelmediği sürece, Kürt sorununun varlığını korumasından yana oldukları bile söylenebilir. Türk devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaş boyunca edindiği deneyimlerden çıkardığı önemli bir ders var: Bu sorunu, toplumun bir başka temel sorununu bastırmada kullanabilmektedir. Pek çok askeri-faşist kurum ve uygulama, Kürt sorunu (devletin diliyle bölücü terör) gerekçesiyle 80 darbesinden bu yana 20 yılı aşkın bir zaman sürdürülebilmiş, kimisi de kalıcı biçimde tahkim edilmiştir. Dahası, bu sorun ezilen sınıflar içinde bile şovenist etkilerin yayılmasında başarıyla kullanılmıştır. Snıf kitleleri üzerinde belirgin bir etkiye yol açmadığı iddia edilebilir. Fakat sendikaların bu amaçla nasıl başarıyla kullanıldıkları inkar götürmez. Ulusal çıkarlar gerekçesiyle eylem iptalleri daha unutulmadı. Sendika bürokratlarının bu tür faaliyetleri engellenemediğine göre, bu politikanın sınıf kitleleri üzerinde de en azından bozucu etkide bulunduğu kabul edilmelidir.
KADEK ayrımsız genel af tanımıyla konuyu genelleştirmeye de çalışıyor. Tabii ki bu konuda KADEKin kuyruğunda sürüklenen kimi parti ve akımların payını da teslim etmek gerekiyor.
Bu durumda şunu sormak gerekiyor: Diyelim ki dileğiniz kabul gördü ve ayrımsız bir genel afla tüm siyasi tutsaklar serbest bırakıldı. Bunun toplumsal barışın inşasına nasıl bir katkısı olacaktır? Üzerlerindeki baskı ve sömürü görülmemiş boyutlara çıkan işçi sınıfı ve emekçiler, süregiden inkar ve imha politikasıyla temel ulusal hak ve özgürlüklerden yoksunluğu, aşağılanması süren Kürt halkı sömürücü sınıf ve onun devletiyle mi barışacaktır?
Pişmanlık yasaları, diğer benzer önlemler son derece sınırlı ve geçici önlemler olabilir. Ezen ve ezilen sınıflar, hakim ve sömürge uluslar varlığını koruduğu sürece toplumsal bir barış hayal etmek, sadece ezilen sınıf veya ulusu aldatmaya, mücadele yolunu karartmaya yarayacaktır. Mevcut toplumsal düzen koşullarında ezilen bir sınıfın veya ulusun temsilcilerine düşen görev, teslimiyetin değil direnişin, barışın değil devrimci savaşın yolunu göstermektir.