15 Şubat gösterileri: Dünya emekçilerinin mücadelesinde bir kilometre taşı...
Emperyalist savaşa karşı büyüyen tepkiler ve derinleşen çıkar çatışmaları Emekçi kitlelerin alanlara çıkması için Kriz içinde debelenen kapitalizme nefes aldırtmak için Irak halkını boğazlamaya kalkışan ABD emperyalizmi 15 Şubat günü ilk kez hiç ummadığı bir ilk meydan dayağı yedi. Sesi dünyanın dört bir yanında, özellikle de savaş tellallarının ve onların uşaklarının suratlarında yankılanan bu tokatın dünya tarihinde bir ilk olduğu açıktır. Denilebilir ki, dünya halkları ilk kez bu kadar görkemli ve eşgüdümlü bir tarzda sokaklara dökülüyorlar, meydanlarda emperyalist bir gücün savaş politikasını protesto ve mahkum ediyorlar. 15 Şubat eyleminin eşgüdümlülüğü, emekçi halk kitlelerinin öfkesinin de artık küreselleşmeye başladığını gösteriyor. Savaşa karşı yükselen bu kitlesel tepkinin önemini ve anlamını daha da arttıran veri, onun gerçekleştiği ortamın politik niteliğidir. Dikkate değer olan, dünya halklarının savaş kundakçılarına olan nefretlerini haykırmak için yapılan sıradan bir çağrıyı fırsat olarak yakalamış ve bu kadar isabetli değerlendirmiş olmalarıdır. Sermayenin şiddeti günübirlik artan saldırıları karşısında genelde yorgun düşmüş, kitleleri seferber etme yeteneklerini yitirmiş parti, sendika ve derneklerin yaptıkları çağrının böylesine bir gövde gösterisine dönüştürülmüş olması başlı başına bir olaydır, açığa çıkmakta zorlanan emekçi kitle dinamiklerinin tablosunu çizmektedir. New Yorktan Sidneye, Johanesbourgdan Osloya uzanan savaş karşıtı dalga, yosun bağlamış tabuları sarsan insan seli, yalnızca savaşa karşı göstrilen tepkinin ölçeğini değil, döneme damgasını basan düzene karşı birikmiş olan tepkilerin boyutlarını da ortaya koyuyor. Bu kitlesel eylemlilik, kısa vadede akibeti ne olursa olsun, gelecek için bir başlangıç noktası, bir kilometre taşı olma özelliği taşıyor. 15 Şubat: Halkların birikmiş tepkisi ve 15 Şubat eyleminin kendisini ve onu çevreleyen gelişmeleri birçok konuyla birlikte ve bütünlük içinde değerlendirmek gerekiyor. Herşeyden önce, Irak krizinin neden olduğu gelişmeler uluslararası ilişkilerde artık bir dönemin kapanma sürecine girmek zorunda olduğunu gösteriyor. Bu dönem, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ard.ndan, önce kutsanan ve ardından da zorla dayatılan tek sesli, tek kutuplu, Washingtonun emperyalist çıkarlarına endeksli yeni dünya düzeni dir. Irak krizi vesilesiyle, önce Birleşmiş Milletler ve ardından NATO bünyesinde açığa çıkan çelişkiler, yaşanan saflaşmalar artık bir sonun başlangıcına gelindiğinin göstergesi, ön işaretleri. Üstelik, 15 Şubat eylemi diplomasi kulislerinde, pazarlık masalarında uç gösteren sözkonusu anlaşmazlıkları, saflaşmaları sokağa taşımış, onlara artık geriye dönülmesi mümkün olmayan bir nitelik kazandırmıştır. Dolayısıyla, önümüzdeki günlerde Irak konusunda varılması lası olan ve hatta kaçınılmaz görünen uzlaşmalar, anlaşmalar, tarihsel açıdan geçici kalmak zorundadır ve artık dünya Pentagonun düdük sesini duyar duymaz uygun adımlarla yürümek istemeyecektir. 