4 Ekim'03
Sayı: 2003 (02)


  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikan işbirlikçilerini durduralım!
  Meclis yeni yasama döneminde iki cephede birden savaş için düğmeye bastı...
  AKP hükümeti tezkere için gün sayıyor...
  Açlık ve yoksulluk pembe yalanlarla gizlenemiyor
  İMF heyeti teftiş için geldi
  İşçilerin patronlara ve sendika bürokrasisine karşı tepkileri ve eylemleri artıyor...
  TEKEL'de özelleştirme...
  Sendikal ihanet derinleşiyor
  YÖK Yasa Tasarısı üzerinden büyüyen düzen içi dalaşma...
  Gençlik savaşı, hükümeti ve YÖK tasarısını protesto etti...
  Genç komünistlerin kampanya çalışmalarından...
  Sosyal güvenlik kurumları özelleştiriliyor, sosyal haklar metalaştırılıyor!
  Yargıtay'ın DEHAP kararı ve gösterdikleri
  Habip, Ümit ve genç bir devrimci...
  Ulucanlar şehitleri anıldı...
  "Kızıl Elma" çetesi ve yeni bir psikolojik harekat
  Irak'a saldırı gerekçelerinin yalan olduğu bir kez daha tescil edildi
  Cancun'da kim kazandı?
  Sorumlu kim, hedef kim? Yapılan ne?..
  Sınıf ve fabrika çalışması üzerine
  Tüm gövdemizle ve gücümüzle fabrikalara!
  Che Guavera!.. Devrimci enternasyonalist mücadele çağrısı!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Habip, Ümit ve genç bir devrimci...

H. Akar

Habip ve Ümit yoldaşlar üzerinden bir yazı yazmak, benim gibi onlarla hiçbir zaman yüzyüze gelmemiş bir insan için tuhaf görülebilir. Ancak bir devrimcinin yaşamında, partili mücadeleye atılan bir insanın yaşamında onların nasıl bir yer tuttuğu bence oldukça önemli.

Kendimi daha yeni yeni örgütlü olarak ifade ederken, Habip Gül imzalı yazıları gazete üzerinden ilgiyle okuduğumu hatırlıyorum. Hatta direnişte olan işçilere gönderdiği bir mektubu o kadar beğenmiştim ki, anneme de okutmuştum. Liselerde ciddi bir kitle çalışması örmek gerekiyordu ve liseli bir öğrenci olarak bu çalışma o dönem benim de omuzlarımdaydı. Bu konuda oldukça birikimsiz olmam nedeniyle yoldaşlardan kaynak istediğimi ve yoldaşların bana Ekim’de yayınlanan “Kitle Çalışması Üzerine Notlar 1-2”yi getirdiğini hatırlıyorum. Bu yazıları okuduğumda bir bilinç açıklığına ulaşmıştım ve artık daha güçlü bir şekilde pratiğe atılabilecektim. Tabii o zaman bu yazıların Ümit yoldaş tarafından yazılmış olduğunu bilmiyordum.

Liseli çalışması içerisinde bir şeyler yapmaya başlamış, hemen ardından yaz dönemine girmiştik. Mahallelere ve fabrikalara yönelik yoğun bir çalışma içersindeydik. Bu yaz dönemi teorik ve pratik olarak büyük bir ilerleme yaşamıştım. Bir yandan yoğun bir şekilde kitap okuyor, bir yandan da dağıtıma, gazete satışlarına çıkıyordum. Bir gün cezaevleri üzerine bir yoldaşla konuşurken bana cezaevinde Ümit diye bir yoldaşımız olduğunu ve büyük bir teorik birikimi olduğunu anlatmış, ben de cezaevini ziyaret etmek istemiştim. Ama bu konuşmanın hemen ardından Ulucanlar’da gergin günler başlamış, görüşler yasaklanmıştı.

