Her depremde ilk çöken binalar devletin elinden çıkanlar oluyor. Bu, deprem değil devlet öldürür! söyleminin gerçekliğini doğruluyor.
Gerçekten de, yoksul insanların sınırlı imkanlarıyla yaptıkları derme-çatma denebilecek evleri bile çökertecek bir şiddete sahip olmayan Bingöl depreminde, yatılı okul binası başta olmak üzere, hemen tümüyle devlete ait, devlet tarafından yaptırılmış binaların çökmüş olması üzerinde önemle durulması, asla unutulmaması/unutturulmaması gereken bir büyük suçun kanıtıdır.
99 Marmara depremlerinde, kamu binalarının yanı sıra, pek çok kooperatif binası da yerle bir olduğundan ve yıkımın geceye rastlaması nedeniyle ölüm insanları evlerindeki yataklarda yakaladığından, bu kamu binası meselesi bu derece öne çıkmamıştı. Öfke yoğunlukla kooperatif binalarının müteahhitlerine yönelmişti.
Sonrasında insanlar bu katillerin nasıl bu kadar çabuk aklanıp-paklandığını hayretler içinde izlediler. Ceza alan tek bir müteahhit bile olmadığı gibi, katiller listesindeki kimi şahısların müteahhitlik firmaları da kalıcı konut ihaleleri verilmek suretiyle adeta ödüllendirilmişti. Çok geçmeden, daha konutlar kullanılmaya başlanmadan, devlet eliyle nasıl yeni tabutluklar inşa edildiği görüldü. Bölgedeki ilk sarsıntıda yerle bir olacak konutların başında, adına kalıcı sıfatı eklenmiş bulunan bu sözde deprem konutları geliyor.
Bingöl depremi aslında konunun hayret toplayacak denli karmaşık olmadığını ortaya çıkarmış bulunuyor. Katil müteahhitler cezalandırılmadı; çünkü mesele üç-beş hırsızla sınırlı, devlet erkanının pek sevdiği bir deyimle münferit bir olay değildi. Bir tanesinin bile yargıya intikali ve arkasının takip edilmesi durumunda ipin ucu devletin en yetkili kurumlarına kadar gidebilecekti.
Marmara depreminin ardından, sadece müteahhitler değil, onlara yapı izni veren ve denetimini yapmayan belediye yetkilileri de cezalandırılmalı, denildi. Doğrudur. Buralardaki yetkili şahıslar hırsızlık aşamasında olduğu kadar katliam aşamasında da müteahhitlerin suç ortağı konumundadırlar. Dolayısıyla, onlarla birlikte ve aynı cezayı çekmeleri gerekmektedir.
Peki, şimdi Bingölde 84 çocuk ve gencin mezarı olan yatılı okul binası için ne söylenecek? Hükümet diyor ki, müteahhidi hakkında soruşturma başlatıldı. Peki sonra? Bu kişi veya firmaya ihaleyi veren ilgili bakanlığı da kapsayacak mı bu soruşturma? İhale nasıl, hangi koşullarda yapılmış? Kaç başvuru arasından ve niçin bu firma seçilmiş? Yapı denetimi yapılmış mı? Bingöl fay hattında bulunan ve deprem yıkımını daha önce de yaşamış bir kentimiz olduğuna göre, okulun plan-projesi deprem şartnamesine göre mi hazırlanmış?
Sorular daha artırılabilir. Ancak bu kadarına verilecek yanıtlar, müteahhitle birlikte pek çok üst düzey devlet görevlisinin başını yakmaya yetecektir.
Aslında Bingöl ve yatılı okul faciası sadece bir aynadır. Bu durum Türkiyede her depremde yeniden açığa çıkıyor, her deprem duruma yeniden ayna tutuyor. Ve deprem aynasından yansıyan hep devletin katil yüzü oluyor.
Sadece konut ihaleleri meselesinde değil elbette. Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, aynada yansıyan aynı yüzdür. Bu böyle iken, devletin deprem suçlarını araştırmasını, takip etmesini ve cezalandırmasını beklemek tam bir safdillik olacaktır. Çünkü suçu kovuşturacak olanlar bizzat suçlulardır.
Dikkat edilirse, yatılı okul inşaatıyla ilgili ortada tek bir isim bile dolaşmıyor. Yetkililer sadece soruşturma başlatılmıştır demekle yetiniyorlar. Bu da devletin gerçekten Marmara depreminden ders almış olduğunu gösteriyor. Deprem yıkımını azaltma yönünde hiçbir amacı ve işlevi olmamakla birlikte, gerçekten de bir ders alındığı açıktır.
