4 Ekim'03
Sayı: 2003 (02)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçilerini durduralım!
  Meclis yeni yasama döneminde iki cephede birden savaş için düğmeye bastı...
  AKP hükümeti tezkere için gün sayıyor...
  Açlık ve yoksulluk pembe yalanlarla gizlenemiyor
  İMF heyeti teftiş için geldi
  İşçilerin patronlara ve sendika bürokrasisine karşı tepkileri ve eylemleri artıyor...
  TEKEL'de özelleştirme...
  Sendikal ihanet derinleşiyor
  YÖK Yasa Tasarısı üzerinden büyüyen düzen içi dalaşma...
  Gençlik savaşı, hükümeti ve YÖK tasarısını protesto etti...
  Genç komünistlerin kampanya çalışmalarından...
  Sosyal güvenlik kurumları özelleştiriliyor, sosyal haklar metalaştırılıyor!
  Yargıtay'ın DEHAP kararı ve gösterdikleri
  Habip, Ümit ve genç bir devrimci...
  Ulucanlar şehitleri anıldı...
  "Kızıl Elma" çetesi ve yeni bir psikolojik harekat
  Irak'a saldırı gerekçelerinin yalan olduğu bir kez daha tescil edildi
  Cancun'da kim kazandı?
  Sorumlu kim, hedef kim? Yapılan ne?..
  Sınıf ve fabrika çalışması üzerine
  Tüm gövdemizle ve gücümüzle fabrikalara!
  Che Guavera!.. Devrimci enternasyonalist mücadele çağrısı!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İMF heyeti teftiş için geldi

İMF’den gelecek olan yeni kredi dilimi öncesinde başlayan 6. gözden geçirme görüşmeleri sermaye hükümetinin emek düşmanı yüzünü bir kez daha ortaya serdi. Seçim döneminde oy toplayabilmek için esip gürleyen ve kısa sürede İMF’den kurtulup ülke ekonomisinin dümenini ellerine alarak ülkeyi dışa bağımlılıktan kurtaracaklarını iddia edenler, şimdilerde İMF’den tebrik üstüne tebrik alıyorlar. Hem de sermaye hükümetinin önüne konulan ve işçi-emekçilerin adeta canına okuyan programı en iyi şekilde uyguladıkları için. Ne de olsa İMF programının amacı bu değil mi! Programın uygulanmasıyla işçi-emekçiler ellerindeki son kırıntıları da kaybediyor. Ülke emperyalistler için tam bir dikensiz gül bahçesine çevirilmeye çalışılıyor.

İMF programı talanın yolunu düzlüyor!

Görüşmelerin önemli bir başlığı “niyet mektubu”nda taahhüt edilen yapısal reformlar. Bu çerçevede, vergi reformu, yeni bütçe sistemleri hukuku, Türk Telekom için bir özelleştirme planının onaylanması isteniyor. Görüşmelerde özelleştirme uygulamaları ve atıl istihdam konuları da gündeme gelecek. Herşeyin yolunda gitmesi halinde, 6. gözden geçirmenin tamamlanması için İMF İcra Kurulu Ekim sonu veya Kasım başında toplanabilecek. Onay alınması halinde 500 milyon dolarlık kredi dilimi serbest bırakılacak. Yani İMF’den gelecek 500 milyon dolar karşılığında emperyalist tekellerin yolu düzlenecek.

Bir yandan yeni kredi dilimlerinin serbest bırakılması, diğer yandan Irak’a asker gönderme karşılığında verilen 8.5 milyar dolar için görüşmeler sürüyor. ABD bu krediyin Türkiye’nin Irak bataklığına saplanması karşılığında veriyor, ama bunun bile verilmesi yine İMF programının harfiyen uygulanmasına bağlı olacak. Bir yandan artan borçlar ve bunların geri ödenmesinde ortaya çıkacak fatura, diğer yandan da Irak’ta gençlerin ABD çıkarları için ölüme gönderilmeleri ve bunun faturasının da aynı şekilde işçi-emekçilere kesilmesi...

