22 Şubat '03
Sayı: 07 (97)


  Kızıl Bayrak'tan
  Dünya ölçüsünde büyüyen anti-emperyalist mücadele dinamikleri
  Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı
  Savaş pazarlığında son perde
  ABD uşağı AKP hükümeti istifa!
  BDSP’nin işçilere ve emekçilere 1 Mart çağrısı...
  15 Şubat gösterileri: Dünya emekçilerinin mücadelesinde bir kilometre taşı..
  Berlin’de görkemli savaş karşıtı gösteri
  Dünyanın dört bir yanında milyonların katıldığı görkemli gösteriler...
  Dünyada 15 Şubat eylemlerinden...
  İsviçre’de 40 bin kişi savaşa karşı alanlardaydı...
  Emperyalist savaşa karşı mücadele ve “savunma savaşı” safsatası...
  Savaşın gerçekleri ve medyanın yalanları
  Kadın sorunu ve kadın çalışmasının sorunları üzerine
  Toplumsal hayatın her alanında kadın-erkek eşitliği!
  Kölelik yasa tasarısı üzerinden sürdürülen pazarlıklar...
  Yeni iş yasa tasarısına karşı sendika şubelerinin çağrısı...
  Savaşın faturası işçi ve emekçilere çıkarılacak!
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  BES 1 No’lu Şube Eğitim Sekreteri Ahmet Turan’la savaş üzerine konuştuk...
  Münih’deki NATO savaş zirvesine karşı onbinler yürüdü!
  Çok kutupluluğa geçiş sancıları mıı
  Konfeksiyon işçilerinden konfeksiyon işçilerine...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Emperyalist savaş ve ekonomi...

Savaşın faturası işçi ve emekçilere çıkarılacak!

Günlerdir açıktan bir kirli pazarlığa tanıklık ediyoruz. Irak’a saldırmak için hazırlıklarını yoğunlaştıran ABD emperyalizmi ile savaşta ona destek verecek Türkiye arasında artık gizlenmeye gerek duyulmayan bir pazarlık sürdürülüyor.

Kamuoyuna yansıtılanın aksine ortadaki pazarlıkta asıl anlaşmazlık noktası, Türkiye’nin bu savaşta ABD’ye destek verip vermemesi değil. İşin bu aşaması çok uzun bir zaman önce karara bağlandı ve kesinleştirildi. Pek yakın bir gelecekte göreceğimiz gibi Türkiye bu savaşta şu ya da bu şekilde ABD’nin safında yer alacak. Açık-gizli bir takım anlaşmalarla bu mesele halledilecek. ABD askerlerinin Türkiye’ye gelmesi ve Irak’a Türkiye’den asker gönderilmesiyle ilgili tezkereler önümüzdeki hafta içinde meclisten geçecek. Bugün yürütülen tartışmalar bunu engellemeyecek. Bugün yürütülen pazarlıkların konusu da zaten bu hizmetin maddi karşılığının ne olacağı. Daha doğrudan söylemek gerekirse, Türkiye’nin üstleneceği kiralık katilliğin ya da tetikçiliğin bedeli.

Efendi ve uşağının kan pazarlığı

Türkiye bu kan pazarlığına yeni oturmadı. Geçmişte Ecevit hükümeti döneminde de savaşta ABD’ye destek verilmesi karşılığında bir takım taleplerde bulunuldu. Ve herkesçe de bilindiği gibi ABD, İMF aracılığıyla Türkiye’ye yüklü miktarda kredi sağlayarak kan parasının ilk taksidini ödemiş oldu.

Fakat Türkiye bugünkü koşullarda, savaşa destek vermesi karşılığında alması gereken bedelin çok daha fazla olması gerektiğini düşünüyor. Türkiye’yi fiyatını arttırmaya ve bu pazarlığı yürütmeye iten bir dizi neden var. ABD’nin dünya hakimiyetini sürdürebilmek için Irak’a saldırı konusunda geri dönülemez bir noktaya gelmesi, fakat buna karşılık tüm dünyada ABD emperyalizmine ve savaşa karşı mücadelenin kendini hissettirmeye başlaması, Türkiye burjuvazisini hizmetinin fiyatını arttırmaya itiyor. ABD ile bunun pazarlığını yürütüyor. Fakat görüşmelerde Türkiye’nin tek isteğinin ekonomik yardımlarla sınırlı olmadığını, Irak’a gidecek Türk askerlerinin komutasının nasıl olacağı, göç ve Türkmenler’in durumu, Kürt gruplarının silahlandırılması gibi konularda da Türkiye’ni bir dizi isteği bulunuyor.

