Çifte sömürüye, eşitsizliğe, ezilmişliğe karşı mücadeleye!..
Toplumsal hayatın her alanında Fabrikada, atölyede azgınca sömürülen, Tarlada kızgın güneşin altında emeğinin karşılığını alamadan çalışan, Savaşlarda açlığa, yoksulluğa mahkum edilen, kitlesel tecavüzlere uğrayan, Ev işlerinin, çocuk bakımının değişmez kölesi olan, Geleneklerle baskı altına alınan, horlanan, aşağılanan kadınlar!.. İnsanlık ordusunun yarısı emekçi kadınlar! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. 8 Mart sınıf mücadelesinin tarihsel kazanımlarından biridir. Daha insanca bir yaşam için mücadele eden emekçi kadınlar tarafından bizzat kazanılmıştır. İşte bu yüzden 8 Mart sıradan bir gün değil, gerçek bir mücadele günüdür. Bu yıl 8 Martı daha da ağırlaşan koşullarda karşılıyoruz. Yoksulluğumuzu kat be kat arttıracak emperyalist bir savaş tehdidi ile karşı karşıyayız. Başta Irak olmak üzere Ortadoğu kan gölüne dönüşecek. Türkiye de emperyalist saldırganlığın bir parçası olarak utanç verici bir şekilde savaşa katılmaya hazırlanıyor. Çocuklarımız ölmeye ve kardeş bir halkın çocuklarını öldürmeye gönderilmek isteniyor. Herkesin bildiği gibi, ABD çıkarları uğruna! Savaş, açlık, ölüm ve yıkım demektir! Hazırlanmakta olan savaş Amerikan emperyalizminin petrol ve güç savaşıdır. Bu savaş Amerikanın Ortadoğuya, Ortadoğu petrollerine ve onun üzerinden dünyaya hakim olma savaşıdır. Yüzbinlerce insanın ölmesi, doğanın tahrip olması, kültürel değerlerin yok olması pahasına girişilen bir çıkar ve yağma savaşıdır. Her zaman olduğu gibi bu savaş da en fazla biz kadınları vuracak. Savaşa gönderdiğimiz kardeşlerimizin, eş ve çocuklarımızın ardından gözyaşı dökenler yine biz kadınlar olacağız. İşsiz ve aç bırakılacağız. Ağır sömürü koşullarında, düşük ücretlerle, her türlü haktan yoksun koşullarda çalıştırılacağız. Saldırı hedefindeki Irakta yaşayan kardeşlerimizi ise ölümün, açlığın ve çok yönlü acıların yanı sıra aşağılanma ve tecavüz saldırıları da bekliyor. Vietnamda, Bosnada, Somalide... Amerikanın işgal ettiği tüm ülkelerde olduğu gibi yine binlerce kadına tecavüz edilecek, binlercesi karnındaki, kucağındaki bebekleriyle birlikte katledilecek. Geçen yıl Amerikanın sonsuz özgürlük getirmek iddiasıyla işgal ettiği Afganistana birbakalım. Afganistanda binlerce kadın işgalci askerlerin tecavüzüne uğradı. Kitlesel fuhuş yaygın hale getirildi. İşte Amerikanın kadınlara özgürlükten anladığı bu. Taciz, tecavüz ve fuhuş!.. Türkiye, Amerikanın sadık uşağı olarak bu savaştaki yerini çoktan almış durumda. Üslerini, limanlarını açtı. Çocuklarımızın kanı üzerinden pazarlıklar yapıldı. Ülkede her şey savaşa göre düzenleniyor. Savaş bütçesi, savaş yasaları, savaş kuralları şimdiden uygulanmaya başladı. Emeğimizden, alınterimizden çalınan paralar savaşa aktarılıyor. Oysa bu ülkenin ezilenleri, işçi ve emekçileri savaşın karşındadır. Bu ülkenin %90ı savaşı istemiyor. Sadece emperyalizme göbekten bağlı bir avuç sermayedar, bir avuç zengin takımı ve onların Amerikan uşağı iktidarı istiyor savaşı. Çünkü onlar leş kargaları gibi ölümden kazanç umuyorlar. Hükümet yeni krediler peşinde, ordu hibe yardımlar bekliyor. Silah tacirleri silahlarını satmak, müteahhitlik şirketleri yakılıp-yıkılmak istenen Irakın yeniden yapımında taşeronluk umuyorlar. Bu savaş bizim savaşımız değil. Emperyalistlerin çıkarları için kardeş bir halkın katledilmesine, çocuklarımızın ölmesine ve öldürmesine karşı çıkalım. Emperyalist savaşa hayır! diyelim. Tüm NATO ve ABD üsleri kapatılsın! diye haykıralım. Unutmayalım ki, biz istersek ve tepkilerimizi güce dönüştürebilirsek bu savaş engellenebilir. İşçi ve emekçi kadınlar! İnsanlık ordusunun yarısını oluşturan kadınlar olarak sınıfsal ve cinsel, çifte sömürüye maruz kalırız. Çoğu kez düşük ücretle, sigortasız, sendikasız çalışırız. İşyerlerinde aynı işi yapsak bile erkek kardeşlerimizden daha az ücret alırız. Yer yer gece yarılarına kadar mesailere bırakılırız. Gerektiğinde sorgusuz sualsiz işten