|
|
Düzen içi didişmelerin gizleyemediği!
Ordunun misyonu ve siyasal yaşamdaki yeri
Geçtiğimiz hafta başında devletin zirvesinde yaşanan tartışmalar, yeni hükümetin işbaşına gelmesinden bu yana bir biçimde geri planda kalan sorunları ve sermaye iktidarının siyasal açmazlarını bir kez daha gündeme taşıdı. Genç subaylar rahatsız haberiyle başlayan tartışmalar ve bu tartışmalara ilişkin yorumlar, tarafların amaç ve iddialarını ve AKP-TSK ilişkilerindeki sorunları aşarak, iç ve dış siyasal cephede yaşanan siyasal gerilimlerin örtüsünü araladı.
Doğal olarak bu tartışmalar, tıpkı benzerleri gibi, ordunun misyonu ve siyasal yaşamdaki yeri sorununa bu vesileyle bir kez daha ışık tutuyor. Sınırları itibarıyla küçük çaplı sayılabilecek bu tartışma bile sermaye ordusunun, kurucusu olduğu burjuva cumhuriyetinin en temel yönetici aygıtı olarak varlığını sürdürmekte ısrarlı ve kararlı olduğunu gözler önüne serdi. Hükümet süresi boyunca AKP hükümeti şahsında, onun bazı ayrıcalıklar elde etmek için dinsel gericiliği kullanma eğilimleri ve bu minvalde gelişen daha pek çok sorun yaşanacak; rejimin niteliği ve düzenin bekaası çerçevesinde siyasal yaşamda kendine belirleyici bir yer edinen ordunun müdahaleleri, balans ayarları güncelliğini koruyacaktır. Bu tablo yalnızca açık ya da örtülü bir dinci kimliğe sahip AKP gibi partilerin hükümete gelmesinindeğil, iktisadi krizlerden kök alan siyasal istikrarsızlığın bir sonucudur. Ama elbette, sermaye sınıfının, ortada kendisini hedef alan devrimci bir tehdit yokken dinsel gericiliği tırmandırarak, din sömürüsü yaparak prim yapmaya çalışan partilere prim vermek istememesinin, bu konuda yaşanan sürtüşmelerin de tarihsel deneyimlerle sabit bir anlamı var.
Dinci-gerici sermaye partilerinin manevrası
ve ordunun şeriat sopası
Bir haftadır gündemi kaplayan tartışmaların kaynağında AKP hükümetinin dinci kimliği ve bir takım icraatları (kamuda kadrolaşma, türban vb.) nedeniyle başta ordu olmak üzere bazı çevrelerin duyduğu rahatsızlıklar, AB üyeliği nedeniyle yapılacak yasal değişiklikler ve ABD ile ilişkilerde yaşanan gerilimler var. Savaş ortamında bir parça geri planda kalan bu konular şimdi çeşitli vesilelerle yeniden önplana çıkıyor.
Ordu, yeni hükümet işbaşına geldiğinden beri AKPye dair kaygılarını dile getirmiş ve bir takım dinci eğilimlerine vesile çıktıkça fiilen tutum almış, ya da demeçlerin arasına serpiştirilmiş sözlerle hassasiyetlerini ifade etmişti. Meclis başkanı Arınça yapılan ziyaretin 5 dakika ile sınırlı tutulması, pek çok atamanın geri çevrilmesi, AKPli milletvekilerinin türbanlı eşlerinin katılması nedeniyle cumhurbaşkanı ve ordu temsilcilerinin 23 Nisan resepsiyonuna katılmaması, bu tutumun ifadesi olmuştu. Fırsat buldukça bu türden adımlar atan takiyeci AKP ise bu türden tutumlarla karşılaştıkça da çark etme, ortamı yumuşatma taktiğini izledi-izlemeye devam ediyor.
Bu gerginliği su yüzüne çıkaran ise, Genelkurmay Başkanı Özkökün kaynağı kendinden menkul dediği bir gazete haberiydi. Kemalizmin bayraktarlığını yapan Cumhuriyet gazetesi, kulislerde dolaştırılan ordunun genç subayları bu durumdan rahatsız haberini manşetine taşıyarak tartışmaların fitilini ateşledi. Şimdiye kadar AKP ile yaşanan sorunlara ilişkin resmi bir açıklama yapmayan, birinci ağızdan ifade edilen bir tutumla kamuoyunun karşına çıkmayan ordu, bir takım iddialara yanıt vermek üzere akredite (güvenilir) gazetecilerle hafta başında gayrı-resmi bir toplantı düzenledi. Toplantı gayrı-resmi olsa da, ifade edilenler ordunun resmi görüşleriydi.