Tabii şu da var; AKP hükümeti ABD ile kıran kırana bir pazarlık görüntüsünü özellikle tercih de ediyor. Bununla, “Bakın hükümetimiz Türkiye’nin çıkarlarını koruyor. ABD’nin her istediğini yapmıyoruz, savaşta uğrayacağımız zararların karşılanması için çatır çatır pazarlık yapıyoruz” demeye getiriyor. Böylelikle ABD askerlerinin Türkiye’ye sokulması ve Irak’a asker gönderilmesi konularında meclisin karar vermesinin yolunu açabileceğini; halkın bu konudaki tepkisini de gene bu bahaneye sığınarak göğüsleyebileceğini düşünüyor.

Fakat gene de en önemli neden Türkiye’nin buna mecbur olması. Türkiye kapitalizmi onyıllardan bu yana yapısal bir kriz içinde debeleniyor. Sermaye sınıfı bir taraftan krizlerin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için her yolu kullanırken, bir taraftan da sırtını emperyalizme dayamak, emperyalist sistemle kölelik temelinde bütünleşmek için her yolu deniyor.

Emperyalistler bugüne kadar sağladıkları büyük çıkarlar ve ayrıcalıklar karşılığında Türkiye’ye bir takım yardımlarda bulundular. Türkiye’deki kapitalist sistemin çarklarını ağır aksak da olsa döndürmeye yarayan bu yardımların bedelinin ne olduğunu herkes biliyor. Her yıl katlanarak artan bir dış borç yükü, ülke kaynaklarının hemen tümüyle emperyalist tekellerin yağmasına açılmış olması... Siyaset ve ekonomi başta olmak üzere ülke yönetiminin her alanda emperyalistlerin denetimine sokulması.

Şimdi Türkiye burjuvazisi bu ağır dış borç yükünü bir parça hafifletebilmek, dökülen ekonomik yapısını bir parça toparlayabilmek için stratejik konumunu ve askeri gücünü satılığa çıkarmış bulunuyor. Zaten bulaşmak durumunda olduğu bu savaştan ekonomik olarak kazançlı çıkmaya çalışıyor. Ancak gene de bu durumu abartmamak, sanki Türkiye’nin desteği ABD’ye çok pahalıya patlıyormuş gibi bir izlenime kapılmamak gerekir.

Türkiye’nin savaşta vereceği tetikçilik hizmeti ve uğrayacağı zararlar karşılığında ABD’nin vereceği maddi yardımın çerçevesi üç aşağı beş yukarı belli. Son günlerde adından sıkça söz edilen ve fırtınalı tartışmalara, gerginlik senaryolarına konu edilen “ekonomik destek paketi” 6 ile 10 milyar dolar civarında bir mali yardımdan oluşuyor. Türkiye’nin taş çatlasın 30 milyar dolarlık bir rakam istediği, fakat buna karşılık ABD’nin 6 milyar dolarlık hibe ya da 20 milyarlık krediden oluşan iki tercihli bir paket önerdiği söyleniyor.

Değişik araştırmalar ise Türkiye’nin savaş nedeniyle uğrayacağı yıllık kaybın en az 16 milyar olacağını gösteriyor. Üstelik buna ekonominin daralması, işsizliğin artması, sefaletin yaygınlaşması gibi gelişmelerin sonuçları dahil değil. Konu hakkında görüş bildiren ekonomistler Türkiye’nin toplam kaybının 300 milyar gibi rakamlara ulaşacağını tahmin ediyorlar. Yani sermaye dış borç yükünü bir parça hafifletmek dışında ABD’den herhangi bir talepte bulunamıyor. Bu da ABD’nin vereceği söylenen paranın dış borç yükünü kısmi olarak azaltmak dışında ekonomiye herhangi bir katkısı olmayacağını, savaşın gerçek faturasının ise bir kez daha işçi ve emekçilere çıkartılacağını gösteriyor.

İMF programı, 2003 bütçesi ve ABD destek paketi

Bu üç başlıktaki gelişmeler büyük ölçüde birbirine bağlı durumda. İMF ile Kasım ayından bu yana sürdürülen dördüncü gözden geçirme görüşmelerinin bugüne kadar bitmemesinin gerisindeki en büyük neden Türkiye ile ABD arasındaki pazarlıkların henüz kesinleştirilememiş olması. İMF ile görüşmelerin sonuçlanmaması ise 2003 bütçesine son şeklinin verilmesini engelliyor. Yani ekonomi cephesindeki tüm gelişmeler savaşa ve ABD-Türkiye görüşmelerine endekslenmiş durumda.

