4 Ekim'03
Sayı: 2003 (02)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçilerini durduralım!
  Meclis yeni yasama döneminde iki cephede birden savaş için düğmeye bastı...
  AKP hükümeti tezkere için gün sayıyor...
  Açlık ve yoksulluk pembe yalanlarla gizlenemiyor
  İMF heyeti teftiş için geldi
  İşçilerin patronlara ve sendika bürokrasisine karşı tepkileri ve eylemleri artıyor...
  TEKEL'de özelleştirme...
  Sendikal ihanet derinleşiyor
  YÖK Yasa Tasarısı üzerinden büyüyen düzen içi dalaşma...
  Gençlik savaşı, hükümeti ve YÖK tasarısını protesto etti...
  Genç komünistlerin kampanya çalışmalarından...
  Sosyal güvenlik kurumları özelleştiriliyor, sosyal haklar metalaştırılıyor!
  Yargıtay'ın DEHAP kararı ve gösterdikleri
  Habip, Ümit ve genç bir devrimci...
  Ulucanlar şehitleri anıldı...
  "Kızıl Elma" çetesi ve yeni bir psikolojik harekat
  Irak'a saldırı gerekçelerinin yalan olduğu bir kez daha tescil edildi
  Cancun'da kim kazandı?
  Sorumlu kim, hedef kim? Yapılan ne?..
  Sınıf ve fabrika çalışması üzerine
  Tüm gövdemizle ve gücümüzle fabrikalara!
  Che Guavera!.. Devrimci enternasyonalist mücadele çağrısı!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Che Guavera!..

Devrimci enternasyonalist mücadele çağrısı!

Che’nin yaşamını anlatan kitaplarda, tarlada çalışırken ya da bir yükü taşırken çekilmiş fotoğraflar yer alır. Bunlar, fotoğraf karesine verilmiş pozlar değil, bir dava adamının emeğe ve emeğine saygısının tanıklarıdır.

Kızı tarafından anlatılan bir yaşanmışlık vardır. Che Ekonomi Bakanı iken küçük kızı bir bisiklet fabrikasına götürülür. Bisikletleri çok beğenen Ekonomik Bakanı’nın kızına bir bisiklet hediye edilir. Che bunu öğrendiğinde hiddetle fabrikaya gider ve bisikletin parasını verir. Bir daha böyle birşey yapmamaları yönünde sert bir biçimde uyarır çalışanları. Bu da Che’nin emeğe saygısının bir başka göstergesidir.

Che Guevera bir savaşçı olarak örnek alınacak bir devrimci önder olduğu kadar, devrimci yaşamıyla da saygıya değer bir örnektir. Evet Che usta bir savaşçıydı. Ama ideolojik olarak küçük burjuva ideolojiyle malul olmasına rağmen, kişiliği küçük burjuva kibir, kariyerizm ve ateletten uzaktı. Devrime tüm benliğiyle adanmış bir yürekti onun göğsünde çarpan.

Che’nin yaşamı enternasyonalizmin
pratik örneği

Eğer bir kıyaslama yapmak gerekirse, bir ülkede devrim sonrası yapılacak işler, öncesinden çok daha zorludur. Bu bağlamda, Che’nin Küba’da görevini bırakarak Afrika ve Bolivya’ya gitmeden yola çıkarak, zorlu görevinden kaçarak maceracı davrandı deme hafifliği gösterenler çıkabilmekte. Oysa Che’nin kabına sığmayan devrimci ve enternasyonalist enerjisini gözardı ederek, bu konuda bir değerlendirme yapılamaz. Arjantinli olan Che, Küba devriminin tereddütsüz savaşçısı ve önderidir. Bu bile Che’nin devrimci enternasyonalist ruhunun bir göstergesidir.

Öte yandan Che’nin Afrika ve Bolivya’ya gitmesi, maceracılık değil, devrim dinamiklerinin geliştiği bir ülkeye sadece enternasyonalist destek değil, pratik önderlik etme yönelimdir. Dünya ölçeğinde enternasyonalizmin dumura uğratıldığı bir dönemde Che’nin davranışı çok önemli ve anlamlıdır. O dönem, enternasyonalizmin felçedilip, “tek ülkede sosyalizmin zaferi” adına milliyetçilikle sakatlanmış bir biçimde ideolojik bir politika haline getirildiği ve bürokratik yozlaşmanın sosyalizmi ve dünya devrim sürecini alabildiğine tahrip ettiği bir dönemdir. Böyle bir dönemde enternasyonalizmi pratikte yaşatmak çok anlamlı olduğu kadar, varolan sakatlığa net bir başkaldırı da sözkonusu olan. Bu yanıyla Che, yaşadığı dönemde enternasyonalizmin simgesidir.