15 Şubat günü dünya halklarının, dolaylı da olsa, nefretle andıkları yeni dünya düzeni ilk Körfez savaşı döneminde yürürlüğe girdi. ABD emperyalizminin 90lı yılların başından itibaren barış, demokrasi ve özgürlük kavramlarını kılıf ederek dünya çapında fiilen tesis etmeye başladığı ve aynı zamanda teorileştirdiği diktatörlük bir gün mutlaka hak ettiği kitle tepkisi ile karşı karşıya gelmek ve bir vesile ile sınava girmek zorunda idi. 15 Şubat gösterileri hiçbir muğlaklığa yer vermeksizin halkların birikmiş olan tepkisini, emekçi kitlelerin öfkesini sokağa taşıd . Tabandan ve dünyanın dört bir yanından aynı anda yükselen bu gür ses aynı zamanda başka eylemlere çıkartılmış bir davetiyedir. ABD emperyalizminin gelecekte yüzyüze kalacağı sınavlara işaret etmektedir. Zira, ilk Körfez savaşı sırasında ABDnin giriştiği ve dünyanın toplamına hitap eden militarist gövde gösterisi yaşanan sürecin köşe taşlarını döşemiş, onun tüm rakiplerini ve muhaliflerini yedeğine almasıyla sonuçlanmıştı. On yılı aşkın bir süredir ABD emperyalizmi barış, demokrasi ve özgürlük yaftası altında dünyayı bir şamar oğlanına çevirmiş durumda, tam bir gangester gibi seçtiği ülkeye istediği anda ve uygun gördüğü yoğunlukla saldırmakta, katli vacip ülke listesi yayınlamaktadır. Astarı barış, demokrasi ve özgürlük, aslı ise barbarlık olan bu emperyalist politikayı artık mazlum halklar ve emekçi kitleler nezdinde gerekçelendirip meşrulaştırmak zorlaşıyor. Deyim yerindeyse ABD egemenliğinin yalan kredisi azalmaya, alacaklılar da kapıya dayanmaya başladı. Ayrıca, Sovyetler Birli&curen;inin dağılması ve çökmesi ile birlikte dengeleri tamamen ABDnin lehine bozulan emperyalist-kapitalist sistem, kendi iç çelişkilerini ve bünyesindeki çıkar çatışmalarını, ikiyüzlülükle örtüşen uzlaşmalarla telafi edemez bir noktaya geldi. Bir dönüm noktasının başlangıcı Açıktır ki, uluslararası ilişkilerde bir dönüm noktasının başlangıcının ifadesi bu veriler henüz pratiğe damgalarını vurmaktan uzaktırlar. Başka bir ifade ile, halkların kabaran tepkisine ve emperyalist-kapitalist sistemin bünyesinde yeşeren nispi kutuplaşmaya karşın, ABD emperyalizminin tüm hazırlıklarını tamamlamış olduğu yeni Körfez savaşının senaryosunu bozmak hiç de kolay olmayacaktır. Eğer emekçi kitleler kolaylıkla yeni 15 Şubatlar düzenleyebilecek bir politik bilince ve örgütlülüğe sahip olmuş olsalardı, süreç kuşkusuz farklı bir yörüngeye girerdi. Dünyanın ayağa kalkması sonucu Pentagonun Körfez ve çevresinde mevzilendirdiği savaş makinasını susturmak hiç de zor olmazdı. Denilebilir ki, Vietnam savaşı döneminde yaşanan dev kitle gösterileri ABDnin bu ülkeyi ateşe vermesine engel olamadı. Vietnam savaşı hiçir zaman dünya ölçeğinde bu ölçüde eşgüdümlü bir kitlesel tepki görmediği gibi ABD emperyalizminin saldırganlığı sağlam ideolojik dayanaklara sahipti. Komünizm tehlikesini bertaraf etmek için ABD politikası tüm dünya gericiliğinden destek alıyordu. Oysa Iraka saldırı, bu ülke halkının imhası, Saddamın arasıra havaya kaldırdığı tüfeğin varlığı üzerine bina ediliyor. Irakın kitle imha silahlarına sahip olduğu ve bunların Saddamın özel saraylarında istif edilmiş olabileceği iddiası yorum dahi gerektirmeyecek bir ciddiyetsizliktir. Irak askeri donanım bakımından en zinde olduğu bir dönemde, 1991 savaşı sırasında İsraile 39 Scud füzesi atmış ve ancak iki kişinin ölümüne sebep olmuştu. Rejimin elinde bulunan tüm ciddi silah stoklarının savaştan sonra Birleşmiş Milletler müffettişleri tarafından imha edildiklerini Washington ve uşakları dışında kabul ve itiraf etmeyen yoktur. Buradan doğan gerekçe açığını ABDnin eski iş ortağı Bin Ladinle kapatmak için tüm istihbarat birimleri bir yılı aşkın bir süre uğraştılar. Ancak onu ABDnin Körfez senaryosuna dahil etirebilecek bir ipucu dahi bulamadılar. Tony Blair utanmadan Afrikalı bir öğrencinin 90lı yılların başında Irakın silahlanması konusunda hazırladığı tezin