22 Şubat '03
Sayı: 07 (97)


  Kızıl Bayrak'tan
  Dünya ölçüsünde büyüyen anti-emperyalist mücadele dinamikleri
  Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı
  Savaş pazarlığında son perde
  ABD uşağı AKP hükümeti istifa!
  BDSP’nin işçilere ve emekçilere 1 Mart çağrısı...
  15 Şubat gösterileri: Dünya emekçilerinin mücadelesinde bir kilometre taşı..
  Berlin’de görkemli savaş karşıtı gösteri
  Dünyanın dört bir yanında milyonların katıldığı görkemli gösteriler...
  Dünyada 15 Şubat eylemlerinden...
  İsviçre’de 40 bin kişi savaşa karşı alanlardaydı...
  Emperyalist savaşa karşı mücadele ve “savunma savaşı” safsatası...
  Savaşın gerçekleri ve medyanın yalanları
  Kadın sorunu ve kadın çalışmasının sorunları üzerine
  Toplumsal hayatın her alanında kadın-erkek eşitliği!
  Kölelik yasa tasarısı üzerinden sürdürülen pazarlıklar...
  Yeni iş yasa tasarısına karşı sendika şubelerinin çağrısı...
  Savaşın faturası işçi ve emekçilere çıkarılacak!
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  BES 1 No’lu Şube Eğitim Sekreteri Ahmet Turan’la savaş üzerine konuştuk...
  Münih’deki NATO savaş zirvesine karşı onbinler yürüdü!
  Çok kutupluluğa geçiş sancıları mıı
  Konfeksiyon işçilerinden konfeksiyon işçilerine...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kölelik yasa tasarısı üzerinden sürdürülen pazarlıklar...

Sendikal ihanet ve
sınıf bilinçli işçilerin görevleri

Ocak ayı başlarında başlatılan ve sözde Bilim Kurulu tarafından hazırlanan İş Yasası Ön Taslağı üzerinden yürütülen pazarlıklar devam ediyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu’nun çağrısıyla bir araya getirilen işçi ve işveren temsilcileri ilk toplantılarını 7 Ocak’ta yapmışlardı. Bu toplantının ardından ise 14 Ocak, 27 Ocak, 3 Şubat ve 9 Şubat tarihlerinde dört toplantı daha yapılmış, 9 Şubat’ta yapılan toplantıda, 17-18-19 Şubat tarihlerinde bir araya gelinmesi kararı alınmıştı. İşveren temsilcileri aylardır sahte İş Güvencesi Yasası’nın yürürlüğe gireceği 15 Mart tarihine kadar yeni iş yasası taslağının yasalaşmasını dayatıyor, hükümet temsilcileri de sermaye sınıfına bu yönde vaatler veriyordu. 14 Ocak’ta yapılan toplantının ardından Bakan Başesgioğlu “15 Şubat’a kadar mutabakat sağlayın, yoksa tasla&curen;ı en kısa zamanda görüşülmek üzere TBMM’ye göndereceğiz” tehdidini savuruyordu. Bu tehdit “sosyal mutabakat” adı altında işçi ve işveren konfederasyonlarını bir araya getiren bakanın gerçek niyetini de açığa vurmaktadır.

Sendika konfederasyonlarının tutumu ihaneti ele veriyor!

