ABD emperyalizminin Iraka saldırısının hiç de gizli tutulmasına gerek duyulmayan en temel nedenlerden birisi dünyanın toplamını tehdit etmek, Pentagonun militarist kudretini dehşet uyandırıcı bir tarzda ispatlamaktı. Bir kaç hafta sonunda Irakta hem maddi hem de manevi açıdan çok boyutlu bir enkaz bırakıldı. Bushun büyük ölçekli operasyonların son bulduğunu ilan etmesiyle birlikte ABDnin Irakı bir deneme tahtasına dönüştürerek icra etmeye çalıştığı politikasında yeni bir sayfa fiilen açılmış durumda.
Tahrip edilen ülkenin yeniden inşası adı altında uygulanmaya konmaya çalışılan ABD politikası iki esas unsurdan oluşmaktadır. Bunlardan birincisi, Irakta yeni bir rejimin oluşturulması, yeni bir hükümetin seçilmesi, asayişin sağlanması, tahrip edilen altyapı tesislerinin asgari ölçüde onarılmasından oluşuyor. ABD idaresi askeri ve sivil vali atamakta, yeni rejimim oluşumuna ilişkin paketler açmakta, vaadlerde bulunmakta, Birleşmiş Milletler Örgütünü göreve çağırarak tüm dünyayı Irak halkına yardımcı olmaya davet etmektedir vb. Yani, sorunun medyaya yansıyan ve yoğun tartışma konusu olan bu ilk boyutu, ABD politikasının salt Iraka ilişkin olan yanıdır. Sorunun bu yönü tüm karmaşıklığı ve çelişkileri ile birlikte kendi içinde açımlanmayı gerektiren bir bütün oluşturmaktadır.
Fakat, ABD emperyalizminin Irakı bir laboratuvara dönüştürerek uygulamaya koyduğu politikanın ölçeği ve perspektifleri kıstas alınarak gelişmeler değerlendirilmeye çalışıldığında, Irak sorununun Iraka ilişkin bölümü, kendi içinde son derece önemli olsa bile, tali bir konuma düşmektedir. ABDnin bu politikasının içeriği daha önce tanımlanmıştı. Özetle uluslararası ilişkiler ve dengeler yeniden kalıba dökülmek istenmekte, yeni bir dünya düzeninin temelleri atılmaya çalışılmaktadır. Irak halkını boğazlayarak dünya halklarını tehdit eden ABD emperyalizmi, bu kez Irakı bir sıçrama tahtası olarak kullanıp uluslararası ilişkilere yeni bir biçim vermeye çalışmaktadır. Gelinen aşamada Irak sorunun ağırlık noktası hızla bu alana kayıyor ve en temel konuya dönüşüyor.
Irakta asayişi sağlamak amacıyla bir gönüllü koalisyonunun oluşturulmaya çalışıldığı, iki gizli toplantının ardından, resmen açıklanmış bulunuyor. Bu girişim, geçen sayıdaki değerlendirmemizde belirtildiği gibi, yalnızca ABD ve İngiliz birliklerinin Irak halkı ile karşı karşıya gelmeyi, olası bir direnişle yüzyüze kalmayı önden bertaraf etme endişesinden kaynaklanmamaktadır. Kuşkusuz girişimin böyle bir boyutu da var. Avrupa basını konuyu sadece asayişi sağlama ihtiyacından ibaret tutarak ve özüne inmeyerek ABDnin yemeği pişirdikten sonra bulaşığı başkalarına yıkatmak istemesine benzetmektedir. Oysa, ABDnin İngiltere aracılığı ile ve NATO ilişkilerini kullanarak oluşturmak istediği askeri koalisyonun misyonu ilk aşamada bulaşık yıkama olsa bile nihai perspektifi bununla sınırlı değildir. Bu girişimin arka planı, ilk aşamada, ABDin Ortadoğu ve Avrupadaki askeri mevzilenmesine yeniden biçim verme çabası ile birlikte düşünülmek durumunda. Fakat Beyaz Sarayın teorisyenleri, hem uluslararası ortamın elverişsizliğinden ötürü ve hem de geleceği ipotek altına almamak için, toplu ve son biçimi verilmiş bir proje ortaya koymak yerine politikalarını adım adım icra etme yoluna gidiyorlar.
ABD emperyalizmi Irakı bahane ederek kendisine askeri alanda bir uşak koalisyonu oluşturmaya çalışmaktadır. Buna yönelik girişimlerin ilk toplantısı 30 Nisanda, ikincisi ise 8 Mayısta Londrada yapılmış durumda. 8 Mayıs tarihli toplantıda 15 ülkenin askeri düzeyde temsil edildiği iddia edilmekte, ama katılanların listesi tam olarak açıklanmamaktadır. Sadece ABD, İngiltere, İspanya, Danimarka, Polonya ve Çek Cumhuriyetinin adları geçiyor. Üçüncü bir toplantının ise 22 Mayısta Varşovada yapılması kararı alınmış durumda.
Birleşimi gizli tutulmaya çalışılmasına karşın, Polonyaya çok özel bir yer ayrılan bu yeni askeri platformun ağırlık noktasını Doğu Avrupanın oluşturduğu kesindir. ABDnin başta Romanyanın Köstence Limanı olmak üzere, Doğu Avrupaya, yani Rusya ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki alana, askeri olarak mevzilenmek istediği gitgide açıklık kazanacaktır.
