Sermaye iktidarının ABye uyum yasaları çerçevesinde yaptığı demokratikleşme makyajının sadece bir oyundan ibaret olduğunu bir kez daha gördük. Her seçim döneminde olduğu gibi düzen partilerinin vaadlerinin hiçbir zaman bir gerçekliği olmadığını da yaşayarak görüyoruz. Yaşam koşullarının gün geçtikçe daha da ağırlaşması, yoksulluk sınırının gitgide artması bunun somut bir göstergesidir. Sermaye devleti tüm bunların yanı sıra, Türkiyeli işçi ve emekçileri ABDnin çıkarları uğruna kardeş Irak halkını katletmek için savaşa sürmek niyetinde. Burjuvazinin sözcüleri olan düzen partileri aslında bize hastane kapılarında sürünmeyi, eğitimi paralı hale getirerek işçi ve emekçi çocuklarına okul kapılarını kapatmayı hedefliyor. Tüm çalışanlara sendikasız, sigortasız, yoğun çalışma koşulları dayatıyor. Bizlere kölece bir yaşam sunuyorlar. Biz komünistler, bu köleci düzene ve bu düzenin İMFci-Amerikancı partilerine hayır diyoruz. Çalışmalarımızı sınıfa karşı sınıf perspektifiyle sürdürüyoruz. Bu çerçevede Çözüm ne mecliste ne seçimde, çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde!, Amerikancı düzen partilerine oy yok, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformunu destekle! şiarlı afişlerimizi yaparken, 10 Ekim Perşembe günü Taksimde gözaltına alındık. Düzenin kolluk güçleri için afişlerimizin düzen partilerini teşhir etmesi ve buna karşılık Bağımsız Devrimci Sınıf Platformuna çağrı yapması bizi gözaltına almaları için yeterli bir nedendi. Taksimde afişlerimizi yapmış otobüse binmeye çalışırken bir sivil polisin gelip arkadaşımızı gözaltına almaya kalkışması üzerine sivil polisi engelledik ve otobüse bindik. Bunun üzerine bindiğimiz otobüs, Unkapanı Köprüsünde olağanüstü bir ablukaya alındı, yolu trafiğe kapattılar. Sivil ve resmi polisler tarafından bulunduğumuz otobüs durduruldu. 40-45 dakika otobüste tutulduk. Bu sırada düzen medyasının da yoğun bir ilgisiyle karşılaştık. Biz de bu durumda otobüste bu süre boyunca yolculara gözaltına alma gerekçelerini anlatıp düzen partilerine oy vermemeleri gerektiğini, çünkü onların bize şu anki yaşam koşullarından daha iyisini sunamayacaklarını, hepsinin AB, İMF, TÜSİAD ve DB politikalarını uygulayıp işçi ve emekçileri sokağa atan Amerikancı düzen paritileri olduğunu, sorunun sistem orunu olduğunu, bunun seçimlerle çözümlenmeyeceğini, çözümün ise devrim olduğunu söyledik. Hemen ardından, Baskılar bizi yıldıramaz!, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!, Devrimci basın susturulamaz! sloganlarını gür bir şekilde attık. Sonra polisler silahlarıyla birlikte bindikleri otobüsten bizi apar topar gözaltına aldılar. Gözaltında 24 saatten fazla tutulduk. Yaşananlar sırasında yolcuların siz haklısınız, çocuklar doğru söylüyor, camları kırıp kaçın!, gel şuraya otur sizi tanımasınlar! demeleri oldukça anlamlıydı. Bu tablo aslında düzenin zorba bekçilerinin hiç de tercih etmeyeceği bir tabloydu. Çünkü yasal bir gazete afişini illegal zanneden polis, olağanüstü bir önlem alıyor, fakat böylece ve sonuçta asıl teşhir olan da kendisi oluyordu. Hem bu terörü televizyondan göstermeleri, hem de otobüsteki yoğun ajitasyon ve propagandamız karşısında keyfi polis saldırısı ters tepmiş oldu. Evet sorun sistem sorunudur. Çözüm ne mecliste, ne seçimdedir. Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmdedir! SY Kızıl Bayrak çalışanları/Rumeli yakası
