Düzen sözcüleri bugünlerde Avrupa Birliği ile yatıp demokratikleşme ile kalkıyorlar. Demokratikleşme paketleri, uyum yasaları havada uçuşuyor. Türkiyenin en geç bir-iki yıl içinde Avrupa Birliğinin demokrasi konusundaki normlarını yakalayacağına dair planlar tartışılıyor.
Türkiyedeki durumu sadece hükümet üyelerinin sözlerine bakarak takip eden biri bu ülkenin gerçekten de demokratikleşmekte olduğunu sanabilir. Fakat gerçek durum bunun tam tersi. Önce bazı gazete haberlerine bir göz atalım.
* Bundan 3 ay önce İstanbul Sarıgazide düzenlenen savaş karşıtı eyleme katıldıkları ve Abdullah Öcalanla ilgili sloganlar attıkları öne sürülen 5 tutuklu sanığın yargılanmasına İstanbul 5 Nolu DGMde devam ediliyor.
* Ankarada 1 Mayıs Tertip Komitesini oluşturan kurum ve sendikalar hakkında dava açıldı. Dava gerekçesinde 1 Mayıs gösterileri sırasında slogan atıldığı, gene aynı içerikte dövizler taşındığı iddia ediliyor.
* Tunceli Asliye Ceza Mahkemesi 1 Mayısa katıldıkları için 30 kişiye birer ay hapis cezası verdi.
* KESK, DİSK, TMMOB ve TTBnin 14-16 Mart tarihleri arasında İpekyolu barış ülkesidir, ülkemizin işgaline son adı altında Diyarbakırdan İskenderuna başlattıkları yürüyüşle ilgili olarak 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefetten dava açıldı.
* 22 Nisan 2000 tarihinde F tipi cezaevlerini protesto etmek için Sultanahmet Meydanında eylem yapan ve polis tarafından gözaltına alınan 38 kişinin yargılandığı dava sona erdi. Mahkeme heyeti 38 kişiye 1 yıl 6 ay hapis cezası verdi. 35 kişinin cezaları ertelenirken Eren Keskin, Ümit Efe ve Halit Dinlere verilen cezalar ertelenmedi.
* Uluslarararası Af Örgütünün 2003 yılı raporunda Türkiye işkence ve kötü muamelenin devam ettiği ülkeler arasıda gösterildi. Rapora göre Türkiye aydınların fikirleri yüzünden cezaevine atıldığı 6 ülkeden biri.
Merak edip günlük gazete arşivlerini bu gözle inceleyen biri benzer pek çok haberin hemen her gün gazete sayfalarına yansıdığını görecektir. Tüm bunların ortaya koyduğu sonuç, sermaye sınıfının ve onun devletinin sadece kendine demokrat olduğudur.
Sermayenin temsilcileri en temel, en dokunulmaz devlet politikalarını dahi istedikleri gibi tartışabilir, istediklerini söyleyebilirler. Ya da hükümeti İMFnin isteklerini gerektiği gibi yerine getirmediği, ABDyi küstürdüğü için kıyasıya eleştirebilirler. Mesela onlar için Türkiyenin ABDnin emrinde Irak savaşına girmesini savunmak herhangi bir suç ya da sakınca oluşturmaz.
Fakat sıra işçi ve emekçilere gelince durum tam tersine döner. Savaşa hayır demek, F tipi cezaevlerini protesto etmek, hatta yasal 1 Mayıs kutlamalarına katılmak bağışlanmaz suçlar haline gelir. En basit bir hak arama eyleminde dahi insanlar coplanır, gözaltına alınır, tutuklanır. Haklarında en uyduruk gerekçelerle davalar açılır.
Buna şaşırmamak gerekir. Çünkü demokrasi denen şey sınıflar üstü değildir. Her sınıf kendi düzeninde kendi demokrasisini kurar. Burjuva demokrasisi, burjuva sınıfa mensup olanların özgürlüklerini güvence altına alır, işçi ve emekçilerinkini değil. O nedenle kapitalist sistem hüküm sürdükçe işçi ve emekçiler için kalıcı demokratik hak ve özgürlüklerden söz etmek mümkün değildir.
Dolayısıyla Avrupa Birliğinin emekçilere demokrasi getireceği koca bir yalandır. İşçi ve emekçiler açısından antidemokratik uygulamalar Avrupa Birliğine girilince değil, ancak bu düzen yıkılınca son bulacaktır. İşçi ve emekçilere özgürlük sosyalizmle gelecektir.