Söz konusu koalisyon, eğer Irak laboratuvarında sınandıktan sonra Washingtonun beklediği randımanı verir, kararlılık gösterirse, bazı muhtemel firelere rağmen, ABDnin gelecekteki askeri ittifakının başlangıç noktası ve çekirdek gücü olmaya adaydır. Girişimi aktüel yönünden ve itiraf edilen boyutundan ibaret görmeyen bazı Polonyalı aydınlar hemen endişelerini ifade etmeye başladılar. Bu aydınlar Irakta bulaşık yıkamayı kastetmemekte, ABD ile oluşacak farklı bir ilişkinin ileride yol açacağı sıkıntıları dile getirmektedirler. ABDnin Iraka saldırısına 80 milyon dolar karşılığında destek veren Varşova hükümetinin Başbakanı Leszek Miller, Polonyanın uluslararası konumu hiçbir zaman bu kadar güçlü olmamıştı demektedir. Oysa öğretim üyesi Zdzislaw Najder, aynı ilişki ve misyonu,saflığımız bizi vrupada Amerikalıların Truva Atı yaptı sözleriyle tanımlamaktadır. Adının açıklanmasını istemeyen bir diplomat ise, acaba giydiğimiz gömlek omuzlarımıza geniş gelmiyor mu? demektedir.
Washington Orta Avrupa merkezli yeni bir askeri ittifak oluşturma çabası içinde bulunurken ve bunu Irakta geçici bir süre için asayişi sağlamakla yükümlü göstermeye çalışırken, aslında yeni bir uluslararası saflaşmanın da ilk adımlarını atıyor. Bu girişimine paralel olarak ABD, Birleşmiş Milletleri bir insani yardım derneğine dönüştürmeye ve Güvenlik Konseyini de işlevsizleştirerek fiilen ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Colin Powell BM genel sekreterine yaptığı ziyarette, BMye Iraka insani yardımda bulunma konusunda görev düştüğünü, ABDnin buna karşı olmadığını, Güvenlik Konseyine sunulacak olan karar tasarısının BM genel sekreterine ve BMye üstelencekleri bir rol, başkan Bushun bahsettiği merkezi rolü vereceğini belirtikten sonra, Olan oldu. Artık savştan bahsetmiyoruz, barışı ve umudu konuşuyoruz. Irak halkına yardım etmekten bahsediyoruz ve karar taslağının esas amacı da budur dedi. Bu arada Beyaz Saray, Güvenlik Konseyinin toplanarak fazla tartışmaya girmeden ve gereksiz formalitelere başvurmadan Iraka karşı 1990da karara başlanmış olan yaptırımlar politikasına son vermesini, yani bu konudaki son sorumluluğunu yerine getirmesini talep etti.
Böylece, mevcut uluslararası platformların işlevsizleştirilmesi ve sabote edilmesi, ABDnin yeni oluşumuna faaliyet alanı yaratmayı da beraberinde getirmektedir. Eğer hesaplar tutarsa, bundan sonra ABD emperyalizmi, saldırganlığının meşruluk zeminini oluşturduğu bu uşak koalisyonu nezdinde aramaya gidecek, onu uluslararası cemiyetin meşru ve örgütlü ifadesi sayacaktır. Sınırları ve işlevi kasıtlı olarak muğlak tutulan ABDnin bu girişimi, eğer hayat bulursa, NATOnun statüsünün değişmesi ve Washingtonun uygun görmediği üyelerinden ayıklanması sonucunu da doğurabilecektir. Birleşmiş Milletleri bir Kızıl Haç kurumuna dönüştürmeyi planlayan ABD emperyalizminin, NATO bünyesinde, Belçika ve Lüksemburg gibi devletlerin veto hakkına katlanmaması, bu eğilimin en doğal sonuçları olmak durumunda.
ABD emperyalizminin bir çok cepheden aynı anda yürüttüğü bu saldırılara karşı ortaya henüz ciddi bir tepki konulmuş değil. Belçika Başbakanının daveti ile Chirac ve Schröder, aralarına Lüksemburg başbakanını da alarak, Brükselde biraraya geldiler ve ortak bir Avrupa savunma sisteminin geliştirilmesini konuştular. Anında Tony Blairin şiddetli eleştirilerine ve Colin Powellin aşağılayıcı alaylarına hedef olan Chirac ve Schröder, minik zirvenin sonunda yaptıkları açıklamalarda, bir araya gelmelerinin nedenleri ve amaçlarından çok ABDye karşı olmadıklarını, ona alternatif yaratmaya çalışmadıklarını kanıtlamaya çalıştılar.
Buna rağmen, ABD emperyalizminin saldırganlığına açıktan göğüs germe iradesi olmayan güçler, her ne kadar Washington ile yeniden arayı düzeltme yönünde beyanatlarda bulunsalar da, şimdilik umutlarını gizlice Irak halkına bağlamış durumdalar. Elebaşlılarını Almanya, Fransa ve Rusyanın oluşturduğü güçler, ABDye karşı aktif bir muhalefet örgütleyemiyor, ona açıktan tavır alamıyorlar. Moskova ve Brükselde olduğu gibi, arasıra birer suçlu gibi bir araya geliyor ve sonuçta neredeyse yaptıklarından utanır duruma düşüyorlar. ABDnin politikasından rahatsız olan güçlerin bugüne kadar yaptıkları zirveler, ortak bir tavır belirlemekten ve ona göre bir politika saptamaktan çok, birbirlerini şüpheli niyetlerle takip altında tutmaya çalıştıklarını ortaya koyuyor. Üzerinde mutabakata varılan, ama açık¸a ifadesi mümkün olmayan ortak beklenti, işgal güçlerinin Irakta zora girmeleri ve ABDnin şu veya bu şekilde bataklığa saplanmasıdır.
Dolayısıyla, Irak halkının işgal güçlerine karşı başlatabileceği bir direniş aynı zamanda uluslararası hesapları da bozabilecek bir öneme sahiptir.