çıkarılırız. O zaman da anneliğimiz hatırlanır. Çünkü kadın evine, çocuklarına bakmalıdır, çalışmasına ne gerek var! Çalışsak da çalışmasak da ev işleri bizim sorumluluğumuz olarak görülür. İş yaşamında her geçen gün kadının çalışma koşulları ağırlaşıyor. Şu an tasarı halinde bekleyen, 15 Martta yürürlüğe girecek olan yeni iş yasası, bugüne kadar kazanılmış tüm hakları tırpanlıyor. Yasanın yeni halindeki esnek üretim ve keyfi çalıştırmanın ilk önce biz kadınları vuracağını bugünden görmek gerekiyor. Bugün işçi kadınlar olarak iş yaşamında bizi köleleştiren, ikinci sınıf insan muamelesi görmemizi sağlayan koşullara karşı erkek işçilerle birlikte mücadele etmeliyiz. Eşit işe eşit ücret talebinin yanı sıra Kadın işçilerin kadın, ana ve çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılma yasağı. Doğumdan önce ve sonra 3er aylık ücretli izin, tıbbi bakım ve yardım. Kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreş ve emzirme odaları taleplerimizi işyerlermizde, sendikalarımızda ve alanlarda yükseltmeliyiz. Ev kadınları! Kapitalizm tarafından evin her türlü işini göğüsleyen ücretsiz ev içi köleler haline dönüştürüldünüz. Evin temizliği, bakımı, çocukların ihtiyaçları hep sizlerin omuzlarındadır. İşsizliği, yoksulluğu iliklerinize kadar hisseder, eşinizin ücretiyle kıt kanaat evi idare etmeye çalışırsınız. Çalışmak istediğinizde ise eşinizin ya da çevrenin yasaklarıyla karşılaşır, dışarıdaki hayattan gün geçtikçe uzaklaşırsınız. Hayatla tek bağınız televizyondur. Onda da sizlere uygun görülen programlar size çok yabancı yaşamların reklamlarıdır. Çoğunuzun okuma-yazması yoktur. Olanlarsa kullanmaya kullanmaya unutmuştur. Kültürel, sosyal ve siyasal faaliyetler ise yaşamınızdan uzak, yabancısı olduğunuz şeylerdir. Ezilen, horlanan, çifte sömürüye maruz kalan tüm işçi, emekçi kadınlar! İster fabrikada işçi, ister köylü, isterse de evde köle haline getirilen ev kadını olalım, hepimizin ortak yazgısı çifte sömürüye ve ikinci sınıf insan muamelesine maruz kalmaktır. Eve kapatılır, dört duvar arasına hapsediliriz. Gelenek ve göreneklerle kuşatılırız. Dinsel gericilikle baskı altına alınır, günahlarla, ayıplarla, yasaklarla yaşamımızı sürdürürüz. Aşağılanır, horlanırız. Cinsel kimliğimize, bedenimize hükmedilir. Cinsel kimliğimiz medyada, reklamlarda cinsel obje olarak kullanılır. Binlerce kadın kitlesel fuhuşa, bedenini satmaya sürüklenilir. İnsanca bir yaşam için mücadeleye! İşte 8 Martlar, tam da yaşadığımız bu koşullar karşısında ortaya çıktı. 8 Mart 1857de New Yorklu 40 bin dokuma işçisi kadın kardeşimiz, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşullarına başkaldırdılar. Yine 1886 yılında Amerikada dokuma işçisi kadınlar, 8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret, sendikalaşma hakkı için mücadeleyi yükselttiler. Direniş sırasında polisin çıkardığı yangında onlarca kadın kardeşimiz yaşamını yitirdi. 8 Martlarda direnen kadınlar, bugünlere yarattıkları direniş geleneğini bıraktılar. Aynı zamanda haklarımızı elde edebilmek için yeri geldiğinde bedel ödemekten kaçınmamak gerektiğini de öğrettiler. Unutmayalım ki, bugün kazandığımız bir parça özgürlüklerimiz bile, 8 Martlardan bugüne kadar işçi ve emekçilerin, emekçi kadınların verdiği mücadele sayesindedir. Hangimiz insanca yaşamayı hak etmeyiz ki? Hangimiz eşitliği, kardeşçe bölüşmeyi istemeyiz ki? Hangimiz savaşsız ve sömürüsüz bir dünyanın özlemini duymayız ki? Ancak bunları elde etmenin bir tek yolu var: Bizler gibi emekçi olan eşlerimizle, kardeşlerimizle, oğullarımız ve kızlarımızla omuz omuza mücadele etmek. Bize köleliği dayatan, sefalete sürükleyen, çifte sömürüye maruz bırakan sisteme, kapitalist barbarlığa karşı savaşmak. Değil mi ki insanlık ordusunun yarısı biziz, o zaman kavganın yarısı da bizim omuzlarımızda! Yeter ki kendi gücümüze güvenelim! Yeter ki birleşerek ayağa kalkmasını bilelim! Çifte sömürüye, eşitsizliğe, ezilmişliğe karşı mücadeleye!.. İşçi Kültür Evi Kadın Komisyonu |
|||||