26 Haziran 2001 tarihinde dönemin Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan ve TİSK Genel Başkanı Refik Baydur’la birlikte “1475 ve 2821 sayılı yasalarda değişiklik yapmak üzere Bilim Kurulu oluşturulması ve bu kurulun yapacağı değişikliklerin kabul edilmiş sayılmasını içeren bir protokole imza atarak kölelik yasası’nın hazırlanmasına start veren sendika konfederasyonları, söz konusu tasarının geçtiğimiz yıl tamamlanmasının ardından ise ihanetlerine yeni boyutlar eklediler. İşçi sınıfının yüz yıllık kazanımlarını gaspeden ve esnek çalışmayı yasalaştırarak Ortaçağ köleliğini dayatan yasa saldırısına karşı işçi sınıfını mücadeleye seferber edeceklerine sınıfın kazanılmış haklarını pazarlık konusu haline getirdiler. Bu pazarlığa malzeme olması için de 57. hükümet tarafından yürürlük tarihi 15 Mart 2003’e atılan İş Güvencesi Yasası çkartıldı. O gün bugündür sendika konfederasyonlarından “iş güvencesine dokundurmayız”, “iş yasasında sosyal mutabakat sağlanmalı” türünden klasik söylevler dinledik. Bu nutuklar çekilirken, bir yandan yasa maddelerini “iyi yanları da var” denilerek tartışmaya açtılar, diğer yandan da Bilim Kurulu’na konfederasyonları temsilen katılan sahte bilim adamlarını sendikaların düzenlediği etkinliklerde tasaının propagandasını yapmakla görevlendirdiler. Pazarlık yapmayı sendikaların tek işlevi olarak gören bu ihanet çeteleri 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun iş yasasındaki değişikliklerle bir arada ele alınmasını istediler ve Ocak ayından itibaren de pazarlık masasına oturdular.

2821, 2822 tuzağı ve pazarlığın usül bilmeyen tarafları

Yapılan toplantılarda konfederasyonların önerisi ile üzerinde anlaşmaya varılan tek konu 2821 ve 2822 sayılı yasalarda değişiklik yapmak için üç işçi konfederasyonunu temsilen bir, hükümeti ve işverenleri temsilen birer kişi olmak üzere toplam üç kişiden oluşan yeni bir Bilim Kurulu’nun oluşturulması. Bu kurul önümüzdeki günlerde bir araya gelecek ve söz konusu yasalarda da kuşkusuz sermayenin lehine olan yeni düzenlemeler yapacak. Bu yasalarda yapılacak değişikliklerin göz boyama ve kölelik yasasını meşrulaştırma amacı taşıdığı, konfederasyonların tam da iş yasasında yapılacak değişiklikleri kabul edilebilir kılmak amacıyla bu yasaları ileri sürdükleri açık. Çünkü bu ihanet çeteleri mücadele yolunu seçmek şöyle dursun pazarlık masasında bile işçi sınıfının taleplerini ileri sürmekten geri durmaktadırlar. Pzarlık yapmanın da bir usulü vardır. Bu ağalar iş yasaları üzerinden oturdukları pazarlık masasında “çalışma sürelerinin kısaltılması, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılması, taşeron çalışmanın ve lokavtın yasaklanması, gerçek bir iş güvencesi sağlanması, kesintisiz iki günlük hafta tatili” gibi işçi sınıfının güncel taleplerini ileri sürmedikleri gibi, kölelik yasasını kendierine tartışma kriteri olarak almaktadırlar. Bu tutumları elbette onların pazarlık yapmayı bilmemelerinden değil sınıfsal tercihlerinden ileri gelmektedir. İşçi sınıfı içerisinde sermayenin sözcülüğünü üstlenen bu hainler güruhunun işçilerden kesecekleri üyelik aidatları dışında kaygıları bulunmamaktadır. “Sosyal mutabakat” masasında tam da bu kaygıları nedeniyle bulunmaktadırlar. Sendikalar yasasını tartışmaya açmalrı ve bunu yaparken de işçi sınıfının tek bir talebini bile ileri sürmemeleri onların niyetlerini görebilmek için yeterli kanıtı sunmaktadır.

DİSK ve HAK-İŞ Kıdem Tazminatı Fonu’nu kabul edilebilir buluyor!

