10 Mayıs'03
Sayı: 18 (108)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD azarlıyor, uşakları hazırola geçiyor!
  Kölelik yasası TBMM Genel Kurulu'nda madde madde geçiyor...
  İşçi ve emekçilerle röportajlar...
  Kölelik yasasına karşı ilk tepkiler...
  1 Mayıs ve sınıf hareketi
  Filistin halkına onur kırıcı bir teslimiyet dayatılıyor...
  Amerikan emperyalizmi açık tehdit diplomasisine hız verdi
  Türkiye'nin Kıbrıs politikası iflas etti
  Sağlık işçilerinden çağrı:
  Saldırılara karşı mücadele barikatlarını örelim!
  Haydut takımının başı Bush'un "zafer konuşması"...
  ABD'nin Avrupa'nın göbeğinde egemenliğini yeni güçlerle inşa girişimi
  Bingöl'de önce kamu binaları çöktü!
  Deprem, ölüm ve acı kader mi?
  Fransa'da eğitim alanında eylem dalgası!
  '68'in ve Denizler'in devrimci mirasını sahiplenmek!
  Deniz, Hüseyin ve Yusuf için mesaj
  ODTÜ'de Alternatif Şenlik...
  Devlet güdümlü "Türk Solu" güruhu
  Hiçbir güç devrimci faaliyetimizi engelleyemeyecektir!
  İTÜ Şenliği nereye?
  1 Mayıs ve kamu emekçi hareketi...
  Liseli gençlik ve 1 Mayıs
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sermaye iktidarının efendisi karşısındaki çaresiz çırpınışları...

ABD azarlıyor, uşakları hazırola geçiyor!

Wolfowitz’in CNN Türk kanalından paylamalarıyla başlayan, Myers ve Grossman’ın ona destek mesajlarıyla devam eden ve son olarak da Perle’nin Forum İstanbul toplantısında yaptığı aynı doğrultuda konuşmayla bir noktaya gelip dayanan Amerikan-Türk devlet ilişkileri meselesi, medyada temel gündem haline getirilmiş durumda.

Amerikancı medyada bu gelişmelere ilişkin yorumlar,“biz demiştik, bak Amerika’yı kızdırdık, şimdi çık işin içinden çıkabilirsen” ekseninde. Ve elbette bu yorumlar, bundan sonrasına ilişkin olarak, “aman bir daha Amerika’nın sözünden dışarı çıkılmasın”a bağlanıyor. Sanki devlet cephesinde ABD’ye verilen sözlerin dışına çıkılmış, sermaye iktidarı ABD’den çok bağımsız hareket etmiş gibi.

Wolfowitz’in azarlamalarına devlet cephesinden verilen yanıtlar, aslında işin rengini olduğu gibi ortaya sermektedir. Amerika, uşağını azarlayan efendi edasıyla paylıyor, devlet erkanı ise bu paylama ve üstü örtülü tehditleri sessizlikle sineye çekiyor. ABD ile arayı bozmamak için utanmazca “biz 50 küsur yıldır Amerika’ya karşı hiç hata yapmadık, Kore’de onlar için canımızı bile verdik” laflarını geveliyorlar.

Bu tutumu eleştiren bazı medya mensupları ise, konuyu AKP hükümetiyle sınırlamak, işin günahını hükümete yıkıp siyasal enkaz altında kalan devleti kurtarmak için özel bir çaba sarfediyorlar. Oysa Amerika’da “hayal kırıklığı” yaratan, gelip geçici olan hükümet değil devletin daha temel ve kalıcı (ve kadim Amerikancı) bir kurumudur ve asıl paylama da ona yönelik. Amerika’nın bakanları, ikinci-üçüncü konumdaki yetkilileri kalkıp orduyu suçlayabiliyorlar. Ama Türkiye’de, suçlamak bir yana, eleştirmeyi dahi göze alabilecek “demokrat aydın” kesimi çıkmıyor. Konu, hükümet, AKP ve ABD arasında gezdirilip duruyor.

Açıktır ki, bu derece küstah, böylesine tacizkar söylemler, ancak onu hakedenlere yöneltilir. Nitekim Ankara veremediği yanıtlarla bu tavrı hakettiğini ortaya koymuş durumda. Hiç alınganlık sergilemiyorlar, hadlerini biliyorlar. Efendi-uşak ilişkisine uygun bir tutum sergiliyorlar.

Bu paylamalar hizaya getirme amaçlıdır

Elbette ABD’nin sorunu uşaklarını gücendirmek, kırmak ve istifaya zorlamak değildir. Sadece yola getirmek, dünyanın gözü önünde “tövbe ettirmek”, “her konuda kesin ve kör bağlılık” sözlerini tekrarlatmak istiyor. Türkiye’den, “Biz Irak konusunda hata ettik, ama şimdi anladık ve Suriye ve İran konusunda asla hata etmeyeceğiz, tam bir itaat göstereceğiz” demesini bekliyor ve istiyor.

Bu söylem Wolfovitz’le yapılan röportajda paylamaların sertliği arasına gizlendi. Ancak hemen ardından ona destek çerçevesinde ABD’den gelen diğer tüm açıklamalarda son derece açık bir biçimde vurgulandı. Özellikle Perle’nin Forum İstanbul toplantısında yaptığı konuşmada öne çıkan İran ve Suriye sorunudur. Amerika’nın, Ortadoğu’ya ve onun üzerinden giderek dünyaya yeniden çeki-düzen verme operasyonunda, Irak’tan sonra sırada İran ve Suriye’nin bulunduğunu artık herkes biliyor.