Öncelikle dinci gazete temsilcilerinin çağrılmayarak verilmek istenen mesajın en açık biçimde verildiğini belirtmek gerekiyor. Kuşkusuz ki toplantıda verilen beyanatlar gibi, bu açık tutum da bir yenilik taşımıyor.
Toplantıda Orgeneral Özkök, kısaca; yalnızca genç subaylar değil, ordunun bütünü rahatsızdır ve tüm konularda olduğu gibi bu konuda da ordu içinde yaklaşımlarda bir farklılık yoktur diyerek yapılan haberleri lanetlediğini ifade etti. Bu vesileyle sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde irticai gelişmelere karşı 28 Şubatın sürekliliğine, ordunun bu konuda hassas olduğuna vurgu yaptı. Hükümetle tezkere konusunda görüşlerinin aynı olduğunu ifade eden Özkök, fakat bunun genellenerek hükümetle şiir gibi uyumluyuz biçiminde kasıtlı olarak çarpıtıldığını belirtti. Kısaca, Özkök, ordunun AKPye karşı resmi tutumunu 28 Şubat konseptine oturan bir çerçevede, fakat daha yumuşak bir üslup kullanarak ifade etti.
Medyadaki bazı kalemlere bakılırsa, bunlar gerginlik ve çatışmalardan çıkar uman bir takım çevrelerin oyunuydu. Bazı yorumculara göre, kimileri AKPyi orduya dövdürmek istiyordu. İslamcı basın ise, Özkökün açıklamalarını, AKP hükümetiyle ordu arasında sorun olmadığının bir kanıtı olarak sunma yolunu seçti vs. Çıkar çatışmalarına bağlı olarak şekillenen tutum farklılığı işin bir yanıysa, daha özelde ordu ve islami partiler, daha genelde ise ordu ve hükümetler arasındaki dalaşmalar da bir başka yanı. 80. yılına giren cumhuriyetin hiçbir döneminin sorunsuz geçmemesinin siyasal arka planı, temel sınıflar arasındaki çatışmaların mevcut durum ve düzeyi ve emperyalist güçlerin etkileri dikkate alınmadan yapılan bu türden güncel yorumların bir açıklayıcılığı da olamaz.
Emperyalist cendere altında kim neyi
amaçlıyor, kim nerede duruyor?
Kuşkusuz bu güncel tartışmaların bir diğer yanı da emperyalist odakların şu ya da bu nedenle Türkiye üzerindeki hakimiyetlerini artırma çabasına ve bu amaçla yapılan müdahalelere vesile edilmesidir. Savaş nedeniyle Türkiyeden istediğini tam olarak alamayan ABD, bir taraftan bu gerilimden en iyi biçimde yararlanmak için orduya istediği resmi açıklamayı yaptırmak amaçlı eleştiri, tehdit ve aşağılamaları sürdürürken, diğer taraftan bu çabasından sonuç almak üzere hükümet ve TÜSİAD üzerinden baskılarını artırmaya çalışıyor. Tartışmalar sürüyorken ABDyi ziyaretini gerçekleştiren TÜSİAD Başkanı T. Özilhanın, yara alan ABD-Türkiye ilişkilerini düzeltmek için, Türkiyenin İrana baskı yapması, Ortadoğu politikasında ABD ile ortak hareket edilmesi gerektiği öneris, bu baskının bir ürünü. AKPnin, ABDnin ordu yerine kendilerini asıl muhatap kabul etmesi için elinden geleceğini yapacağı, uşaklığı pervasızca tırmandırmaktan geri durmayacağı bilinen bir gerçek. Fakat sorun, AKPnin bu istekle yanıp tutuşması değil, ABDnin gerçekten böyle politik tercihte bulunup bulunmayacağı.
Öte taraftan AB, üyelik kriterlerinden biri olan sivilleşme yönündeki adımların atılması için ordunun siyasetteki ağırlığının asgariye indirilmesini, Kürtlere kırıntı haklar için yasal düzenlemelere gidilmesini öteden beri dile getiriyor. AKP hükümetinin bu konuda atacağı adımları bekliyor ve destekliyor. Mevcut tartışmaların bir de böyle bir boyutu ve çerçevesi var.
