22 Şubat '03
Sayı: 07 (97)


  Kızıl Bayrak'tan
  Dünya ölçüsünde büyüyen anti-emperyalist mücadele dinamikleri
  Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı
  Savaş pazarlığında son perde
  ABD uşağı AKP hükümeti istifa!
  BDSP’nin işçilere ve emekçilere 1 Mart çağrısı...
  15 Şubat gösterileri: Dünya emekçilerinin mücadelesinde bir kilometre taşı..
  Berlin’de görkemli savaş karşıtı gösteri
  Dünyanın dört bir yanında milyonların katıldığı görkemli gösteriler...
  Dünyada 15 Şubat eylemlerinden...
  İsviçre’de 40 bin kişi savaşa karşı alanlardaydı...
  Emperyalist savaşa karşı mücadele ve “savunma savaşı” safsatası...
  Savaşın gerçekleri ve medyanın yalanları
  Kadın sorunu ve kadın çalışmasının sorunları üzerine
  Toplumsal hayatın her alanında kadın-erkek eşitliği!
  Kölelik yasa tasarısı üzerinden sürdürülen pazarlıklar...
  Yeni iş yasa tasarısına karşı sendika şubelerinin çağrısı...
  Savaşın faturası işçi ve emekçilere çıkarılacak!
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  BES 1 No’lu Şube Eğitim Sekreteri Ahmet Turan’la savaş üzerine konuştuk...
  Münih’deki NATO savaş zirvesine karşı onbinler yürüdü!
  Çok kutupluluğa geçiş sancıları mıı
  Konfeksiyon işçilerinden konfeksiyon işçilerine...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Konfeksiyon işçilerinden konfeksiyon işçilerine:

Yarınları yaşanır kılmak için örgütlenelim!

Kurban Bayramı öncesinde bütün konfeksiyon atölyelerinde yoğun mesailerin olduğunu tekstil işçisi arkadaşlar en yakından bilenlerdir. Adeta canımız çıkarcasına çalıştırılıyoruz. Sanmayın ki bu kadar çok mesaiye kaldığımızda yüksek mesai ücreti alıyoruz. Tam tersine her zaman işçiler yaşamlarından fedakarlık yaptıkları halde günde 14 saate varan çalışmanın karşılığı sadece maaş olabiliyor. O da atölye firmadan parasını aldıysa. Firmadan para alamamasını maaşlarımızın tam olarak ödenmemesinin gerekçesi olarak sunuyor patronlar. Büyük firmaların tekstil atölyelerini istedikleri gibi kullanıyorlar. Malları en ucuza hangi atölye dikerse oraya veriyorlar. Atölye sahibi de bu işten iyi bir kâr elde etmesi için, işçilik ücretlerini neredeyse bedavaya getirerek işçiler üzerinde her türlü oyunlarını oynuyor. İşte bayramlar onlariçin en iyi fırsattır.

Biz de yaklaşık 15 kişilik konfeksiyon atölyesinde bayram tatili öncesinde doludizgin çalışıyorduk. Doğru dürüst nefes alacak halimiz bile yoktu. Patron işler istediği gibi gitmeyince atölyenin ortasında tehditler savuruyordu. İşi zamanında bitirmezsek bizler de para alamazmışız. Aylardır işçilerin maaşını geciktirerek ödemesinin yanında mesai paralarını da 4 aydır ödemiyor. Sürekli bir ay sonrasına erteliyor. Şeker bayramı ve bayramda mesai paralarının ödeneceğine söz vermişti. O zaman da bizler gece yarılarına kadar mesailere kalmıştık. Ama sonuçta tabii ki mesai paraları ödenmedi. Yine aynı durum söz konusu oldu.

Birkaç işçi arkadaşla bir gün öğle paydosunda oturduk sohbet ediyoruz. Birkaç gün yoğun çalışma işçilerde sinirleri iyice germişti. Birkaç saat önce patron ortacı bayan arkadaşa herkesin içinde bağırdı. Nedeni ise işler karışmışmış. Onlar için günah keçisi bu kez de ortacı bayan arkadaşımız oldu. İşçi arkadaş patronun bağırması karşısında bir söz söyleyemedi. Öğle paydosunda patronla konuşmaya bürosuna gitti.