ABD tarafı pazarlıklarda Türkiye üzerinde basınç oluşturmak için İMF kozunu kullanıyor. Belirttiğimiz gibi İMF kredisi Türkiye’ye kan parası olarak verilmişti. Şimdi ABD bu kredileri kullanarak hem Türkiye’nin savaşta desteğini garanti altına almış oluyor, hem de yeni destek paketini kendisi için daha makul bir seviyede tutmaya çalışıyor. Bu nedenle İMF heyetlerinin biri gidiyor biri geliyor, fakat dördüncü gözden geçirme görüşmeleri aylardır bir türlü sonuçlandırılamıyor. Bu sıkıntılı durum, kamuoyuna sanki İMF ile hükümet arasında bütçe konusunda sorunlar varmış gibi yansıtılarak gizlenmeye çalışılıyor. İMF’nin özellikle kamuda tasfiye, vergi kanunu gibi konularda yeni dayatmaları olduğu doğru. Fakat hükümetin bunları kabul etmeyerek ayak dirediği doğru değil. Tüm sorun, ABD-Türkiye göruuml;şmelerinin sonuçlanmamasından kaynaklanıyor.

Bütçede de durum aynı. Sermaye devleti halen harcamalarını geçici bütçeden karşılıyor. 2003 bütçe yasanının en geç 15 Şubat’ta meclise gönderilmesi planlanıyordu. Fakat diğer alanlarda bir netleşmenin sağlanamamış olması bütçenin meclise gönderilmesini de engelledi.

Savaş ekonomisi

Ekonomideki gelişmeler tümüyle savaşa kilitlenmiş durumda. Bunun anlamı ülkedeki her şeyin savaşa kilitlenmesidir. Hükümetçe uygulanan ekonomik programın ve devlet bütçesinin savaşa endekslenmesinin toplumun, işçi ve emekçi yığınların yaşamına nasıl yansıyacağını önümüzdeki günlerde çok daha açık bir biçimde göreceğiz. ATO’nun araştırması, daha savaş başlamadan ekonominin bundan nasıl etkilendiğini göstermektedir. Savaş başladığında durum çok daha kötü olacaktır. Emperyalist savaş İMF programının çok daha kararlı bir şekilde uygulanmasına, vergi ve zamlar gibi yeni saldırıların gündeme gelmesine, hakların gasp edilmesine, işçi ve emekçilere dönük baskı ve terörün yoğunlaşmasına neden olacaktır.

Bunu engellemenin tek yolu işçi ve emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmesinden geçiyor.



18 Şubat zaferi...!

İşadamları Irak’taki savaşın yılda 16 milyar dolar zarara yol açacağını söylüyor... Hükümet ABD’den 10 milyar dolar istiyor. Amerika 6 milyar dolar veriyor. Komşu Irak halkını kaça satacağımızın pazarlığı çirkin bir biçimde sürüyor. Biz “hibe mi yoksa kredi mi” tartışmaları yapaduralım dünya basını alacağımız paranın adını çoktan koydu “Rüşvet”...

Rahmetli Altan Erbulak’ın fi tarihinde bir karikatürü vardı. Adam sözlüsüyle odada baş başa kalmış... Ufaklığa evden gitmesi için bir miktar para uzatıyor. Ufaklık bir paraya bakıyor, bir çapkın enişteye:

-Sermayesini kurtarmaz, diyor...

6 milyar dolar Pamukbank’ın sermayesini kurtarmaz. Tek bir bankayı kurtarmak için ödedik o kadar parayı Hazine’den... Bunların konuşması bile çirkin tabii... Ne var ki Türkiye’nin savaşa sokulması böylesi onursuzluklara endekslendi. (...)

(Melih Aşık, Milliyet, 19 Şubat 2003)



Savaş ve ekonomide daralma

* Otomobil sektöründe birinci el ve ikinci el satışlar durma noktasına geldi. Sektörde satışlar son dönemde, kriz yılları dahil olmak üzere son 10 yılın satış ortalamasına göre yüzde 27 oranında geriledi. Otomobil satışlarında düzelme olmaması halinde sektörde çalışan 150 bin işçinin işi tehlikeye girecek.

* Emlak alım, satım ve kiralama sektöründe son yılların en durgun günleri yaşanıyor. Daralma yüzde 25-30’lar düzeyinde.

* Nakliyecilik sektöründe işler geçtiğimiz aylara göre yarı yarıya düşük seyrediyor.

* İnşaat sektöründe alım ve satımlar donuk. İnşaat yapımına ara verildi. İnşaat malzemesi satıcıları ise müşteri bekliyor. Sektördeki gerileme önceki aylara göre yüzde 25.