Bu gerilimli tabloda taşları yerli yerine oturtmak ve güncel gelişmelerin seyri içinde yaratılan göz yanılmalarından kurtulmak için şu soruları sormak gerekiyor: ABD, gerçekten orduyu cezalandırmaya, karşılığını alamazsa gözden çıkarmaya mı çalışıyor? Ya da tersinden sorarsak; ordu, ABDye ve ABye karşı bir tutum değişikliği içinde midir ? Emperyalistler için giderek gözde bir muhattap olmaktan çıkmakta olan ordu, bu nedenle daha bağımsız bir politika izlemeye mi yönelmektedir ? Orduyu gözden düşürmek ve AKP hükümetini parlatmak için darbe tartışmaları bilinçli olarak mı tırmandırılmaktadır? Orduyu ulusal çıkarların gerçek temsilcisi, hükümeti ise işbirlikçi, şeriatçı ilan edenler bu sorulara tereddütsüz biçimde evet diyebilirler. Hatta, bir ordu temsilcisinin bir konuşmasında Avrasyaya da a¸ılmalıyız sözünü bunun kanıtlarından biri olarak sunabilirler. Fakat spekülatif bir yönü olan sonuncusu hariç, bu sorulara ne şimdi ne de yakın bir gelecekte evet demek için yeterli neden var ortada.
Ordu ne ABye ne de ABDye karşıdır
Ordu, AKP hükümetinin Kürt sorunu çerçevesinde ABnin Türkiyeden istediği bazı yasal düzenlemelere gitmesine, terörle mücadelenin 8. maddesinin kaldırılmasına karşı olduğunu, bunları Türkiyenin birlik ve bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak gördüğünü defalarca ifade etmiş bulunuyor. TSK, ABye uyumun vasıtasıdır diyerek ordunun AB karşıtı gibi gösterilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getiren Özkök, ABye herşeye rağmen değil, onurla, eşit şartlarda, birliğimizi, bütünlüğümüzü koruyarak girmeyi istiyoruz resmi görüşünü bu toplantıda da yineledi. Ardından Yaşar Büyükanıt, bazıları amaçlarına ulaşmak için AB üyeliğini araç olarak kullanmak istiyorlar diyerek, ordunun ihtiyatlı yaklaımını bir kez daha vurguladı. İhtiyat kuşkusuz ki, AB üyeliğine ya da ABDye karşı değil; daha dar çıkarlar ve bir takım fırsatlar için daha ucuza pazarlık yapmaya çalışanlara karşıdır. Dönüp bakıldığında gerek Kürtçe özel TV, gerek TMYnin 8. maddesinin kaldırılması gerekse seçimlerde yabancı gözlemci bulundurulması konularının AB üyeliğinde esaslı bir yer tutmadığı; ordunun ise henüz bu değişiklikler için erken demenin dışında bir itirazının olmadığı görülür.
Wolfowitzin orduyu azarlayan sözleri hatırlatıldığında, en fazlasından ABD bizi anlamadı demek mi ABD karşıtlığıdır? ABD için çok şey (uşaklık!) yaptık demek mi? Başından beri hedefimiz Avrupadır diyenler mi AB karşıtı ve onurlu siyasetin temsilcisidir?
ABD, elbette tatsız bir pazarlık sonucu ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle 50 yıldır koca bir ülkeyi arka bahçesi gibi kendisine kullandıran Türk ordusuna kırgın ve öfkelidir. Ve elbette, en tepedeki genaraline kadar tüm kademelerini belirlemede söz sahibi olduğu ordu gibi değerli bir uşağını çok kolayından ıskartaya çıkaracak değil. Ona daha çok ihtiyacı var. Ha keza, sermaye düzeninin bu silahlı bekçisinin de ABDye.
Şimdiye kadar Türk ve Kürt emekçileri bu çıkar birliğinin faturasını kanlı darbelere, peşkeşlere ve aşırı insafsızca sömürüye hedef olarak fazlasıyla çektiler. Eğer, olağanüstü bir değişiklik olmazsa, önümüzdeki dönemde tüm bölge halkları da başını ordunun çekeceği, uşaklıkta ondan aşağı kalmayan AKP gibi gerici düzen partilerinin de bu koalisyonda bir rol oynayacağı bu uşakça işbirliğinden daha çok canı yanacak, daha çok acılar çekecektir.
Bölgemizi saran bu kirli çıkar birliği arayışlarına karşı kurtuluş devrimde; bağımsızlık, işçi sınıfının bağımsız devrimci mücadelesini ve halkların devrimci temellerdeki dayanışmasını yükseltmektedir.
|
|
|