Mektuba yazacak bir sorun daha çıkmıştı. Bizler yemekhanede dinleniyorduk. Bir yerden kağıt ve kalem buldum. Arkadaşlara işçi ve emekçiler için çıkan haftalık bir gazete olduğunu söyledim ve bu yaşadıklarımızı oraya yazalım dedim. Bu önerime olumlu yaklaştılar. Ben sorunları yazarken arkadaşlar bir çok sorunu sıraladılar. Şunu da bunu da yaz, bak arkadaşımız sorunu konuşmaya gitti ama patron ona bağırıyor, bunu da aynen yaz gibi. İlk defa böyle bir durumla karşılaştıkları için önemli buldular. Bana “abla yazımız gerçekten çıkar mı” sözüne karşın “tabii ki çıkar neden çıkmasın ki” dedim. Bir taraftan yazı için canlı tartışmalarımızı sürdürürken, büroda hala patronla işçi arkadaşın tartışmaları devam ediyordu. İşçi arkadaşa kendini savunma hakkı bile tanınmak istenmiyor, her durumda patron kendini haklı çıkarmaya &ccedl;alışıyordu. Arkadaşlar daha önceki atölyelerde de benzer çalışma koşullarında çalıştıkları için sorunlarımızı ortaklaştırdık.

Bayram üzeri çalışma saatleri 14 saate çıkarıldı, Cumartesi ve Pazar günleri de çalışıyoruz, sabahlamalar da cabası. Ailelerimizle görüşemez olduk. Çalışıyoruz, eve gidip uyuyup sabah tekrar işe geliyoruz. Uyuduğumuz zaman ise en fazla 5 saattir. Yorgun bedenlerimizle ertesi gün daha da yorulmuş olarak eve geliyoruz. Ülke gündeminden uzak yaşıyoruz. ABD yakında Irak halkına saldıracak ve buralarda binlerce insan katledilecek. Türk hükümeti her türlü uşaklığını göstererek bu savaşta yerini alacak. Tabur tabur askeri cepheye taşımaya başladı. Ama bu tür konular arkadaşların günlük konuşmalarında sık geçmiyor. Kafalar işlerin bir an evvel bitirilmesine öyle yoğunlaşmış ki. Her şeyden uzaklar.

Aylıkları düzenli alamıyoruz, çok geç alıyoruz. Sigorta yapılmıyor, işçiler de sigorta için ısrarlı değil. Atölye sahipleri mesai paralarını genellikle ödemeyi tercih etmiyorlar ya da aylar sonra o da kuşa çevrilmiş olarak ödeniyor. İşçi işe gelmediği zaman patron kafasına göre ya 2 ya da 3 günlüğünü kesebiliyor. İşler tamir çıktığında yine işçinin mesai ücretinden kesiliyor.

İşi bırakıp giden işçi arkadaşlar çoğu zaman paralarını dahi alamıyorlar. İşçi işten ayrılmak istediğinde çıkmakta zorlanıyor. Ne zaman ki onun yerine bir işçi gelecek o zaman çıkabilir. Yani işçinin ne zamana kadar çalışacağına patron karar veriyor. Oysa bir işçinin sorunu olduğunda hiç ilgilenilmiyor, işi çoğu zaman hakaretle karşılaşıyor. Çıkarları için işçilere sürekli yalan söylemek atölye sahipleri arasında yaygındır. Atölyelerde çalışan işçi arkadaşların aralarında da sorunlar yaşanıyor. Genellikle makineci arkadaşlar ortacıya karşı iyi davranmıyorlar. İşçi işçiyi ezebiliyor, bu da işçilerin en olumsuz yönüdür. Bizler sabahlamaya bırakıldığımızda yol sorunumuz ortaya çıkıyor. Bize “işi bitenler eve gidebilir” deniliyor. Fakat bize servis verilmiyor. Arkadaşlar 24 saat çalımanın ardından kendi imkanlarıyla eve gidebiliyor. Bizlerin yol güvenliği düşünülmüyor. Sağlıksız çalışma koşulları, rutubeti bol olan atölyelerde özellikle gribal ve romatizmal hastalıklar oldukça sık yaşanmakta. Bir çok atölyede yemekler güzel verilmiyor. Tekstil alanının en yoğun sömürüyü yaşadığı küçük atölyelerde genellikle gençlerden oluşan yüzbinlerce iş¸i çalışmakta.