içerdiği rakamları bugünkü savaş hazırlıkları için kanıt göstermeye kalkıştı. Aynı tezin bir fotokopisini de Colin Powel aynı arsızlıkla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyindeki tartışmada kullandı. Washingtonun dünyaya dayattığı tek sesliliğin bir gün mutlaka bozulmasının kaçınılmazlığı sadece emek-sermaye çelişkisinden doğmuyor, egemen sistemin kendisi, kapitalizmin yapısal çelişkileri de bunu gerektiriyor, zorunlulaştırıyor. Artık bir sır olmaktan çıktı; egemen iktisadi sistemin bünyesindeki uzlaşmaz çıkar çelişkileri hasır altı edile edile çekilemez bir düzeye ulaşmaya başladı. Soğuk savaş döneminde emperyalist güçler Sovyetler Birliğine karşı birliklerini korumak için birbirlerine taviz veriyor, uzlaşıyor, ufak tefek sorunları pek problem etmiyorlardı. İlk Körfez savaşı döneminde, yeni dünya düzeninin koro halinde kutsandığı bir ortamda, bunların bir gün bir köşede kapışmak zorunda kalacakları iddia edilmişti. Nihayet, bugün birbirlerine sitem ediyorlar, yarın çatışma daha açık bir bi&cceil;imde dışa vuracak ve sonuçta kapışmak zorunda kalacaklar. Bushun geçenlerde eline tutuşturulan bir kağıttan okuduğu açıklama sorunun ciddiyetini açık seçik ortaya koymaktadır: Saddam rejimi yıkıldıktan ve Irak silahsızlandırıldıktan sonra bu ülkenin petrolünden Rusya ve Fransaya bir şey verilmeyecektir! Irakın dünya petrol rezervlerinin çok önemli bir bölümüne sahip olduğu ve perolün de kapitalist ekonomideki can alıcı önemi hesaba katıldığında, bu tehditin kapsamının anlaşılması, sonuçlarının tahmini hiç de zor değildir. Bunalımı derinleşen kapitalist sisteme ABDnin Iraka saldırı hazırlıkları genelde tekil açıklamalara dayandırılıyor; petrol savaşı, Bushun seçim yatırımı, Saddam rejiminin silahsızlandırılması, 11 Eylül eylemlerinin intikamının alınması vb... Kuşkusuz, yer yer toplu değerlendirmeler de yapılmakta, fakat esas neden, anlaşılır nedenlerle, tali etkenlere boğdurulmaktadır. Oysa, bu savaş ne sadece bir petrol savaşı ne de bir seçim yatırımıdır. Bu savaş, bunalımı derinleşen kapitalist sisteme taze kan taşımak için planlanan bir katliamdır, bir yıkımdır ve beraberinde ABDnin dünya jandarmalığı rolünü pekiştirme, rakiplerini dizginleme, bölgeye yerleşme, petrol gaspı, seçim yatırımı, intikam alma gibi oldukça çok sayıda alt hesapları da mevcuttur. Dolayısıyla, genelde tarihin her döneminde olduğu gibi bu kez de savaş seferberliğinin temelinde ve özünde iktisadi bunalım yatmaktadır. Çünkü kapitalist sistem çok ciddi bir krizle yüzyüze. Ona lokomotif işlevi gören ABD ekonomisi fena bir durgunluk ve daralma dönemi yaşıyor. İktisadi yapının en temel göstergeleri düzenli bir bozulma seyri izliyor. Kalkınma hızı ve üretim sürekli gerileyerek işizliği arttırıyor, kitlelerin alım gücünü düşürüyor ve dolayısıyla tüketim azalıyor. Sermaye sınıfı sistemin içinde bocaladığı bu kısır döngüyü, çıkmazı bütçe uyarlamaları, faiz oranların.n değiştirilmesi türünden teknik müdahalelerle, borsa oyunlarıyla aşamıyor. Önemli ölçüde entegre olmuş dünya ekonomisinin lokomotifi durumunda olan ABD ekonomisine Bush yönetiminin sunduğu re¸ete son derece basit. Bush yönetimi petrol tekelleri ve askeri sanayinin temsilcilerinden oluşan bir koalisyondan oluşuyor. Bu ekibin izlediği iktisadi politika da, doğal olarak, sözcüsü olduğu tekellerin çıkarlarını korumak, pazarlarını genişletmekte ifadesini buluyor. Onun için yeni bir Körfez savaşı sözkonusu çıkmazın alternatifi olarak kendiliğinden gündeme geliyor, hem petrol tekellerinin