Okullar daha yeni açılmıştı ki 26 Eylül sabahı operasyon haberi geldi. Hemen o gün liseden arkadaşlarla beraber öğle arasında Güven Park’ta yapılan basın açıklamasına gittik. Henüz kaç kişinin şehit düştüğü kesin bilinmiyordu. İsimler de net değildi. Ama net olan isimler arasında benim için tanıdık bir isim kırmızı bir dövizin üzerinde duruyordu: Habip Gül. Basın açıklamasında içime dolan büyük kinle haykırmıştım sloganları... Henüz Ümit Altıntaş’ın o bahsedilen Ümit yoldaş olduğunu bilmiyordum. Açıklama bitince tekrar okula dönüp derse girdik. O gün eve gittiğimde tüm gün televizyonun başında haberleri izledim. Sürekli değişen bilgiler akşama doğru netleşmeye başlamıştı. 10 şehit verilmişti.

Ertesi gün bir yoldaş okula burjuva gazeteleri getirmişti. Liseden yoldaşlar ve arkadaşlarla okulun arkasındaki çimenlik alanda gazetelere bakmaya başladık. Gazeteler pislik akıtıyordu. Çıkan isyandan, tutsaklarda olan kalaşnikoftan, ölen ve yaralanan askerlerden bahsediyordu. Hürriyet gazetesi “İsyanın hemen öncesinde teröristlerin çektirdikleri fotoğraf” diye ön sayfadan bir resim vermişti. Aylar önce oyanan bir tiyatroda çekildiği anlaşılan fotoğrafta ellerinde sopalarla tutsaklarımız pankart tutuyordu. Onların bakışıyla teröristler vardı, ama biz o fotoğrafta direnen yoldaşlarımızı ve siper yoldaşlarımızı görmüş olmanın sevincini yaşıyorduk. Fotoğrafta “Hangisidir bizim yoldaşlar acaba” diye konuşuyor, dönüp dönüp pankartta yazılı olan partimizin adına bakıyorduk.

Aynı gün Adli Tıp önünde şehitlerimizi almak için bekleyeceğimiz haberi geldi, dersleri bırakıp hemen Adli Tıp’ın önüne gittik. Saatlerce orada bekleyerek sloganlarımızı haykırdık.

Cenazeler için bazı yoldaşlar İzmir’e, bazıları ise İstanbul’a gidecekti. Bizim liseden bir yoldaş İzmir’e gidiyordu, ama ben katılamıyordum. Akşam cenazeleri televizyondan izlerken İstanbul’daki görüntüler karşısında kendimi tutamamış, babamın yanında “Bizimkilere ne biçim saldırıyorlar!” diye bağırmıştım. Babam “sizinkiler kim?” diye sorunca, biraz utangaç “Kızıl Bayrakçılar” demiştim. Ertesi gün İzmir’den gelen yoldaş Habip’in cenazesine katılmış olmanın haklı gururu ile bize yaşananları anlatıyordu. Burjuva medya cenazeler üzerinden de pislik saçmaya devam ediyordu. Hele Star gazetesi cenaze resimlerini yanlarına asparagas konuşma baloncukları ekleyerek vermişti.

Saldırının ertesinde yoldaşların kimliğini öğrenince olaylara daha bir farklı yaklaşmaya, Ulucanlar saldırısının gerçek niteliğini gazetemizde yazılar çıktıkça kavramaya başladık. Şehit yoldaşlarımızın yazılarının yayınlanmaya başlaması, onların birikimini anlamamız açısından çok önemli oldu. İçlerinde o kadar önemli yazılar vardı ki, özellikle Habip yoldaşın devrimci ve partili kimlik üzerinden yazdıkları bizim için döne döne bakılan kaynaklardı. Teorik gıdamızı onların yazıları üzerinden alıyor, onlara dair anlatılanları örnek alıyorduk. O dönemde bir yoldaşla beraber devrimci kimlik üzerinden bir yazı yazmamız gerekti. Ekim Gençliği’nde çıkan bu yazıda Habip yoldaştan o kadar alıntı yapmıştık ki, yazının yarısını o yazmış gibi olmuştu. Birkaç yıl sonra tekrar o yazıya baktığımda, ilk yazdığımız yazı olarak çok iyi bir iş yapmışız iyebiliyorum. Ama bunun yarısını hiç görmediğimiz Habip yoldaşa borçluyduk. Daha sonra da Habip ve Ümit yoldaşların yazdıkları tüm yazılarımda önümü açacaktı.

