Son yıllar, bir bakıma birbirini kovalayan kampanyalarla geçen yıllar oldu... Son dönemde yeni bir kampanya yürütülüyor. Diğerlerinden biraz farklı olarak bu kampanyaya A. Öcalanın Avukat görüşmelerine çıkmama tavrıyla katılmış olmasıdır. Öcalan bu tavrını avukatları aracılığıyla gönderdiği uzun bir Bildirge ile açıkladı. Öcalan, son dört yılda yürüttüğü çizgiyi, bunun Türkiye ve devlet için ne anlama geldiğini uzun uzun anlattıktan sonra sözü hükümetin verdiği karşılığa getirdi. Hükümetin bu konudaki tavrının olumsuz ve tehlikelere davetiye çıkaracak nitelikte olduğunu belirtiyor. Tek düşündüğü şeyin Türkiyenin birliği ve bütünlüğü olduğunu belirten Öcalan, Kürt sorununun çözümünü bu birliğin ve bütünlüğün güçlenmesi için istediğini özellikle vurgulamaktadır. Ardından daha önce KADEKin Yol haritasında açıkladığı temel talepleri sıralamaktadır. Uzun açıklamalarının sonunu ise şimdiye dek defalarca tekrarladığı Kemalizm değerlendirmelerine ayırmaktadır. Kuşkusuz anılan bu açıklamayı değerlendirmek konumuz değil. Üzerinde durmak istediğimiz nokta şu:
Son günlerde birbiriyle örtüşen açıklama ve tavırlar son derece dikkat çekicidir! Bunların tümünün ortak adresi AKP hükümetidir.
Rastlantı mı?
Öcalanın açıklamalarının temelinde ve aldığı görüşe çıkmama tavrının odağında AKP hükümeti var. Dışarıya avukatları aracılığı ile gönderdiği ve kendisinin Bildirge olarak adlandırdığı açıklamanın, yine kendi tanımıyla İmralı sisteminin bilgisi, izni ve onayı dışında yapıldığını düşünmek safdillikten öte bir şey olsa gerek. Bu açıklamada devlet, Genelkurmay, onun Kürdistan politikasına en sıradan bir atıf yok. Sadece bu durumdan devletin bilgisi olduğu belirtiliyor, hepsi bu. Bu açıklamada hükümet çözümsüzlükte, yeni bir savaşı dayatmada tek ve baş sorumlu olarak gösteriliyor. Tavrını da bu değerlendirme üzerine oturtuyor. Tek hedefinin devletinin birlik ve bütünlüğü olduğunu ve Kürt sorununun çözümünü de buun için istediğini vurguluyor. Yani Kürtlerin temel ve devredilmez ulusal demokratik hakları çıkış noktası değil, Devletin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğü hedefi kendisinin de varoluş gerekçesidir. Bunlar, kendisinin henüz mürekkebi kurumamış sözleridir. Yine Kemalizm üzerine değerlendirmeleri de bu varoluş gerekçelerini doğruluyor ve tamamlıyor. Kürt sorunu il ilgili azami program niteliğindeki maddeler ise herhangi bir demokratik kitle örgütünün amacından çok daha geri bir noktadır. Savaş tehditleri mi? Bunlar daha çok bir çaresizliği anlatıyor! Son açıklanan Bildirgenin özü şu: Biz devletle bütünleşmek, bu düzen içinde kendimize bir yer edinmek istiyoruz. Ama bize bunlar çok görülüyor. Dağa ve savaşa istemediğimiz halde mahkum edilmeye devam ediliyoruz. Bizim üstümüze gelinirse savaşmaktan başka bir çaremiz mi kalır? Böyle bir durum olursa, ey ahali duyduk duymadık demeyin, bundan AKP hükümeti sorumludur! Bu açıklama ve tavrımla bunu açıkça ilan ediyorum!
KADEK yönetimi de yaptığı açıklamalarda sorumluluğun hükümette olduğunu ve hükümetin hedeflenmesi gerektiğini belirtiyor. Son olarak yürütülen Barış için Demokratik Çözüm Kampanyasının özü ve hedefi de bu.
Aynı dönemde YÖK yasası dolayısıyla rektörler Kara Kuvvetler Komutanlığını ziyaret ediyor. Onlar ve Genelkurmay laiklik konusunda hükümeti hedefleyen açıklamalarda bulunuyorlar. Bu tutum askeri okulların açılış törenlerinde yapılan açıklamalarla devam ediyor ve fırsat doğdukça tekrarlanıyor. Yani bir tür 28 Şubat öncesi sürece benzeyen bir süreç yaşanıyor. Genelkurmay, AKP hükümetine karşı varolan tavrını gizleme gereğini duymuyor. Genelkurmay, Öcalanın son açıklamaları ve tavrıyla onun üzerinden Kürt gücünü bu politikası doğrultusunda yedeklemek istiyor...
Elbette Kürdistan sorunu üzerinde oynanan tasfiyeci plan ve uygulamalar salt bu yedekleme ile sınırlı değildir. Yedekleme dönemsel ve taktiksel bir olgudur. Esas hedef ise bilinçleri çarpıtmayı derinleştirmek, bir gücü, enerjiyi ve potansiyeli boşa akıtmak, daha da önemlisi dinamik bir seçeneğin önünü kesmektir. Son tutum ve kampanyanın özü budur!
En sıradan Kürt de biliyor ki, Kürt sorunu ne hükümetlerin, ne de devletin şu veya bu biriminin tek başına belirleyebileceği bir konudur. Kürt sorunu TCnin en temel stratejik konusu, TCnin varoluş özelliklerinden birine damgasını vuran temel bir konudur. Bırakalım hükümetlerin Kürt sorununda belirleyici bir konum kazanması, onların en genel anlamda iktidar olması bile mümkün değildir. Hükümet etme sınırları Genelkurmayın Kırmızı Kitabında yazılanlarla sınırlıdır. Bu gerçekler o kadar açık ki politikayla ilgilenen en sıradan insan bile bu gerçeği bilir veya kısa sürede kavramakta güçlük çekmez.
Gerçekler bu kadar basit ve yalın olmasına rağmen, Öcalan ve KADEK ısrarla sorumluluğu hükümetin üzerine atmakta ve devleti, onun gerçek iktidar gücü olan Genelkurmayı aklama yoluna gitmektedir. Elbette bu nedensiz değildir. Nedenlerini satırbaşlıkları biçiminde de olsa yukarıda vurgulamaya çalıştık.
Kuşkusuz hükümetin sorumluluğu da var. O da bir özel savaş hükümeti olarak iş görüyor. Ancak baş sorumlu olarak hükümeti göstermek, devletin belirleyiciliğini gizlemekten başka bir şey değildir.
Halk ve gerçek yurtseverler karşısında tasfiyeci çizgi, gerçekten açmazdan açmaza koşuyor. İçine girdikleri açmazı başka açmazlarla çözmeye çalışıyorlar. Ama her defasında krizleri derinleşiyor. Bütün bu yaptıkları tasfiye hareketi karşılığında istedikleri tek şey, af edilip düzene kabul edilmek. Ama devlet onların yaptıkları bunca hizmete rağmen kabul etmeye, içine alıp sindirmeye hazır değil. Tersine bu son örnekte olduğu gibi uzun yıllara yayılan bir stratejinin gereği olarak kullanmayı daha akıllı ve yararlı buluyor.
Bir kez daha tekrarlamalıyız ki, yürütülen bu kampanyalar dışa dönük olmaktan çok, iç tüketime yöneliktir. Devleti hedeflemekten çok Kürt halkının mevcut gücünü tüketmeye, enerjisini boşa akıtmaya ve bilincini karartmaya yöneliktir.
Bugüne kadar bunca kampanya yürüttüler, peki en sıradan bir kırıntı dahi alabildiler mi?
Neden?
Kürt halkı bu soru ve yanıtı üzerinde biraz düşünürse süreci çok daha rahat anlar ve gerekli yurtseverlik tavrını takınmakta zorluk çekmez!
Kapitalist sistemde burjuvazi emekçi yığınları ve gençleri her alanda kuşatarak onların ilerici ve devrimci değerlerini tamamen yok etmek için var gücüyle saldırmaktadır. Kapitalizm dünyanın her yerinde işsizlik, yoksulluk, açlıkla birlikte cehalet üretmektedir.
Burjuvazi kendi varlığını garantilemek için düşünmeyen, sorgulayamayan, kültürden ve sanattan uzak bireyci bir gençlik yaratmak istiyorlar. Ancak gençlik gelecek demektir ve gençlerimizi her gün zehirleyen ve onu yokeden bu sisteme devrimci kültür ve sanatımızla karşı duracağız.
Bu bilinçle bundan bir yıl önce Bütün halkların ilerici ve devrimci kültürleri kültürümüzdür! şiarıyla yola çıktık. Ve bugün Berlin İşçi ve Gençlik Kültür Merkezi 1. yılını geride bıraktı. 27 Eylül Cumartesi günü yaptığımız etkinlikle kültür merkezimizin birinci yılını büyük bir coşkuyla kutladık. Şu ana kadar önemli bir mesafe katetmiş olsak da, hedeflediğimiz yere ulaşamadığımızın bilincindeyiz.
Bu bir yılda birçok sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenledik, birçok dalda (folklor, gitar, bağlama, okuma yazma, Almanca, gençlere okul icin etüd dersleri vb.) kurslar verdik. Kazandığımız deneyimle yeni döneme daha güçlü ve bilinçli giriyoruz.