Chenin yaşamını anlatan kitaplarda, tarlada çalışırken ya da bir yükü taşırken çekilmiş fotoğraflar yer alır. Bunlar, fotoğraf karesine verilmiş pozlar değil, bir dava adamının emeğe ve emeğine saygısının tanıklarıdır.
Kızı tarafından anlatılan bir yaşanmışlık vardır. Che Ekonomi Bakanı iken küçük kızı bir bisiklet fabrikasına götürülür. Bisikletleri çok beğenen Ekonomik Bakanının kızına bir bisiklet hediye edilir. Che bunu öğrendiğinde hiddetle fabrikaya gider ve bisikletin parasını verir. Bir daha böyle birşey yapmamaları yönünde sert bir biçimde uyarır çalışanları. Bu da Chenin emeğe saygısının bir başka göstergesidir.
Che Guevera bir savaşçı olarak örnek alınacak bir devrimci önder olduğu kadar, devrimci yaşamıyla da saygıya değer bir örnektir. Evet Che usta bir savaşçıydı. Ama ideolojik olarak küçük burjuva ideolojiyle malul olmasına rağmen, kişiliği küçük burjuva kibir, kariyerizm ve ateletten uzaktı. Devrime tüm benliğiyle adanmış bir yürekti onun göğsünde çarpan.
Eğer bir kıyaslama yapmak gerekirse, bir ülkede devrim sonrası yapılacak işler, öncesinden çok daha zorludur. Bu bağlamda, Chenin Kübada görevini bırakarak Afrika ve Bolivyaya gitmeden yola çıkarak, zorlu görevinden kaçarak maceracı davrandı deme hafifliği gösterenler çıkabilmekte. Oysa Chenin kabına sığmayan devrimci ve enternasyonalist enerjisini gözardı ederek, bu konuda bir değerlendirme yapılamaz. Arjantinli olan Che, Küba devriminin tereddütsüz savaşçısı ve önderidir. Bu bile Chenin devrimci enternasyonalist ruhunun bir göstergesidir.
Öte yandan Chenin Afrika ve Bolivyaya gitmesi, maceracılık değil, devrim dinamiklerinin geliştiği bir ülkeye sadece enternasyonalist destek değil, pratik önderlik etme yönelimdir. Dünya ölçeğinde enternasyonalizmin dumura uğratıldığı bir dönemde Chenin davranışı çok önemli ve anlamlıdır. O dönem, enternasyonalizmin felçedilip, tek ülkede sosyalizmin zaferi adına milliyetçilikle sakatlanmış bir biçimde ideolojik bir politika haline getirildiği ve bürokratik yozlaşmanın sosyalizmi ve dünya devrim sürecini alabildiğine tahrip ettiği bir dönemdir. Böyle bir dönemde enternasyonalizmi pratikte yaşatmak çok anlamlı olduğu kadar, varolan sakatlığa net bir başkaldırı da sözkonusu olan. Bu yanıyla Che, yaşadığı dönemde enternasyonalizmin simgesidir.
Bugün proletarya enternasyonalizmi yakıcı bir ihtiyaçtır. Bu temelde Cheyi anmak ve yaşatmak, enternasyonalist ruhla kuşanmak ve mücadele etmek demektir. Afganistan, Irak özgülünde Ortadoğunun emperyalist işgal altında tutulduğu koşullarda, Ortadoğu emekçi halklarıyla enternasyonalist dayanışma içine girmek yalnız Ortadoğu için değil, kendi coğrafyamızda da, canalıcı öneme sahiptir.
Bu bilinçle yiğit devrimci önder Cheyi, enternasyonalist mücadelemizde sonsuza kadar yaşatacağız.
Hep birlikte Irak tartışmalarına kilitlendik. Ancak biraz geri çekilip genel manzaraya bakınca, geçtiğimiz haftalarda, Irak süreciyle çakışmaya başlayan, kalıcılık kazandığı (kazanmayabilir de) takdirde de önemli değişikliklerin kapısını aramaya aday gelişmelerin ortaya çıkmaya başladığı görülüyor.