Bugün proletarya enternasyonalizmi yakıcı bir ihtiyaçtır. Bu temelde Che’yi anmak ve yaşatmak, enternasyonalist ruhla kuşanmak ve mücadele etmek demektir. Afganistan, Irak özgülünde Ortadoğu’nun emperyalist işgal altında tutulduğu koşullarda, Ortadoğu emekçi halklarıyla enternasyonalist dayanışma içine girmek yalnız Ortadoğu için değil, kendi coğrafyamızda da, canalıcı öneme sahiptir.

Bu bilinçle yiğit devrimci önder Che’yi, enternasyonalist mücadelemizde sonsuza kadar yaşatacağız.

Sefaköy İşçi Kültür Evi çalışanları



Bir şeyler oluyor!

Hep birlikte Irak tartışmalarına kilitlendik. Ancak biraz geri çekilip genel manzaraya bakınca, geçtiğimiz haftalarda, Irak süreciyle çakışmaya başlayan, kalıcılık kazandığı (kazanmayabilir de) takdirde de önemli değişikliklerin kapısını aramaya aday gelişmelerin ortaya çıkmaya başladığı görülüyor.

1. İmparatorluk hamlesi ve Irak

Çakışmaya başlayan gelişmelerin odak noktasında Irak var. Irak Geçici Hükümeti’nin üyelerinden biri uğradığı suikast sonucunda öldü. Irak’ta çatışmalar yoğunlaşmaya devam ediyor. Bush, “neocon” kliğin iddialarının aksine, 11 Eylül ile Saddam rejimi arasında bir ilişki bulunamadığını kabul etti. ABD işgalinden sonra Irak’a gelerek kitle imha silahları arayan uzmanlar geçen hafta yayımladıkları raporda hiçbir şey bulamadıklarını açıkladılar. ABD kongresinde, savaşın gerçek faturasına ilişkin, Cumhuriyetçi üyeler de yönetimi sıkıştırmaya başladılar. Geçen hafta Bush, bu koşullarda BM’ye geri dönerek asker ve para yardımı istedi. Fransa ve Almanya henüz somut bir cevap vermemekle birlikte uyumlu bir tutum sergilediler. ABD-AB çatlağı kapanmaya başladı. Irak’ın varlıklarının satışa çıkarılması, Powell’ın, Ira sivil yönetimine yeni bir anayasa oluşturmaları için 6 ay süre tanındığını söyleyerek, bir takvimin söz konusu olabileceğini dolaylı yoldan işaret etmesi, yakınlaşma sürecinin işlemeye başladığının diğer göstergeleriydi. Bu sürecin okunun yönü, Afgan deneyine ve NATO’nun yeni işlevine yapılan göndermeleri de düşünürsek, imparatorluktan daha çok ABD-Avrupa işbirliğine dayanan bir ortak iradnin (siz bunu emperyalizm olarak da okuyabilirsiniz) oluşması yönünde.

2. ABD’de seçim süreci

Emekli General Welsey Clark’ın, önceki hafta Demokrat Parti’den başkan adayı olmak için adaylığını açıklamasının ardından ABD basınında esen fırtına ve Cumhuriyetçi parti kurmaylarında ilk kez gözlenen kaygı emareleri, aynı hafta yayımlanan ve halkın, Bush’ın Irak politikasına, genel olarak da yönetimine güvenini kaybetmeye başladığını gösteren kamuoyu yoklamaları ilk kez Bush’un yenilmezlik zırhının delindiğini gösteriyordu. Demokrat Parti’nin en büyük zaafı güvenlik, dış politika ve Irak konularında kouşacak güvenilir bir adaya sahip olmamasıydı. Bu yüzden DP’nin platformu daha çok ekonomik ve sosyal konularla sınırlı kalıyordu. Oysa, ülkenin bir savaşa, halkınsa “terörizm paniği” altına sokulduğu bir dönemde, platformunu güvenlik ve savaş üzerinde kuruyor olması, Cumhuriyetçi Parti’nin, toplumsal ve ekonomik konulada karnesi kırıklarla dolu bile olsa, kazanma şansını yükseltiyordu. Kosova savaşında NATO genel komutanlığı yapmış, Irak savaşı sırasında CNN’de Bush politikalarına eleştirel bir gözlükle bakan, ABD ile Avrupa ittifakının önemini vurgulayan bir yorumcu olarak sivrilmiş, Wesley Clark’ın devreye girmesi bu denklemi bozdu. Clark, hem güvenlik konularında konuşmaya yetkili bir aday olarak güçlüydü, hem de DP’nin patformunda önemli bir boluğu dolduruyordu (National Review 23/09). Bu sırada bir başka ilginç gelişme de Clinton döneminin ekonomi ve dış politikalarının DP içinde “reytinginin” yeniden artmaya, adayların seçmene, Clinton dönemine dönmeyi vaat etmeye başlamaları; Clintonlar’ın da ağırlıklarını Clark’ın arkasına koymalarıydı (The New Republic, 19/08). Bu gelişmelerin oku da, Bush yönetiminin ve imparatorluk eğiliminin aleyhine bir yönü g&oum;steriyor.