hem de silah sanayisinin tmel taleplerine denk düşüyor. Diğer emperyalistler ABD ile cepheden ABDnin Iraka yerleşerek petrol kuyularının başına geçmeye kalkışması diğer orta ve küçük ölçekli emperyalist güçleri tedirgin etmekte, ürkütmektedir. Geçmişte ABD ile birlikte hareket ederek ganimetten pay almayı düşünenler, ilk Körfez savaşının ardından, Washingtonun insafına kalmış bir sadaka ile teselli olmak zorunda kaldıklarını gördüler. Çelişkinin maddi çıkar boyutunun yanıs.ra bir de sorunun onur boyutu var. Ahlaki bozulmanın zirvede olduğu, savaş için Chiracın Terbiyesizler, size ancak susmak düşer! dediği, Doğu Avrupa devletlerinin imza kampanyaları düzenledikleri bir ortamda, Fransa ile Almanya belli bir tavır takındılar. Sonunu getirmeseler bile, ki direnme kudretinden yoksunlar, neden oldukları tartışma savaş karşıtı kamuoyunun güçlenmesine hizmet etti. Diğer taraftan, Chirac, Schröder ve Putin üçlüsünün yaptıkları görüşmelerden çıkan sonuç net bir saflaşmanın henüz olgunlaşmadığını gösteriyor. Putinin Berlin ve Paris ziyaretleri sırasında yapılan ikili görüşmeler ve yayınlanan ortak bildiriler ilk etapta Irak krizi konusunda ortaya bir Paris, Berlin, Moskova ve Pekin ortak cephesi çıkardığı izlenimi yarattı. Özellikle ilk üçünün Birleşmiş Milletler Örgütü bünyesinde takınılacak tavır konusunda sürekli temas içinde oldukları ve kordineli bir tarzda hareket ettikleri iddia edildi. Ancak gizlenen küçük hesaplar sorunun hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Muhtemelen, Berlin ve özellikle de Paris, ABD politikasına karşı açılan cephenin ihalesini Putine havale etmek istediler. ABDnin küstahlığının ancak Rusya gibi bir g&uul;cün takınacağı net tavır ve red misyonunu üslenmesiyle dengelenebileceği hesaplandı. Putinin böyle bir misyonu üstlenmesi aynı zamanda Paris ve Berlinin işin içinden sıyrılıp, ABDnin politik sald.rılarının hedefi olmaktan kısmen kurtulmalarını da beraberinde getirecekti. Sözlü ifadeler böyle bir eğilimi doğrular nitelikte olsa da, pratikte Putinin bu türden bir rolü üstlenmeye, ABDye do&curre;rudan bayrak açmaya yanaşmadığını gösteriyor. Rusyanın, takatsızlığından bağımsız olarak, doğrudan hedef alınmadıkça ABD ile ilişkilerini kollamaya öncelik tanıdığı bir kez daha netleşmiş durumda. Kısacası, çıkarları ABD ile çelişen güçler Hans Blixin arkasına saklanarak politika üretmenin mümkün olmadığını gördükten sonra, bu kez birbirlerinin arkasına saklanarak tavır belirlemee çalışıyorlar. Savaşın finansmanı önemli bir sorun ABDnin binbir dereden su taşıyarak gerekçelendirmeye, haklı göstermeye, bir an önce başlatılması gerektiğini kabul ettirmeye çalıştığı ikinci Körfez savaşının önemli bir boyutu, denebilir ki, asla tartışma konusu edilmemektedir. Bu boyut, sadece takvim ve öncelikler meselesinden kaynaklanmayan, savaşın finansmanı sorunudur. İlk Körfez savaşının maliyeti ABDnin verdiği rakamlara göre 100 milyar doları aşmıştı. Bu faturanın yarısından fazlasını, muhtemelen 68 milyar dolarını Almanya, Japonya ve Suudi Arabistan karşılamışlardı. Bundan birkaç ay önce Bush Iraka yeni bir müdahalenin tutarının 200 milyar doları aşacağını açıkladı ve ondan bu yana konu bir daha açılmadı. Savaştan sonra ABD bölgeye yığdığı dev savaş makinasının masraflarını ve elden çıkaracağı eski silahlar ile deneyeceği yeni silahların faturasını birilerine önce sunmak sonra da dayatmak durumundadır. 