Hükümet İMF’ye uşaklıkta sınır tanımıyor

Yeni kredi diliminin serbest bırakılması için gözden geçirme görüşmeleri başlarken, İMF başkanı Horst Köhler, İMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları için bulunduğu Dubai’de yaptığı açıklamada, Başbakan Erdoğan ile görüşmesinin çok verimli geçtiğini belirtti. Hükümetin kararlılığının ekonomik programın en önemli güvencesi olduğunu vurguladı. Bu açıklama, hükümetin, emperyalist devletler için tahsildarlık yapan ve ülkeleri yıkıma sürükleyen bu kurum şahsında efendilerine ne kadar bağımlı olduğunu da gösteriyor. Erdoğan’ın uygulanmasının güvencesi olduğu bu program işçi ve emekçilere tam bir yıkım vaadediyor. Buna göre, elde kalan KİT’ler yok pahasına satışa çıkarılacak, “fazla istihdam” adı altında binlerce işçi kapı önüne konulacak,emperyalist tekellerin ülkeyi yağmalaması için gerekli düzenlemelerin yapılacak, gençlerimiz ABD çıkarları uğruna kirli bir savaşa sürülecek ve bütün bunların faturası her zamanki gibi işçi-emekçilere kesilecek...

Buna benzer bir durum hükümetin yeni kurulduğu dönemde de yaşanmıştı. Uygulamaları denetlemeye gelecek heyete “gelmenize gerek yok, biz kendimiz gerekenleri en iyi şekilde uygularız” diyenler de aynı kişilerdi. İşte bunlar utanmadan karşımıza geçip “bu ülkeyi İMF’den biz kurtarırız” diye nutuk atmaktan da geri durmuyorlar. Aslında bir bakıma da doğruyu söylüyorlar. Ülkede talan edilecek hiçbir değer kalmayınca ve İMF programı diğer ülkelerde olduğu gibi baştan başa bir yıkıma yol açınca, bu sefer programın uygulayıcılarını yüzüstü bırakıp kaçacaklar. Tıpkı Arjantin’de olduğu gibi, ülkemizde de aynı akıbeti yaşayana dek onlar işlerine devam edecekler.

Bunlar açıkça gösteriyor ki, mevcut hükümet de tıpkı kendinden öncekiler gibi sermaye adına ve onun çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Üstelik bunu kendinden önceki hükümetlere göre daha bir gözü dönmüşlükle yapıyor. Daha önceki hükümetler de sermaye adına ve onun çıkarları için hareket ediyorlardı, ama bunu bu kadar aleni yapmıyor, en azından uygun kılıflar uydurmaya çalışıyorlardı. Oysa bunlar buna bile gerek duymuyor, efendilerine hizmet edip koltuklarını korumak için işçi ve emekçileri açıktan karşılarına almaktan geri durmuyorlar.

Geleceğimizi kendi ellerimize alalım!

Onlar bu cüreti yine bizden alıyorlar. Biz sessiz kaldığımız ve bu talana dur demediğimiz için bu kadar rahat davranabiliyorlar.

Ya bu talan ve soygun karşısında ellerimizi havaya kaldırarak geleceğimizin alınmasına seyirci kalacağız ya da buna dur diyeceğiz. İkincisini yapmadığımız sürece kurtuluşumuz söz konusu olmayacak. Onlar masa başında ülkeyi ve bizlerin ellerinde kalan son kırıntıları pazarlarken, bize düşen alanlara çıkarak onlara hakettikleri cevabı vermektir. Ancak bu yolla onlara dur diyebilir ve geleceğimizi kendi ellerimize alabiliriz.


Polis daha fazla “yetki” istiyor!

Demokratikleşme görüntüsü altında tahkimat

Sermaye devletinin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci tam bir demokrasi şamatacılığı ile yürüyor. Yasalarda yapılan değişikliklerle topluma, sermaye devletinin ne kadar demokratikleştiği mesajı verilmeye çalışılıyor. Bir yandan kendisini ayakta tutan kurumlarını yeniden yapılandırılırken, diğer yandan devletin demokratikleştiği yalanı ortaya atılıyor. Bu sermaye iktidarı için bir zorunluluk.

Sermaye düzenin tüm kurumları sistemin gerçek anayasası sayılan kırmızı kitapçığa göre hareket ediyor. Devletin en küçük birimlerine kadar tüm işleyişte bu anayasa esas alınıyor. Bu durumu düzen cephesinden kimse kısık sesle bile eleştirme cüreti gösteremiyor.