Aslında konfeksiyon atölyelerinde işçilerin her gün birebir yaşadıkları sorunları yazmakla bitiremeyiz. Önemli olan bu sorunlara karşı bizlerin duyarlı olması. Kölece çalışma koşullarına karşı savaş açmamız gerekir. Bu da ancak konfeksiyon işçilerinin bir araya gelip örgütlenmesiyle olur. Konfeksiyon atölyelerindeki sorunları örgütlü mücadeleyle aşabiliriz. Bu mektupla sesimizin ulaştığı konfeksiyon işçisi arkadaşlara bizlerin çağrısıdır. Bu günün işini yarına ertelemeyelim. Yarınları yaşanır kılmak için gelin konfeksiyon atölyelerinde örgütlenelim! Kazanacağımız çok şey olacaktır. Kaybedeceğimiz mi? Gün be gün yitirdiklerimize bir bakalım, beklemekle ya da sabretmekle ne hale geldik. Bu gün koşullardan şikayet ediyorsak suçu kendimizde arayalım.

Bir grup konfeksiyon işçisi/Ümraniye



Sınıfsal sorumluluğumuzun farkına varalım artık!

İşçi arkadaş,

Haydut ABD kanlı siciline bir yenisini eklemek istiyor. Satılmış uşaklarını ve medyayı da arkasına alarak, Irak petrolleri için kardeş Irak halkını boğazlamamızı istiyor. ABD uşağı hükümet de eğer savaşa girmezsek daha fazla ABD askeri ölür diyerek bizi enayi yerine koyuyor, savaşa gönüllü girmemizi isteyecek kadar arsızlaşıyor.

Evet işçi arkadaş, kapalı kapılar ardında kanımız çoktan pazarlandı, şu an sadece fiyatı artırmaya çalışıyorlar. Yıllardır İMF politikalarıyla ümüğümüzü sıktıkları yetmiyormuş gibi, şimdi bir de savaş gerekçesiyle ardı arkası kesilmeyen zamlar ve işten atmalarla karşı karşıyayız. Yani savaşın bize daha fazla açlık ve sefelatten başka hiçbir şey getirmeyeceğini ‘91’deki Körfez savaşından sonra yüz milyar doları bulan maddi kayıptan biliyoruz.

Artık buna dur demenin bir zamanı gelmedi mi? Kokuşmuş karanlığımızı yırtıp atmanın zamanı gelmedi mi? Daha da birilerinin gelip bizleri kurtarmasını beklemeye devam mı edeceğiz? İşte son seçtiğimiz AK Parti’nin durumu ortada değil mi? En az Ecevit kadar ABD’ye uşaklıkta sınır tanımıyor. Bir başkası gelseydi farklı mı olacaktı? Farklı olmayacağını kundaktaki bebek bile biliyor.

Yıllardır bizi koyun yerine koyarak her koyun kendi bacağından asılır deyip güttüler. Yıllardır yüreklerimize düşmanlık tohumları ekerek bizi birbirimize kırdırdılar. Oysa biz koskoca bir orduyuz, işçi sınıfıyız. Her şeyi üreten biziz, biz bu gücümüzün farkına varıp üretimden gelen gücümüzü kullanırsak hangi güç önümüzde durabilir? Artık gemisini kurtaran kaptan dönemi çoktan bitti. Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır. Yeter ki o nasırlı ellerimizi toprağa basıp belimizi doğrultalım. Yeter ki “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz!” diyerek kenetlenelim. İşte o zaman gündüzlerinde işsiz gezilmeyen, gecelerinde aç yatılmayan başka bir dünyanın mümkün olduğunu göreceğiz. Evet işçi arkadaş, biz, çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmanın ancak örgütlü mücadleyle mümkün olduğuna inanıyoruz? Ya sen işçi arkadaş, çocuklarına işsizlik, açlık, sefalatten başka ne bırakacaksın?

Bir tekstil işçisi