Emperyalist savaşa hazırlık ve kirli pazarlıklar içiçe sürüyor...
Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı Aylardır emperyalist saldırganlığa destek vermek için hazırlanan sermaye iktidarı, temsilcileri aracılığıyla sözde barışçıl bir çözüm için çaba harcadıklarını tekrarlayıp durmaktan geri durmuyordu. Barışın sözcülüğünü Abdullah Gül üstlenmişti. Ancak Washingtondan gelen baskılar sonucu bu ikiyüzlü tavrı terketmek zorunda kalan Gül, artık bizden günah gitti, stratejik ortağımızın yanındayız açıklamasıyla emperyalist savaşın safında olduklarını resmen ilan etmişti. Sözde uluslararası yasallık aranıyordu Pratikte çok farklı bir tutum içinde olsalar da resmi açıklamalarda, Türkiyenin uluslararası yasallığa çok önem verdiği ve savaşa destek vermek için BM Güvenlik Konseyi kararının gerekli olduğunu defalarca tekrarlayıp durdular. Buna rağmen Ankaradaki işbirlikçi uşaklar ABD-İngiliz savaş çetesine desteklerini resmi olarak ilan ettiklerinde, ortada aradıkları sözde yasallıktan eser yoktu. Tam tersine, Güvenlik Konseyinin birçok üyesi savaşı gerektirecek bir durumun söz konusu olmadığını açıklıyordu. Emperyalist saldırının kaçınılmaz olduğunu ilan eden işbirlikçiler üs, liman ve demiryollarını efendileri Amerikanın kullanımına sundular. Kardeş Irak halkına karşı işlenen suçlara 12 yıldır ortak olanlar, savaşa hazırlık kapsamında attıkları adımlarla fiilen savaşın bir tarafı haline gelmiş oldular. Türkiye tehdit altında mı? Dünyanın dört bir yanında emperyalist savaşa karşı milyonlarca insanın eyleme hazırlandığı, silah denetçilerinin ikinci raporu Güvenlik Konseyine sunmaya hazırlandıkları günlerde ABD, Türkiyenin NATO tarafından korunmasını talep etti. Ancak bu talep Fransa, Almanya ve Belçika tarafından reddedildi. Ortada Türkiyenin korunmasını gerektirecek bir durum olmadığı, bu adımın savaş dışındaki çözüm olasılıklarının önünü tıkayacağı Fransa tarafından dile getirildi. Belçikalı bir yetkili ise bu talebi, ABD, Iraka saldırıya NATOyu bulaştırmak için Türkiyeyi kullanıyor şeklinde yorumlandı. Bu gelişme, gerici saldırgan NATO ittifakının 54 yıllık tarihinin en ağır krizini yaşadığı şeklinde değerlendirildi. Tam bu aşamada uşak takımı, NATO şartının 4. maddesinin Türkiye için uygulanmasını resmen istedi. Bu madde toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliği tehdit altında olan üyeler için uygulanabiliyor. Bizzat emperyalistler tarafından on yıllardır çiğnenen siyasal bağımsızlık bir yana bırakılırsa, Türkiyenin güvenliğinin ya da toprak bütünlüğünün Irak tarafından tehdit edildiğini iddia etmek arsızlığın da ötesindedir. Elbette bu talebin gündeme gelmesi boşuna değildir. Dünya halkları nezdinde gayri meşru olan emperyalist saldırı ve savaşa meşruiyet arayışının bir gereğidir. Bu utanç verici görev, ABD emperyalizminin bölgedeki en sadık uşağı ve tek NATO üyesi olan işbirlikçi Türk sermaye iktidarına verildi. Bu mantığa göreIrak, Türkiyenin toprak bütünlüğü ve güvenliğini tehdit ettiğine göre saldırgan bir devlettir. Üstelik kitle imha silahlarına da sahiptir, o halde saldırıyı fazlasıyla hak ediyor demektir. ABD ve Türkiye tarafından gündeme getirilen 4. madde ile ilgili talep, NATO üyeleri arasındaki çelişkilerin daha da keskinleşmesine vesile oldu. Peşpeşe toplantılar sonucunda ancak iğreti bir çözüme ulaşılabilindi. ABD taleplerini sınırlarken, Fransa, Almanya ve Belçika bu talepleri şimdilik kabul ettiler. Ancak emperyalist pakt içindeki bu çatışma pek halledilmiş görünmüyor. Zira NATO Genel Sekreteri George Robertson, ABD talebine karşı muhalif tutum alan ülkelere gönderdiği uyarı yazısında, İttifakı batırıyorsunuz. Bunun bütün sorumluluğu sizin olacak ifadelerini kullandı. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ise, daha da ileri giderek, ABD talebine karşı çıkan ülkelerin tutumunu, çok büyük bir hata, sürpriz ve nefes kesici bir sonuç olacaktır ifadeleriyle tepki göstererek, emperyalistler arası çelişkilerin gün ge¸tikçe keskinleşeceğine işaret etti. Türkiyenin talebi, tehdit altında olduğu gerekçesi utanç verici olduğu kadar tam bir arsızlık örneğidir. 12 yıldır Irak halkının tepesine bomba yağdıran Amerikan uçaklarının İncirlik Üssünden kalktığı, şimdi tüm ülke topraklarının bir saldırı üssü halinde getirildiği gözönüne alındığında, kimin kim için tehdit oluşturduğu yeterince açıktır. Silah denetçilerinin ikinci raporu: BM Silah Denetim Komisyonu Başkanı Hans Blix ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey Güvenlik Konseyine silah denetimleri ile ilgili ikinci raporlarını sundular. Iraktaki 60 günlük denetimleri sırasında kitle imha silahı bulamadıklarını açıkladılar. El Baradey denetçilerin nükleer silah izi bulamadıklarını, ancak hala aramalarını sürdürdüklerini belirtti. Blix ise, denetimlerde ilerleme sağlandığını, Iraklı yetkililerin denetimlerin ikinci aşamasında daha çok işbirliği yaptıklarını söyledi. ABD-İngiliz iddialarının aksine denetçiler, saldırganların işine yarayacak bir malzeme bulamadıklarını açıklamak durumunda kaldılar. Buna rağmen Hans Blix, BMde yaptığı konuşmada, Amerikan haydutlarını hoşnut edecek ifadeler kullanmak için özel bir çaba harcadı. Bazı ayrıntı ve varsayımları (boş füze başlıkları, BMnin füzeler için tanıdığı 150 kmlik menzil sınırının aşıldığı vb.) sıralayan Blixin açıklamaları, Bush ve savaş çetesi tarafından, BM kararlarının Irak tarafından maddi ihlalinin, dolayısıyla Iraka saldırı koşullarının oluştuğunun bir kanıtı olarak yorumlandı. Raporun Güvenlik Konseyine sunulmasından sonra bir açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Güvenlik Konseyinin denetim sürecinin sonsuza kadar devamına izin vermeyeceğini belirterek, Irakın silahsızlandırılmasının daha ne kadar s¨receğini sordu. Aynı açıklamada El Kaide bağlantısını ortadan kaldırmanın zamanı geldi türünden saldırgan ifadeler de kullandı. Buna karşın ABD ve İngiltere dışındaki Güvenlik Konseyi daimi üyeleri (Fransa, Rusya ve Çin) Iraka saldırmak için yeterli bir neden bulunmadığını, Blix ve El Baradeyin ekipleriyle birlikte silah denetimlerine devam etmeleri gerektiği yönünde görüş bildirdiler. Guuml;venlik Konseyine yeni bir karar tasarısı sunmaya hazırlanan ABD-İngiliz savaş koalisyonunun işi öncekine göre daha da zor görünüyor. Kirli pazarlıklar son aşamaya geldi Efendi ile uşak arasındaki pazarlıklar son aşamaya gelmiş görünüyor. Bundan dolayı olsa gerek, daha sert üsluplar kullanılıyor. İşbirlikçi sermaye devletini yönetenler elbette emperyalist savaşa katılma kararını yeni vermediler. Daha Ecevit hükümeti dönemindeki İMF kredileri buna işaret ediyordu. Bu uzun denebilecek süreçte pazarlıklar askeri, siyasi, bürokratik, ekonomik vb. alanlarda devam etti. Ankaradaki uşakların, ABD hayduduna hayır diyebilecek iradeden yoksun olduklarını her iki taraf da biliyordu. Tek sorun, Amerikanın emperyalist çıkarları için yıllardır koçbaşı görevi yapan Türk devletinin bu defa kendini biraz daha pahalıya pazarlama çabasıdır. Bu çerçevede Washingtona giden son heyet Dışişleri