Liseyi bitirmeme birkaç ay kala düşman beni okula giderken kaçırdı ve benim için zorlu bir sınav başladı. Düşman ajanlık teklif ediyor, aldığı yanıt karşısında da azgınca saldırıyordu. Kaba dayak faslının en şiddetli hale geldiği anda polisin biri “Dayaktan adamın ölmediğini Ulucanlar’da gördüm. O kadar sopaladık adamları öldüremedik” demişti. Beni korkutmak için söylemişti bu sözleri. O anda gözümün önüne Habip yoldaşın katliam sonrası görüntüleri geldi. Onun hayatını, işkencede yaptıklarını, işkencede polisin biriyle dalga geçişini hatırladım daha sonra. O gün Habip yoldaş benim yanımda benimle birlikte işkencecilere direniyor, bana moral veriyordu. Ve o sınavdan zaferle çıkan ben olmuştum, düşman kaybetmişti.

Daha yazacak çok şey olabilir. Geriye dönüp baktığımda, benimle aynı dönemde partili mücadeleye atılan yoldaşları Habip ve Ümit yoldaşlar eğitmiş, onları “savaşan ve düşünen militanlar” haline getirmiştir. Onların ölmediği, genç yoldaşlarla beraber yeniden ve yeniden doğacakları işte bugün somutlaşmıştır. Birer Habip ve Ümit olmak hem zor hem de bugün gelinen yerde kolaydır. Çünkü artık onların yetiştirdiği bir kuşak partinin kızıl bayrağını devrime taşımaya hazırlanıyor.

Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Devrim şehitleri ölümsüzdür!



Jandarma ablukasına rağmen
Habip yoldaşı andık!

19 Aralık katliamının kanlı bir provası olan Ulucanlar katliamında şehit düşen TKİP MK üyesi Habip Gül yoldaşı, katliamın 4. yıldönümünde bir kez daha andık.

Bu yılki anma etkinliğinde de, her yıl devlet güçleri tarafından gelenekselleştirilen “Helvacı kuşatması” yaşandı. Helvacı’da yolların tutulması, giriş çıkışların denetlenmesi, anmaya gelenlerin engellenmesi, köyde yaşamakta olan Habip Gül’ün ailesi ve akrabaları üzerindeki psikolojik terör bu yıl da devam etti.

Devletin bu terör hareketinin amacı, aileyi sindirerek bizlerle karşı karşıya getirmek ve bunu başardığı ölçüde Habip Gül ismini ve mücadelesini Helvacı’dan başlayarak kazımaktı. Fakat bunu geçmişte başaramamışlardı, bu kez de başaramadılar.

Habip yoldaşın anmasının yapılacağı 28 Eylül Pazar günü Menemen’in Helvacı kasabası yine işgal altındaydı. Helvacı’nın bütün giriş çıkışları tutulmuş olduğundan, Habip Gül’ün ailesi ve akrabaları, anma için gelenleri karşılamak üzere ancak köy girişine kadar gelebilmişlerdi.

Komünistler burada aileyle buluştular. Fakat jandarma komutanı, aile ile yaptığı pazarlığa dayanarak, mezara gidişe izin vermeyeceklerini, sadece ailenin evine gidilmesine müsade edileceğini belirterek, tehdit etti. Ailenin de bu yönde ısrarı üzerine, onların tutmuş olduğu minübüsle köydeki eve gidildi. Fakat tehditlere ve ailenin tutumuna rağmen anma programı iptal edilmemişti. Köyde bir süre kalındıktan sonra Habip yoldaşın mezarına gidildi.
İlk olarak yoldaşın mezarı başına çiçekler bırakıldı. Saygı duruşuyla başlayan etkinlik sloganlarla devam etti. Ardından yapılan konuşmalarda, şehit yoldaşlarımızın “uğruna tereddütsüz öldükleri davanın” mirasçısı olmamız gerektiği, yoldaşlarımızın anısına sahip çıkmanın ve yaşatmanın ancak böyle mümkün olacağı vurgulandı.

Kuşatmalara rağmen Habip yoldaşı kavgamızda yaşatmaya devam edeceğiz. Bilincimiz O’nun iradesini, davaya bağlılığını ve sarsılmazlığını kuşanmışken, tereddütsüz ölünecek davanın takipçileri de çoğalacaktır.

İzmir’den komünistler