1991de petrol monarşilerinin hazır kasaları boşaltıldı ve onlar bugüne kadar eski mali güçlerine ulaşamadılar. Aynı şekilde o dönem iktisadi durumları son derece parlak olan Almanya ve Japonya krizin pençesinde kıvranıyorlar, taraf olmadıkları bir savaşın yüklü faturasını ödeyecek durumda değiller. ABD için bu faturayı Birleşmiş Milletler aracılığı ile tahsil etmek de pek kolay olmayacaktır, çünkü Washington bu kuruma olan birikmiş üye aidatı borcunu dahi ödememektedir. Kısacası bu bakımdan da uluslararası ilişkilerin alışılmış ahengi bozulmak zorunda kalacaktır. ABDnin katliam kararlılığının faturası ağır olacaktır Her halükarda, ABD emperyalizmi birkaç aydır yaptığı hazırlıkların ve bölgeye yığdığı dev askeri donanımın ardından kolay kolay geri adım atmayacak ve Körfezden ayrılmayacaktır. Eğer son anda, çok çok zayıf bir ihtimal de olsa, beklenmedik gelişmeler karşısında ABD savaştan vazgeçse bile istediği tavizi koparabilecek konumdadır. Krizin diplomatik yoldan çözümünü isteyen güçler bunun Saddam ve yakın çevresinin sürgünü ile sağlanabileceğini umuyorlar. Ancak, Washington çubuğun seviyesini o kadar yüksek tutmuş, savaşın misyonunu o kadar geniş belirlemiştir ki, ara çözümler imkansız görünüyor. Hazırlanan ve bazı yönleri ile kamuoyuna açıklanan senaryoya göre, uşak bir rejim oluşturulana kadar, ABD Irakı belli bir süre askeri vali aracılığı ile doğrudan yönetmey planlamış durumda. Böylece, bir askeri üsse dönüştürmeyi planladığı Iraktan hareketle petrol kaynaklarına sahip bölgeyi politik bakımdan yeniden biçimlendirmeyi, hatta sınırları dahi oynatmayı düşünüyor. Bu planlar somut olarak uygulamaya konulduğunda, ABDnin sonradan söndürmekte zorluk çekeceği bir yangını tutuşturma tehlikesi var. Washingtonun böyle bir riski göze almış olmasının iki açıklaması var. Birincisi, onun dünya jandarmalığı rolünü sürdürmekte ciddi kuşkuları olduğunu ve hakimiyetine henüz doğrudan bayrak açılmadan riskin faturasını göze alarak egemenliğini yeniden tesis etmek istediğini gösteriyor. Buna bağlı olarak onun temel enerji kaynaklarını doğrudan kontrol altına almaya çalışması gelecek rekabet ve çatışmalar için bir ön tedbir. İkincisi, ABDnin son yıllarda elde ettiği kayıpsız savaşım kolaylığı onun maceracı yönünü körüklüyor. Zira, ilk Körfez savaşından bu yana ABDnin tek başına ya da çömezleri ile birlikte Balkanlarda, Afganistan&146;da düzenlediği askeri seferler çığırından çıkmadan sonuçlandırıldılar. Askeri teknoloji, karaya ayak basmadan bir ülkeyi tahrip etme olanakları ABD burjuvazisinin gözünde savaşı bir oyuncağa dönüştürmüş durumda. Onun için, Pentagon bu teknikle ve kayıp vermeden iradesini dünya halklarına dayatmayı rehber edinmiş görünüyor. Ancak, Amerikan petrol tekellerinin petrol kuyularının başına oturmaları için ABD birliklerinin karaya ayak basmaları, Bağdata girmeleri gerekiyor. Acaba, Irak halkı, 1991 yılında yüzbinlerce insanı katleden, ülkeyi günübirlik bombalayan, dayattığı ambargo ile yüzbinlerce insanın bakımsızlıktan ve hastalıktan kırılmalarına neden olan ABDnin ordusunu nasıl karşıları Bir kurtarıcı gibi miı 1991 saldırısı Irakı onlarca yıl geriye götürdü, yoklukların, kıtlıkların, sefaletlerin, acıların vatanı yaptı. Bu kez 1991 saldırısı tamamlanmak, bu ülke halkının yalnız petrolüne değil herşeyine el konmak, ABD emperyalizminin stratejik çıkarlarını teminat altına almak için köleleştirilmek isteniyor. Ancak, Irak halkının kanı, bugüne kadar nice kanlar emmiş kapitalist sistemi ve ABD emperyalizmini dar boğazdan çıkarmaya yetmeyecek, tıpkı Vietnamda olduğu gibi boğazlarına bi bıçak gibi saplanacaktır. |
|||||