3. İran ve ‘Güney’in yükselişi

Yukarıdaki gelişmeler, seçim dönemine girilmiş olmasının da etkisiyle, Bush yönetiminin manevra alanını sınırlıyor; örneğin yeni bir “önleyici vuruş” (11 Eylül tipi yeni bir felaket ortaya çıkmazsa) olasılığını gündemden çıkarıyor. Seçimlerden sonra, bir olasılıkla kapanacak olan bu pencereden kimi bağımsız, (hala ulusal politika üretebilen) ülkeler, jeopolitik konumlarını güçlendirmek için faydalanmayı deneyebilirler. Nitekim, geçen hafta haberler İran’ın, bu pencereden, nükleer silah programını daha da ilerletmek için faydalanmak istediğini düşündürdü.

BM Konseyi’nde konuşan İran Dışişleri Bakanı, İran’da zenginleştirilmiş uranyum olduğunu tespit eden Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın, önceden haber vermeden denetim yapmasına, eğer ABD’nin bunu yeterli bulacağına söz vermesi halinde izin verebileceklerini söyledikten sonra, İran’ın nükleer prgramından “Hayır, hayır, asla. Buna bir neden yok” sözleriyle (Iran Daily News, 27/09) vazgeçmeyeceğini belirtti. Bu gelişmelerin oku da (İran’a baskı yapabilmek bağlamında) ABD-AB işbirliği yönünü gösteriyor.

Le Monde’un başyazısının deyimiyle “Güneyin gelişi”, İran’ın tutumuna bir paralellik oluşturuyor. Cancun, BM’nin sonbahar döneminin açılışı ve IMF, Dünya Bankası Dubai toplantısındaki gelişmeler bakarak Le Monde, dünyada ABD, Avrupa ve Rusya’nın (Batı’nın) egemenliğini sorgulayan yeni bir blokun oluşmakta olduğunu söylüyordu. Le Monde’a göre bu blokun liderliğini üç kıtadan üç güçlü ülkenin, Brezilya, Güney Afrika ve Hindistan’ın yapıyor olması da ayrıca anlamlıydı, tabii Çin’in bu bloka verdiği destek de, bu yeni blokun Batı’nın egemenliğini sarsmaması için, ABD ve Avrupa arasında bir yakınlaşmanın gereğine işaret ediyor.

4. Ve dünya ekonomisi

Dubai G7 toplantısından, Japonya, Çin ve diğer parasını dolara bağlı tutan ülkelere bir uyarı çıktı: Dolar bundan sonra düşecek, engellemeye kalkmayın (Global Economic Forum 22/09). Böylece, ABD’nin muazzam dış açıklarıyla Asya ve bir ölçüde de Avrupa’daki fazlalar dünya ekonomisinin gündeminin merkezine oturdu. Küreselleşme sürecinde, ABD ekonomisine aşırı bağımlı hale gelerek çarpılmış dünya ekonomisinde, Morgan Stanley baş ekonomisti Roach’a göre uzun süredir beklenen düzeltme için yeni atılım başlıyordu. Şimdi dolar düşecek, ABD ithalatı azalacak, günde 2 milyar dolara ulaşan yabancı sermaye girişinin sürmesi için faizler yükselmeye, böylece ABD ekonomisinde tüketim azalarak tasarruflar yeniden artmaya başlayacak. İyi de ABD’deki bu düzeltmenin yükünü diğer ülkeler üstlenmek isteyeceklermi? Kendilerini korumaya kalkarlarsa? Doların gerilemesi ABD’den bir sermaye kaçışıyla birlikte hızlanırsa, Çin ve Japonya paralarının daha fazla değerlenmesini kabul etmezse ne olacak? Öte yandan ABD’de, bu düzeltmenin maliyetini (daha da artacak işsizlik ve iflaslar) üstlenmek istemeyenlerin korumacı eğilimini daha da güçlenirse? Bu sırada doların istikrarsızlığına karşılık Euro’nun etkisi artmaya başlarsa? Tüm bu gelişmeler bir de OPEC’in geçen haftaki kasımdan itibaren üretimi günde 900.000 varil kısma kararını ekleyerek, The Economist, dünya ekonomisi bıçağın ağzında dengede durmaya çalışıyor diyor.

Bu gelişmelerin yönü de ABD’nin imparatorluk projesinin finansmanının giderek zorlaşacağını gösteriyor. Ya ABD, ne pahasına olursa olsun bu projede ısrar edecek, ya da başta ABD mali sermayesinin liderliğinde uluslararası mali sermaye Bush yönetimini uluslararası bir uzlaşmaya doğru itmeye, olmazsa değiştirmeye çalışacak? Evet bir şeyler oluyor, ya da olmak üzere...

Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet, 29 Eylül ‘03)