Bingöl depreminde isyan kıvılcımını körükleyenin bir kez daha polis olduğu görüldü. Devlet, hükümet ve medya cephesinden ne kadar inkar edilirse edilsin, ne kadar uydurma sebepler ortaya atılırsa atılsın, bu apaçık bir durumdu.
Önce bir polis otosu çadır istemiyle toplanmış kalabalığın üzerine sürülüyor, çıkan kargaşayı, biriken öfkeyi ateşlercesine, hemen ardından yüzleri maskeli Özel Timciler makineli tüfekleriyle tarrakaya başlıyorlar. Bir isyan çıkarmak için bundan daha etkin bir ajitasyon yürütülebilirmiş, bundan daha güçlü bir provokasyon mümkün olabilirmiş gibi, hükümet cenahı hemen provokasyon var nakaratını tekrarlamaya başlıyor.
Medya da derhal bu tekerleme habere sarıldı. Gerek başbakanın ağzından, gerekse kendi yorumlarında hep bir provokasyondan bahsedip durdular. Ne var ki, çektikleri görüntüler polisin ve Özel Timin yarattığı provokasyonu sergiliyordu. Bunun dışında ne bir görüntü verebildiler, ne bir ses kaydı. Oysa geleneğe uyup, polisçe hazırlanmış bir ses bandı dinletebilirlerdi.
Hiç kimse sormuyor; Özel Timin deprem enkazları arasında ne işi var?
Hani bunlar terörle mücadele için özel eğitim almış birliklerdi! Hani, eski askerlerin pek sevdiği tabirle, gayr-ı nizami harp için yetiştirilmişlerdi!
Yoksa devlet deprem mağdurlarını terörist olarak mı görmektedir?
Devletin Marmara depreminden aldığı ders bu mudur?
Bingöl olaylarının gösterdiği kadarıyla, durum tam da böyledir. Devlet Marmara depreminden ders almak adına, acılı insanların öfkesini büyümeden bastırabilmek için yapması gerekenleri hesaplamış, planlamış ve ilk depremde de uygulamıştır.
Dikkat edilirse, bunun dışında hiçbir tedbir, hiçbir yenilik, hiçbir ilerleme bulunmamaktadır. Ne konuyla ilgili araştırmacıların uyarılarını dikkate almak, ne zamanında ve yerinde yardım ulaştırmak, ne yara sarmak... Olumlu yönde hiçbir gelişme yoktur.
Kızılayın elinde ne denli büyük bir çadır stoku bulunduğunu Amerikanın Irak saldırısı vesilesiyle gördük. Bölgeye olası bir göç hareketi için binlerce çadır yığıldı. İhtiyaç da olmadı. Onlar öylece kullanılmadan duruyor. Ama Bingöl yıkıldığında, insanların çoluk-çocuk ortada kalmasına, ölmeyip de sağ kalanların gecenin ayazından, açlıktan, perişanlıktan hastalanmasına rağmen, bir türlü bölgeye yeterli çadır sevkiyatı yapılmıyor. Götürülenler dağıtılmıyor. Dağıtılanlar şarta bağlanıyor... Sonra da insanlar çadır talep etti diye üzerlerine yüzleri maskeli katil çeteleri tarafından makineli tüfek ateşi açılıyor.
Deprem aynasına bir de bu cepheden bakıldığında, görülen yine devletin katliamcı yüzüdür.
Deprem bölgesinde perişanlık devam ediyor. Bu doğal olarak ölümlerin de devam edeceği anlamına geliyor. Yani devlet, deprem yıkımıyla olduğu kadar, sonrasına ilişkin sorumluluklarını yerine getirmeyerek de, katliamlarına devam ediyor. Tıpkı Marmara depreminde olduğu gibi... Orada da, sadece enkaz altındakilerin değil, organ mafyasının kaçırıp katlettiği insanların gerçek katili de devlettir. Böyle gelişmeleri önlemesi, özellikle aciz insanları koruma yükümlüğünü yerine getirmesi gerekirken, sermaye devleti tepkileri bastırmakla, banka ve kuyumcuları korumakla uğraştı. Yardım edeceğine yardımları engellemek, engelleyemediğini yağmalamakla uğraştı. Bingöldeki depremzedeleri bekleyen de bundan başkası değil.
Yarın, başka bölgelerde, belki İstanbulda yaşanacak depremlerde de durum farklı olmayacak. Sermaye devleti ayakta kaldığı sürece yıkım ve katliamlar sürecek.