Bakanı, Devlet Bakanı, Merkez Bankası Başkanı, Dış Ticaret Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar yardımcısından oluşuyordu. Ankaradaki Amerikan uşakları bazı olguları kullanarak pazarlıkta ellerini güçlendirmeye çalışıyorlar. ABDnin BMde yalnız kalması, Türkiye kamuoyunda yüzde 90ları aşan savaş karşıtlığı, Türkiyenin savaşa katılmasının ABD için taşıdığı önem vb... Saldırgan efendilerinden daha çok şey koparabilmek için bu koşulları öne süren Amerikan uşakları, beklenenin aksine, kesenin ağzını açıp bekleyen bir Bush yönetimi bulamadılar. Dahası, pazarlık esnasında aşağılanıyorlar da. Washingtona giden son heyet içinde yer alan bir görevli, görüşmeler sırasında kalbinin (aşağılanmaktan dolayı) sıkıştığını, Amerikalıların çok kibirli olduklarını bir köşe yazarına dert yanarak anlatıyor. Küstahlığı ve saldırganlığı ile bilinen ABD emperyalizmi, kendi uşaklarına da aynı muameleyi reva görüyor. Anarada iken stratejik ortağız diye böbürlenenler, Washingtonda tam bir uşak muamelesi ile karşı karşıya kalıyorlar. Sermaye iktidarı Washington seferinden istediklerini elde edemedi. Pazarlıklar hala devam ediyor. Kan parası olarak talep edilen dolarların ancak yarısına ulaşabilen AKPli bakanlar, Beyaz Saraydan, Kuzey Irakta bir Kürt devletinin kurulmayacağına dair yazılı bir taahhüt koparamadılar. Savaşa sürülecek Türk askerinin komutasının da Amerikalı subaylarda olması yönünde ısrarlı olan ABD ordusu geri adım atmıyor. Basına sızan son bilgilere göre, Amerikancı generaller bu konuda geri adım atarak ABD dayatmalarını kabul etmişler. 60 bin Amerikan askerinin Türkiye üzerinden Iraka saldırmak için geçiş yapacağı, buna yakın sayıda Türk askerinin de bu cephede yer alacağı, bunlardan 15 binine sembolik olarak Türk subaylarının komuta edeceği söyleniyor. Bölgeye gidecek Türk askerlerinin, ABDli askerlerin hemen arkasında takviye kuvvet konumunda olacağı ve bizzt çatışmalara da katılabileceği sızdırılan haberler arasında. ABDnin 18 Şubatta ikinci tezkerenin meclisten geçmesi ile ilgili dayatmalarına karşı Erdoğan ve Gül tarafından yapılan son açıklamalar, kamuoyunu yanıltarak, savaşa karşı çıkıyorlarmış gibi bir görüntü yaratmayı ve milletvekillerini ikna etmeyi hedefliyor. Bu horozlanmaların hemen ardından, aynı konuşmalar içinde yer alan ifadelerde, savaşa destek verileceği, dahası verilmek zorunda olduğu işleniyor. ABD dönüşü basına yaptığı açıklamada Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış da, Türkiye, bu konuyu bir an önce meclise getirmekte kararlıdır. Bu kararlığımızda herhangi bir değişiklik yok diyor. Savaşa verilen desteğin gerekçeleri hep aynı. Ulusal çıkarlar, bağımsız Kürt devleti ve tabii savaşın yaratacağı ekonomik zararların karşılanması. Komşu bir halkın yıkımı ve katledilmesi ise onların sounu değil. Emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı 15 Şubatta dünya çapında milyonların katılımıyla gerçekleşen savaş karşıtı eylemler göstermiştir ki, emperyalist savaş ve saldırganlık dünya halkları nezdinde gayri meşrudur, haksızdır ve bütün insanlık için ciddi bir tehlikedir. Bu savaşı destekleyen tüm güçler, dolayısıyla işbirlikçi Türk sermaye devleti de emperyalist savaş karşıtı mücadelenin temel hedeflerinden biri olmalıdır. Emperyalizmi ve ülke topraklarını bir saldırı üssü haline getiren yerli uşaklarını hedef alan, işçi sınıfı önderliğinde bir örgütlü mücadeleyi yükseltmek, bu kirli savaşa karşı kitlesel eylemliliklerle alanları doldurmak günümüzün en acil görevidir. |
|||||