Sermaye devleti öfkeli fakat harekete geçemeyen kitlelere bir yandan demokratikleştiği yalanını tekrarlarken bir yandan da kendi geleceği için sistemin terör aygıtlarını, dahası sistemin tüm yönetim mekanizmalarını yeniden yapılandırmak istiyor. Anti-demokratik bulunan ve değiştirilen yasalar, her defasında zaten güdük olan kısmi hakları da buduyor. Baskı ve teröre, ince ama etkin biçimde daha uygun kanallar ve olanaklar açılıyor.

Makyajın örtemedikleri

Her yeni paketin ardından daha da demokratikleştiğimiz vaazı verilip duruluyor. Özellikle de işkencenin artık olmayacağı, polisin artık öyle keyfi davranamayacağ, polis devletini hatırlatan her şeyin artık geçmişte kalacağına dair söylemleri sıklıkla duyuyoruz. Fakat bunla karşın terörün hiç de eksilmediğini hemen her gün karşılaştığımız uygulamalardan biliyoruz. Emekçilerin en meşru talepleri için eylem yapmasına terörle karşılık verilmesi, TAYAD’lı Aileler’in çadır açmalarına izin verilmemesi ve dövülerek gözaltına alınması, sosyalist basının kapatılmasına kadar bir çok örnek verilebilir söz konusu günlük uygulamalara.

Görülüyor ki, devletin ve kurumlarının yeniden yapılandırılması, aslında onun bir zor aygıtı olarak eskisinden daha da güçlendirilmesi anlamına geliyor.

Amaç kolluk güçlerini daha etkin hale getirmek

Geçtiğimiz hafta emniyet müdürlüğü adına konuşan bir polis şefi, kolluk güçlerine daha fazla yetki verilmesi gerektiğini dile getiriyor ve yeni yasaların polisin yetkisini azaltmasından yakınıyor (Vatan, 29 Eylül ‘03) ve “uyarıyor”; “polis teşkilatı yeniden yapılandırılmazsa, polisin etkisiz kalacağı suç bölgeleri oluşur” tehditleri savuruyor.

Oysa Türkiye’de bu tür bölgeler zaten bizzat polis tarafından oluşturulmaya çalışılıyor. Özellikle metropol şehirlerin emekçi semtlerinde bu çok açık bir şekilde gözlemlenebiliyor. Devlet buralarda çeteleri, uyuşturucu alımı satımını, alkolizmi, fuhuşu kendi organize ediyor. Derin devletin en has adamlarından olan eski MGK genel sekreteri olan Tuncer Kılıç’ın ifadesiyle, “Kandırılmış olan halkı devlet tarafına çekme’nin araçlarından sadece birkaç tanesi” oluyor bunlar.

Bir diğer önemli nokta ise polise, özelliklede istihbarat örgütüne bütçeden çok az pay ayrıldığı biçiminde ileri sürülen iddialar. Kabaca bakıldığında bile bütçeden en çok payın güvenlik harcamalarına ayrıldığı görülecektir. Yapılan her operasyonda polis şefleri ve timlerin büyük meblağlarla ödüllendirildiği de bir sır değil. Kaldı ki örtülü ödenekten ayrılan paraların hiç bir şekilde hesabı yapılamıyor. Bütçeden ek olarak 150 milyon dolar daha ayrılmasını istemek, yeni dönemde emekçilere karşı daha kapsamlı bir terör saldırısı planlanıyor demektir.

Bahse konu olan polis şefi konuşmasını çarpıcı bir istekle bitiriyor. Bu; güvenlik güçlerinin tek bir çatı altında toplanmasıdır. Böylece yetki tartışmasından ortaya çıkan sorunlar halledilerek, herhangi bir olay karşısında merkezi düzeyde önlem alınmış olacak.

Sonuç olarak tüm bu olgulara baktığımızda şunu görebiliyoruz; devletin, ne kadar demokratikleşiyoruz dese de, kolluk kuvvetlerini bir tek elde merkezileştirmek istemesi dahi, aslında yeni dönemde eskisinden daha da saldırgan olacağını gösteriyor. Çünkü düzenin içeride ve dışarıda içerisinde bulunduğu durum ve girdiği yeni kölece ilişkiler bunu zorunlu kılıyor.

Bu durumu değiştirecek tek güç işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesidir.