4 Ekim'03
Sayı: 2003 (02)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçilerini durduralım!
  Meclis yeni yasama döneminde iki cephede birden savaş için düğmeye bastı...
  AKP hükümeti tezkere için gün sayıyor...
  Açlık ve yoksulluk pembe yalanlarla gizlenemiyor
  İMF heyeti teftiş için geldi
  İşçilerin patronlara ve sendika bürokrasisine karşı tepkileri ve eylemleri artıyor...
  TEKEL'de özelleştirme...
  Sendikal ihanet derinleşiyor
  YÖK Yasa Tasarısı üzerinden büyüyen düzen içi dalaşma...
  Gençlik savaşı, hükümeti ve YÖK tasarısını protesto etti...
  Genç komünistlerin kampanya çalışmalarından...
  Sosyal güvenlik kurumları özelleştiriliyor, sosyal haklar metalaştırılıyor!
  Yargıtay'ın DEHAP kararı ve gösterdikleri
  Habip, Ümit ve genç bir devrimci...
  Ulucanlar şehitleri anıldı...
  "Kızıl Elma" çetesi ve yeni bir psikolojik harekat
  Irak'a saldırı gerekçelerinin yalan olduğu bir kez daha tescil edildi
  Cancun'da kim kazandı?
  Sorumlu kim, hedef kim? Yapılan ne?..
  Sınıf ve fabrika çalışması üzerine
  Tüm gövdemizle ve gücümüzle fabrikalara!
  Che Guavera!.. Devrimci enternasyonalist mücadele çağrısı!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Tüm gövdemizle ve gücümüzle fabrikalara!

İşçilerle ilişki tarzımız ve yayınlarımızın
kullanımı üzerine bir deneyim

Yakın zaman kadar orta ölçekli bir metal fabrikasında çalışıyordum. Birçok işyerine göre farklı, kendine özgü bir ortama sahipti. Burada genç işçilerin yoğunlukta olması bir avantaj sağlıyordu. İstisnasız tüm işçiler içeriden birinin aracılığıyla işe giriyor, tanıdık ve akraba ilişkileri ağır basıyordu. İşe ilk girdiğimde bu işi kendim bulmam (tanıdık olmadan) işçilerin garibine gitmişti.

Kısa zaman içersinde işçilerle yabancılık çekmeden kaynaşmam onların ortamına girmemi sağlamış, kiminin daha sonra evine gitmeye başlamıştım. Bunda benim işe girer girmez işçilerle diyalog kurmamın etkisi olduğu kadar işçi olmamın da payı vardı. İşçileri karşılıklı tanıyıp (onlar beni ben onları) onlarla kaynaşma sürecinden sonra ülkedeki sorunlar, işçi hareketinin sorunları üzerinden sohbet etmeye başlamıştık. Bir ara bölgemizde bir fabrikada başlayan greve destek ziyareti düzenleme önerisinde bulundum. Bu gerçekleşmedi ama onunla ilgili gelişmeyi anlatıyor ve bu isteği körüklemeye çalışıyordum. Bundan sonra başlayan belediye işçileri grevine de destek ziyareti örgütlemeye çalışmış, önceki gibi “evet gideriz” cevabını alsam da bunu diyenler gelmemişti.

Aradan geçen zamanda işçilerle ilişkiyi bir düzeye getirmiş olsam da istediğim düzeyden çok uzaktı. Mesela işçilere yayın veremiyordum. Buna uzak duruyorlardı. Ben de farklı şekillerde bu durumu değiştirmeye çalışıyordum. Örneğin aynı servise bindiğimiz bir işçiye roman, şiir kitabı ve kaset vermeye başladım. Bunları işyerinde veriyordum, o da kendi bölümündeki işçilere gösteriyordu. Bundan sonra başkasının da okuyup dinlemek istediğini söylüyor, ben de tabi diyordum.

Bu ilişki tarzı bir çok insanı tanımama imkan sağladı. Fabrika vardiyalı çalışıyordu. Diğer vardiyadaki işçilerle fazla görüşemiyorduk (çünkü bölümlere ayrılmış), görüştüğümüz kadarıyla da bu ayak üstü oluyordu. Diğer vardiyadan bir işçiyle görüşemediğim için not yazıp dolabına atmaya başladım. Bunun karşılığını mektup olarak alıyordum. Başka işçiler (benim vardiyadakiler bana, onun vardiyadakiler ona) ne kadar samimisiniz, önceden mi birbirinizi tanıyordunuz? diye soruyorlardı. Bu işçinin evine gidip ailesiyle tanışmam bu samimiyeti sağlamıştı. Bazı işçilerle kitap alış-verişim devam etti.

Bu arada kimisiyle hemen kurduğum ilişki tarzı bazı olumsuz sonuçlar vermişti. Örneğin insanlar yan yana geldiğinde herkes hakkında konuşuyordu. Bu da çoğunlukla dedikodu oluyordu. Benimle anlaşamayan (daha doğrusu kendi çevrelerinde pek çok kişiyle anlaşamayan) bazı işçilerin dedikodularına malzeme oluyordum. Ancak daha sonra bunlarla aramı düzeltebildim.

Bu arada işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışmasının simgesi olan 1 Mayıs’a katıldım. İşgününe denk geldiği için gitmek isteyen işçiler gidemedi. Ben o gün işe gitmediğim için çoğu 1 Mayıs mitingine gittiğimi anlamıştı. Ertesi gün herkes “hoşgeldin” diyerek etrafıma toplandı ve nasıl geçtiğini sordu. O sırada yeni işe girmiş bir işçi benim 1 Mayıs’a gittiğimi duyduğunda (fazla sohbetimiz olmasa da), işçilere bunun çok anlamlı olduğunu söylemiş.

Bu işçiyle ilişkimiz kısa dönemde gelişmiş ve ona Kızıl Bayrak vermeye başlamıştım. Bir süre sonra da fabrikamızda yaşanan sorunları içeren bir yazı yazıp gazeteye göndermiştik. Belirli bir süreden sonra kendisi bir yazı yazmıştı. Bu arada başka bir bölgede bir fabrikanın işçileri direnişteydi. Dayanışma şenliğine birlikte gitmiştik, bu da onu olumlu etkilemişti.

Fabrikada yeni dönem

Bu anlattıklarım fabrikada yaşamış olduğum deneyimlerin sadece kısa bir bölümü. Buraya kadar ki dönemden sonra fabrikada bambaşka bir dönem başladı. İşten atılanlar ve kendi isteğiyle ayrılanlar olmuştu. Fabrika genişlemiş, yeni bölümler eklenmiş ve yeni işçiler alınmıştı. Fabrikadaki değişiklik işçilere de yansımış, aralarında önceki ilişkilerin yerini daha uzak mesafeli ilişkiler almıştı.

İşe alınan işçiler eski bölümlere göre daha fazla ücret alıyordu. İşveren bilinçli olarak bu politikayı uyguladı. Bu durum iki bölüm arasında işçiler arasında soğuk rüzgarlar yarattı. “Burayı büyüten biziz, bizim sayemizde bu düzeye geldi, ama bize köpek gibi davranarak ne hak görüyor” diye tepki gösterenler çoktu. Bu tepkiyi ilk zamanlar sonradan alınan işçilere gösterseler de bu geçici oldu. Çünkü işveren o işçiler arasında bile farklı zam politikası uyguladı. İlk zamanlar maaşını yükselteceği vaadiyle pek çok işçiyi böyle işe aldı. Tepkiler alttan alta gelişmeye başladı.

Durum böyle olmasına rağmen halen işçiler yeni ortama alışamamış aralarındaki kopukluk ve gruplaşma artarak devam ediyordu. İşçilere müdahalenin imkanları gelişirken, bir taraftan da alttan alta sağlam temellerde işçileri örgütlemeye dayanan bir çalışma gitgide zorunlu hale geliyordu. Bu fabrikanın işçileri için bu daha çok gerekliydi. Çoğunun genç ve deneyimsiz oluşu bunu koşulluyordu.

Biz de yerel bir bültende fabrikada yaşanan sorunlarla ilgili bir işçi arkadaşla konuşarak yazı yazmayı kararlaştırdık. Bunun üzerinden fabrikada elden dağıtmayı önümüze hedef koyduk. Bültende yazı çıkar çıkmaz dağıtmaya başladık. İşçiler kendi içlerinden birinin yaşadıkları sorunları dile getirmesinin etkisiyle alıp okuyordu. Dağıtmaya başladığımın ikinci günü gelip “Bir gazete varmış, bizim fabrikayla ilgili bir yazı yayınlamış. Ondan sende var mı?” diye soran bir işçiye var deyip verdim. Ondan sonra üç işçi daha istedi. Bir kadın arkadaş bunun üzerine fabrikadaki baskılarla ilgili kendisinin da yazmak istediğini söyledi. Bende sevinerek “tabii, iyi olur” dedim. Başka birisi ise eşinin işyerinde yaşadığı sorunları yazdığını söyleyerek, “sana verirsem gazete de çıkar mı?” diye sordu. Bu işçi daha öce Kızıl Bayrak verdiğim bir işçi. “Bültende olmaz ama Kızıl Bayrak’a göndeririz” dedim. Bunun üzerine “Sen de yazabilirsin, bak bir arkadaş söz verdi” dedim. O “aynı şeyleri yazmamıza ne gerek var” deyince ben de yazıları birleştiririz dedim.

Başka vardiyaya fazla ulaşamıyordum. Önce bir arkadaşa okuması için verdim. Sonra dağıtması için beş adet daha. İşçiler almamazlık yaparsa onlara biraz sert çıkmasını söyledim. O da “ne var canım bunda” dedi. Ben de “demek istediğim o değil” dedim, “duyarsızlıklarından almak istemezler”. Bunun üzerine “ben vereceğim de onlar almayacak ha, sen merak etme” dedi. Bu işçinin de daha önce evine gitmiş, ailesiyle tanışmıştım. Toplam 25 bülten dağıtmış olduk. Ayrıca bir o kadar da birbirinden alıp okuyanlar oldu.

Bundan sonra fabrikada yaşanan sorunlar üzerine “Sence bundan sonra nasıl olur?” diye gelip soranlar oldu. Bültenden önce işçilerde kitap alışverişini çoğaltmaya çalışıyordum. Örneğin bir işçiye “Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum” romanını verdiğimde okuyup getirmiş, onu bu kez başka işçi istemişti. Yine “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanını aynı servise bindiğimiz bir işçiye vermiştim. Okuma alışkanlığı olmamasına rağmen çok kısa sürede okuyup bitirmişti. Çok beğendiğini söyleyerek serviste verdi. Onu gören başka bir işçi (okuma alışkanlığı olmayan bir işçi) okumak istediğini söyleyerek aldı. İkinci bir işçiyle kitap alışverişimiz düzenli devam etti.

Her verdiğim kitabı serviste başka işçiler alıp bakıyordu. Gorki’nin bir romanını verdiğimde genç bir işçi onu okumak istediğini söyleyerek aldı. Bana geri getirdiğinde işbaşında çalışıyordum. Görür görmez hemen bir işçi elimden kaptı ve onu okuyup getireceğini söyledi. “Zor dönem devrimcileri/Habip ve Ümit” i genç bir işçiye verdim. Getirdiğinde etkilendiğini ama hepsini okumaya zamanı yetmediğini söyledi. Bu arada başka bir işçiye daha anlatmıştı. O da “bana verebilir misin?” diyerek aldı kitabı.

Sonuç olarak kitap, gazete ve bülten aracılığıyla bir çok işçiyle bağ kurmuştum. İşten ayrılmam gerektiğinde bazı işçiler üzülmüş, bazıları da bizi ara demişti. Ayrıca bir çok işçinin evine gitmiş aileleriyle tanışmıştım.

Fabrika çalışmasında derinleşmeye çalıştığımız şu aşamada, işçilerle ilişki kurmamız ve onları yayınlarımızın düzenli okuyucusu haline getirmemiz büyük önem taşımaktadır. İşçi sınıfına gerekli olan devrimci önderliktir. Bu yakıcı sorunu gözönünde bulundurarak çalışmalarımızda buna göre adım atmalıyız. Ancak yoğun bir çabayla sınıfın öncü kesimi ile buluşabilir ve partimizin etrafında toparlayabiliriz. Bu görev sınıf devrimcilerinin omuzlarında her zamanki ağırlığından, yakıcılığından daha fazla durmaktadır.

Devrimci bir sınıf hareketi için öncü müdahale!

Komünist bir işçi/İstanbul