1. İmparatorluk hamlesi ve Irak
Çakışmaya başlayan gelişmelerin odak noktasında Irak var. Irak Geçici Hükümetinin üyelerinden biri uğradığı suikast sonucunda öldü. Irakta çatışmalar yoğunlaşmaya devam ediyor. Bush, neocon kliğin iddialarının aksine, 11 Eylül ile Saddam rejimi arasında bir ilişki bulunamadığını kabul etti. ABD işgalinden sonra Iraka gelerek kitle imha silahları arayan uzmanlar geçen hafta yayımladıkları raporda hiçbir şey bulamadıklarını açıkladılar. ABD kongresinde, savaşın gerçek faturasına ilişkin, Cumhuriyetçi üyeler de yönetimi sıkıştırmaya başladılar. Geçen hafta Bush, bu koşullarda BMye geri dönerek asker ve para yardımı istedi. Fransa ve Almanya henüz somut bir cevap vermemekle birlikte uyumlu bir tutum sergilediler. ABD-AB çatlağı kapanmaya başladı. Irakın varlıklarının satışa çıkarılması, Powellın, Ira sivil yönetimine yeni bir anayasa oluşturmaları için 6 ay süre tanındığını söyleyerek, bir takvimin söz konusu olabileceğini dolaylı yoldan işaret etmesi, yakınlaşma sürecinin işlemeye başladığının diğer göstergeleriydi. Bu sürecin okunun yönü, Afgan deneyine ve NATOnun yeni işlevine yapılan göndermeleri de düşünürsek, imparatorluktan daha çok ABD-Avrupa işbirliğine dayanan bir ortak iradnin (siz bunu emperyalizm olarak da okuyabilirsiniz) oluşması yönünde.
2. ABDde seçim süreci
Emekli General Welsey Clarkın, önceki hafta Demokrat Partiden başkan adayı olmak için adaylığını açıklamasının ardından ABD basınında esen fırtına ve Cumhuriyetçi parti kurmaylarında ilk kez gözlenen kaygı emareleri, aynı hafta yayımlanan ve halkın, Bushın Irak politikasına, genel olarak da yönetimine güvenini kaybetmeye başladığını gösteren kamuoyu yoklamaları ilk kez Bushun yenilmezlik zırhının delindiğini gösteriyordu. Demokrat Partinin en büyük zaafı güvenlik, dış politika ve Irak konularında kouşacak güvenilir bir adaya sahip olmamasıydı. Bu yüzden DPnin platformu daha çok ekonomik ve sosyal konularla sınırlı kalıyordu. Oysa, ülkenin bir savaşa, halkınsa terörizm paniği altına sokulduğu bir dönemde, platformunu güvenlik ve savaş üzerinde kuruyor olması, Cumhuriyetçi Partinin, toplumsal ve ekonomik konulada karnesi kırıklarla dolu bile olsa, kazanma şansını yükseltiyordu. Kosova savaşında NATO genel komutanlığı yapmış, Irak savaşı sırasında CNNde Bush politikalarına eleştirel bir gözlükle bakan, ABD ile Avrupa ittifakının önemini vurgulayan bir yorumcu olarak sivrilmiş, Wesley Clarkın devreye girmesi bu denklemi bozdu. Clark, hem güvenlik konularında konuşmaya yetkili bir aday olarak güçlüydü, hem de DPnin patformunda önemli bir boluğu dolduruyordu (National Review 23/09). Bu sırada bir başka ilginç gelişme de Clinton döneminin ekonomi ve dış politikalarının DP içinde reytinginin yeniden artmaya, adayların seçmene, Clinton dönemine dönmeyi vaat etmeye başlamaları; Clintonların da ağırlıklarını Clarkın arkasına koymalarıydı (The New Republic, 19/08). Bu gelişmelerin oku da, Bush yönetiminin ve imparatorluk eğiliminin aleyhine bir yönü g&oum;steriyor.
3. İran ve Güneyin yükselişi
Yukarıdaki gelişmeler, seçim dönemine girilmiş olmasının da etkisiyle, Bush yönetiminin manevra alanını sınırlıyor; örneğin yeni bir önleyici vuruş (11 Eylül tipi yeni bir felaket ortaya çıkmazsa) olasılığını gündemden çıkarıyor. Seçimlerden sonra, bir olasılıkla kapanacak olan bu pencereden kimi bağımsız, (hala ulusal politika üretebilen) ülkeler, jeopolitik konumlarını güçlendirmek için faydalanmayı deneyebilirler. Nitekim, geçen hafta haberler İranın, bu pencereden, nükleer silah programını daha da ilerletmek için faydalanmak istediğini düşündürdü.