* Beyaz eşya ve kahverengi eşya olarak adlandırılan mobilya sektöründe üretim de satışlar da yok denecek kadar az. Daralma önceki aylara göre yüzde 20 düzeyinde.

* Özel sağlık sektöründe, vatandaşların sağlık problemlerini kendi başlarına çözme eğilimi nedeniyle güç günler yaşanıyor. Sektör yüzde 15-25 oranında daraldı.

* Bankacılık sektörü de harcama eğilimlerinin azalması sonucu kredi müşterisi bulmakta zorlanıyor.

* Tekstil sektöründe indirim günleri ve bayram alışverişleri beklenen satışları getirmedi. Hazır giyimciler sıcak savaşa kadar ellerindeki stokları bitirme telaşında. Sektör indirime rağmen geçen aya göre satışlarda yüzde 20 gerileme içerisinde.

* Süpermarketlerde gıda maddelerine bile talep azaldı. Sektördeki daralma yüzde 30’larda.

* Züccaciye, tuhafiye, mefruşat sektörü yüzde 10-15 daraldı.

* Cep telefonu müşterileri ikinci eli tercih ediyor. Birinci elde telefon satışları yüzde 20-25 düştü.

*Akaryakıt satışlarında yüzde 25-28 gerileme var.

(Ankara Ticaret Odası’nın bir araştırmasından alınmıştır...)



Savaş ve leş kargaları...

Savaşa destek karşılığında Türkiye’nin ekonomik çıkar peşinde koşması ahlaki bir davranış mıdır? Bu soru son günlerde konuyla ilgili görüş belirten birçok kişi tarafından soruluyor.

Fakat soruyu soranların gözden kaçırdığı şey, bu pazarlığı yürütenlerin sınıf kimlikleridir. Pazarlığın bir yanında dünyanın en büyük emperyalist gücü, diğer yanında ise ona uşaklıkla geçinen bir kapitalist ülkenin egemen sınıfı varsa eğer, ortada herhangi bir ahlaki ölçüt aramak boşuna bir çabadır.

Nitekim daha savaş başlamadan rüyalarında yeşil ABD dolarları gören kimi sermaye çevreleri ellerini ovuşturmaya başladılar bile. NTV’nin 15 Şubat’ta verdiği habere göre Türk Müteahhitler Birliği Başkanı Nihat Özdemir, üs ve limanlarda başlatılan inşaat çalışmalarının 500 milyon dolarlık bir iş hacmi yarattığını söylüyor ve bu pastadan pay almak için neler yaptıklarını övüne övüne anlatıyor.

Anlaşıldığı kadarıyla Nihat Özdemir son günlerde hiç boş durmamış. Meclisten inşaatlar için izin çıktıktan hemen sonra ABD’li yetkililerin kapısını aşındırmaya başlamış. Peşpeşe görüşmeler ve toplantılar gerçekleştirilmiş. ABD’lilerin üs ve limanlarda yapılacak işler konusunda bazı Türk inşaat şirketleri ile görüştüğünü ve muhtemelen üç şirket ile sözleşme imzalayarak çalışmaya başladığını ifade eden Nihat Özdemir, yaptığı basın toplantısında heyecanla şunları söylüyor:

“Bu bir kanal, başka birçok kanal var. Türk Müteahhitler Birliği ve Uluslararası Müteahhitler Birliği olarak bu işin içindeyiz. Temaslarımız, ziyaretlerimiz bu yüzden. Türkiye’deki inşaat işlerinin yüzde 75’ini Türk müteahhitler yapacak ve savaş sonrası Irak’ta yapılacak yeniden yapılandırmada da ABD ve Türk firmaları birlikte çalışacak. Bunun kesinlikle sözünü aldık. Bu çok önemli. Bu ışık altında görüşmeleri yapıyoruz, ABD ve Türk firmaları biraraya geliyor. Bu sefer ümitliyim. Irak, bizim için, Afganistan, Kosova ve Bosna-Hersek gibi olmayacak” dedi.

İşte savaş lafı duyan bir burjuvanın en doğal, en yapmacıksız tepkisi. Çıkacak savaşta insanlar ölecekmiş, kentler yakılıp yıkılacakmış umurunda değil. O, inşaaat işleriyle uğraşan bir burjuva olarak her toplu katliamda ölenler için yapılacak bir anıt inşaatı, her yanıp yıkılan şehirde büyük iş olanakları görüyor. Çünkü o insanlığa yabancılaşmış bir beyin taşıyor. Çünkü o sınıfının çürüyüp kokuşmuş beynini taşıyor.