Ortadoğu için düşünülen“demokrasi”
Türkiye’deki faşist Amerikancı rejimdir

Amerika’nın Ortadoğu’da ne menem bir “yeni düzen” planladığını görmek için, önce Afganistan’a ve Irak’a, ardından da Wolfowitz’in ağzından Türkiye’ye biçilen misyona bakmak yetecektir. Afgan halkının başına Taliban rejimini bela eden de Amerika idi. Fakat bugün kurduğu rejim, rejim bile değil. Karzai Amerika’nın sözünden bir milim şaşmıyor, ancak ülkeyi değil başkenti yönetmeye bile muktedir değil. Irak’ta henüz hiçbir şey sonuçlanmış olmamakla birlikte, Amerika’nın kurmayı planladığı yeni yönetimin de Afganistan’dakinden farklı olmayacağı şimdiden yeterince açık.

Türkiye’ye gelince; tüm bölge ülkeleri gibi Türkiye de hiç kuşkusuz Ortadoğu’nun bu “yeni düzeni”ne dahildir. 50 yıllık müttefiklik, yani “stratejik uşaklık”, onu bu yeni düzene uyum göstermekten, gereklerini yerine getirmekten muaf kılamıyor. Amerika sadece, bu 50 yıllık ittifakın hatırına, Türkiye’nin kendi rızası ve isteğiyle “yeni düzen”e tam bir tabiyet göstermesini, uşaklığını tam bir sadakatle yerine getirmesini istiyor. Bu arada, yola getirdiği ve getirmeyi planladığı ülkelere de “ithal” edeceği demokrasinin tipini ifşa ediyor: Türkiye tipi bir demokrasi!

Türkiye tipi demokrasi nedir, Ortadoğu halklarına layık görülen böyle bir demokrasi tipi ABD tarafından niye bu kadar övülmektedir, diye kimse sormuyor. Ama açıkça söylüyorlar işte: Amerikancı bir ordunun “liderliğinde” göstermelik bir parlamenter rejim... Parlamento da kuşkusuz Amerika tarafından belirlenmelidir. Ancak, demokrasinin cilvesi gereği, eğer parlamentodan farklı sesler çıkacak olursa, “bizim oğlanlar” dedikleri apoletliler hemen gereğini yapmalıdırlar. İster “balans ayarı”ıyla, ister darbeyle... Önemli olan, her koşulda Amerikan çıkarlarının korunup-kollanmasıdır.

Yaşanan son gelişmeler, bu “koruyup-kollama” meselesinde en küçük bir gevşeklik söz konusu olduğunda, ABD’nin nasıl bir tavır göstereceği ortaya koymuş bulunuyor. Bu çerçevede Türk devletine ve ordusuna yönelik azarlamalar, aslında tüm bölge devletlerine de mesajlar içeriyor. “ABD liderliğini kabul etmek yetmez”, denilmek isteniyor. Tam bir itaat, tam bir boyun eğme ve teslimiyet gerektiği vurgulanmış oluyor.

Türk devletinin Amerikancılığı dünyada olduğu kadar Ortadoğu’da da görülen, bilinen bir gerçek. 50 yıldır ABD’nin bir dediğini ikiletmeyen, Sovyetler Birliği’ne, Ortadoğu ve Asya halklarına karşı Amerika’nın ileri karakolluğunu, İslam dünyası içinde ajanlığını üstlenen ve AB’de üstlenmeye çalışan Türk devletini böylesine rezil rüsva edecek şekilde davranırsa, karşısına aldığı devletlere kimbilir neler yapmaz ki!

Belirleyici olan Amerikan uşağı iktidarların değil
işçi sınıfı ve emekçi halkların tutumudur

Amerika’nın mesajları, niyetleri ve planları son derece açık.

Amerikan uydusu devletlerin buna karşı nasıl bir tutum göstereceği de örneklerle ortada.

Ama asıl önemli olan devletler değil, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin göstereceği tutumdur. Ortadoğu’da ve dünyada yeni Amerikan düzenine boyun mu eğilecektir, yoksa yeni bir anti-emperyalist/anti-kapitalist mücadele dalgasıyla bu emperyalist saldırı kırılacak ve halkların özgürlüğü, bağımsızlığı ve kardeşliğini temel alan yeni bir çağın, sosyalist devrimler çağının kapıları mı açılacaktır?

Emperyalizmin dünya ölçüsündeki saldırganlığına karşı başlayan, Irak’a yönelik saldırıyla doruğa çıkan yaygın ve kitlesel mücadele, dünya halklarının Pax-Amerikana’ya kolayından boyun eğmeyeceğini, dolayısıyla ikinci şıkkın giderek tek seçenek haline gelmekte olduğunu göstermiş bulunuyor. Dünya proletaryasının 100 yıllık şiarı, “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!”, şimdi tüm dünya halklarının, yavaş yavaş da olsa dillendirmeye başladığı ortak bir şiardır. Emperyalist haydutbaşının dünyaya bir an önce çeki-düzen verme telaşı, biraz da bu gelişmelerden duyduğu kaygı yüzündendir.