BM Konseyinde konuşan İran Dışişleri Bakanı, İranda zenginleştirilmiş uranyum olduğunu tespit eden Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının, önceden haber vermeden denetim yapmasına, eğer ABDnin bunu yeterli bulacağına söz vermesi halinde izin verebileceklerini söyledikten sonra, İranın nükleer prgramından Hayır, hayır, asla. Buna bir neden yok sözleriyle (Iran Daily News, 27/09) vazgeçmeyeceğini belirtti. Bu gelişmelerin oku da (İrana baskı yapabilmek bağlamında) ABD-AB işbirliği yönünü gösteriyor.
Le Mondeun başyazısının deyimiyle Güneyin gelişi, İranın tutumuna bir paralellik oluşturuyor. Cancun, BMnin sonbahar döneminin açılışı ve IMF, Dünya Bankası Dubai toplantısındaki gelişmeler bakarak Le Monde, dünyada ABD, Avrupa ve Rusyanın (Batının) egemenliğini sorgulayan yeni bir blokun oluşmakta olduğunu söylüyordu. Le Mondea göre bu blokun liderliğini üç kıtadan üç güçlü ülkenin, Brezilya, Güney Afrika ve Hindistanın yapıyor olması da ayrıca anlamlıydı, tabii Çinin bu bloka verdiği destek de, bu yeni blokun Batının egemenliğini sarsmaması için, ABD ve Avrupa arasında bir yakınlaşmanın gereğine işaret ediyor.
4. Ve dünya ekonomisi
Dubai G7 toplantısından, Japonya, Çin ve diğer parasını dolara bağlı tutan ülkelere bir uyarı çıktı: Dolar bundan sonra düşecek, engellemeye kalkmayın (Global Economic Forum 22/09). Böylece, ABDnin muazzam dış açıklarıyla Asya ve bir ölçüde de Avrupadaki fazlalar dünya ekonomisinin gündeminin merkezine oturdu. Küreselleşme sürecinde, ABD ekonomisine aşırı bağımlı hale gelerek çarpılmış dünya ekonomisinde, Morgan Stanley baş ekonomisti Roacha göre uzun süredir beklenen düzeltme için yeni atılım başlıyordu. Şimdi dolar düşecek, ABD ithalatı azalacak, günde 2 milyar dolara ulaşan yabancı sermaye girişinin sürmesi için faizler yükselmeye, böylece ABD ekonomisinde tüketim azalarak tasarruflar yeniden artmaya başlayacak. İyi de ABDdeki bu düzeltmenin yükünü diğer ülkeler üstlenmek isteyeceklermi? Kendilerini korumaya kalkarlarsa? Doların gerilemesi ABDden bir sermaye kaçışıyla birlikte hızlanırsa, Çin ve Japonya paralarının daha fazla değerlenmesini kabul etmezse ne olacak? Öte yandan ABDde, bu düzeltmenin maliyetini (daha da artacak işsizlik ve iflaslar) üstlenmek istemeyenlerin korumacı eğilimini daha da güçlenirse? Bu sırada doların istikrarsızlığına karşılık Euronun etkisi artmaya başlarsa? Tüm bu gelişmeler bir de OPECin geçen haftaki kasımdan itibaren üretimi günde 900.000 varil kısma kararını ekleyerek, The Economist, dünya ekonomisi bıçağın ağzında dengede durmaya çalışıyor diyor.
Bu gelişmelerin yönü de ABDnin imparatorluk projesinin finansmanının giderek zorlaşacağını gösteriyor. Ya ABD, ne pahasına olursa olsun bu projede ısrar edecek, ya da başta ABD mali sermayesinin liderliğinde uluslararası mali sermaye Bush yönetimini uluslararası bir uzlaşmaya doğru itmeye, olmazsa değiştirmeye çalışacak? Evet bir şeyler oluyor, ya da olmak üzere...