Yeni iş yasası tasarısının kıdem tazminatı konusundaki iki önerisinden biri yeni bir fon oluşturulması ve kıdem tazminatının emeklilik, malullük, ölüm ve toptan ödeme durumlarında prim ödenen her yıl için 30 gün üzerinden hesaplanan ücret tutarının bu fondan ödenmesi. Bu durumda işten atılmalarda işçilere tazminat ödenmeyeceği gibi toplusözleşme yoluyla ödemeye esas olan gün sayısı da artırılamayacak. DİSK ve Hak-İş tasarının ileri sürdüğü bu öneriyi kabul edilebilir buluyor. Bu iki konfederasyon da “özel sektörde işverenlerin kıdem tazminatı yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçındıkları, kaçtıkları ya da zarar ettiklerinde işçilerin zaten kıdem tazminatı alamadıkları” türünden masumane bir gerekçe sunuyorlar. Dedikleri kısaca şöyle yorumlanabilir: “ Madem işçiler tazminat alamıyor, öyleyse iten atılınca tazminat istememek en iyisi”. Bu masumane gerekçe arkasına sığınan bu ihanetçiler takımı işten atılınca tazminat ödenmemesini, tazminata esas olan gün sayısının toplusözleşme yoluyla artırılmamasını benimseyebiliyorlar. Peki bu ağalar kıdem tazminatı ödemekten kaçınan patronların prim ödemekten kaçınmayacağının garantisini nasıl veriyorlar? Elbette ki bu hainlerin yaptıkları işi kılıfına uydurmaya çalışmaktan aşka bir şey değil. Bu masum gerekçenin gerisinde çarpıcı olan bir gerçek var. Sendika bürokratları işçilerin kıdem tazminatını kendileri için bir güvence olarak gördüklerini, “17. maddeden işten atılırsam tazminatım da yanar” düşüncesiyle sendikalarda örgütlenmekten çekindiklerini düşünüyorlar. Öyle ya, kıdem tazminatı alamayacak olan işçilerin işten atılma konusunda hiçbir krkusu kalmaz ve akın akın sendikalara koşarlar! Böyle düşünüyorlar ama, açık açık bu şekilde ifade etmelerinin gerçek niyetlerini açığa çıkaracağını bildikleri için gerekçeler üretmek durumunda kalıyorlar.

Birleşik bir mücadele için öncü işçiler görev başına!

Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu’nun “anlaşma sağlamazsanız tasarıyı meclise gönderirim” demesi ve TİSK’in kölelik tasarısında geçen tek bir maddede bile geri adım atmaması oynanan oyunu gözler önüne sermektedir. Muhtemeldir ki görüşmeler “uzlaşmazlıkla” sonuçlanacak, sendika bürokratları “biz kabul etmedik” diyerek meydanı terkedecekler ve tasarı meclise gönderilecek. (Bu yazı kaleme alındığında henüz son toplantılar yapılmamıştı). Bu sahnelenen oyun sonucunda bir yandan tasarı yasalaşacak, diğer yandan da yine nutuklar atacak olan sendika bürokratları kendilerini temize çıkarmaya çalışacaklar.

Ne var ki, sendika bürokratlarının nutuklarının artık işçi sınıfı nezdinde hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Öyle ki, bu ağaların defalarca kükreyip her defasında da kuyruklarını kısıp meydanı boş bıraktıklarını gören işçiler gözünde inandırıcı olmalarının olanağı kalmamıştır. Fakat inandırıcı olsun ya da olmasınlar, işçi sınıfının bugünkü parçalı durumu sürdükçe ve ilerici görünen sendika şubelerinde bile saldırıya dönük somut hiçbir hazırlık yapılmadıkça, sendika ağalarının ihanetinin ve tasarının yasalaşmasının önünde hiçbir engel bulunmayacaktır. Tüm pazarlıklar boyunca sendikalar tarafından basına yapılan kimi açıklamalar dışında hiçbir somut adım atılmadı. Bu tablo bir kez daha sınıf bilinçli işçilerin omuzlarındaki yükü gözler önüne sermektedir. İşçi sınıfının saldırıyakarşı mücadelesinin geliştirilmesinin ve birleşik bir mücadelenin örülmesinin ancak öncü işçilerin çabası ile sağlanabileceği açıktır. İstanbul Karayolları 1. Bölge Müdürlüğü işçilerinin düzenledikleri yürüyüş ve 19 Şubat’ta Saraçhane’de yapılan eylem bu açıdan bir ilk çıkış olarak anlamlı örnekler oluşturmaktadır. Ne var ki fabrikalarda ve işyerleride gelişen tepkinin birleştirilmesi bugün en hayati ihtiyaç ve görev olarak önümüzde durmaktadır. Bu görev layıkıyla yerine getirildiği ölçüde sendikal ihaneti aşmak ve sermayenin saldırıları karşısında mücadele barikatını örmek mümkün olacaktır.