Çözüm üretenlerin ellerinde! Sermaye sınıfı dünya kapitalizmiyle iç içe geçmiş, emperyalist güçlerle işbirliği içinde. Görünürdeki yöneticiler, yani hükümet ise bunlara uşaklık yapmaktadır. Bu seçim senaryolarının nedeni, İMF ve DBna bağımlılığını sürdürmek için kendisini yenilemek zorunda olan bir ülkede yapılıyor olması. Seçime giren düzen partileri savaş naraları atan, ekonomik-mali yollarla bizi işgal eden emperyalist güçlere bağlı kalacaklarını, aynı politikaları izleyeceklerini açıkça beyan etmekteler. Seçildikten sonra işçi ve emekçileri unutan bu partiler meydanlarda vaadler vermeye başladılar. Aynı vaadler, hikayeler bizlere anlatılıyor. Kitlelerin bir kesimi de yine aynı yalanları dinlemek için seçim mitinglerinde şakşakçılık yapıyor. Krizin, İMFnin ve savaşın faturasını bizlere ödeten/ödetmeye çalışan, bizleri açlığa mahkum eden bu düzen partileri değil miydi? Ne çabuk unuttuk! Dolandıranlar, yolsuzluk yapanlar, sırtımızdan rant sağlayanlar popüler oluyor, burjuva medya tarafından şişiriliyor. Sermayenin kuyrukçu düzen partileri bizi köleci iş yasasıyla ABye sokacak. Emperyalist Avrupa Birliğinin işçi ve emekçilere getireceği tek şey ise daha fazla sömürü olacak. Üreten ellerimiz, ürettiğini gaspeden asalaklara oy vermemeli. Verdiğimiz oylar bize kriz, savaş, İMF uşaklığı ve ücretli kölelik düzeni olarak geri dönecek. Tablo bu kadar açık ve net iken biz işçi ve emekçiler olarak sermayenin değil, işçi ve emekçilerin gerçek temsilcisi olan Bağımsız Devrimci Sınıf Platformunu, onun bağımsız sosyalist adaylarını desteklemeli, çalışmalarına güç vermeliyiz. Seçimimizi devrimden, sosyalizmden ve mücadeleden yana yapmalıyız. Bize açlık, yoksulluk ve yıkımdan başka bir şey vermeyen düzen partilerinin hangisine oy verelim diye düşünmek yerine, onlardan nasıl hesap soracağımızın hesabını yapmalıyız. Çünkü onlara verecek oyumuz yok! Onlardan sorulacak hesabımız var! Çözüm ne seçimde, ne mecliste! Çözüm bu düzeni değiştirecek işçi sınıfının elindedir! Birleşik Metal-İş üyesi bir işyeri temsilcisi
Ulusal ve mezhepsel ayrımlar emekçileri böler... Gerçek çözüm devrimde, sosyalizmde! Birçok insanın konuşup tartıştığı bir konuyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum sizlerle. Konu, Türkiyedeki mezhep ve milliyet ayrımcılığının neden bu kadar keskin olduğu ve Alevilerin diğer mezhep ve dinlere mensup olanlardan daha ilerici ve aydın olduğudur. Daha baştan yanlış olan bir önceki cümlede geçen Alevilerin aydın ve ilerici olması ifadesi. Günümüzde hiçbir din ya da mezhep ilerici ve aydın değildir, olamaz. Aleviler asırlar önce Osmanlı devletinin toplu katliam, işkence ve zorbalığı ile yüzyüze kalmış, yüzyıllardır süregelen sindirme politikasıyla bugünlere gelmiştir. 13. ve 16. yüzyıllar arasında Pir Sultan Abdal, Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve daha adı ve sayısı bilinmeyen binlerce önderleriyle hep Osmanlı devletine karşı bir başkaldırı geleneği oluşturmuştur. Ve o günden bugüne yüzbinlerce Alevi katledilmiştir. İslamiyetin ilk gelişme döneminde Aleviliğin önderi olan Alinin öldürülmesiyle Alevilerin çoğunluğu başta camiler olmak üzere hiçbir resmi dini kurum ve kuruluşlara adım atmamıştır. Aleviler çoğunlukla kapitalizmin direği olan dine uzak kalmışlardır. Ülkemizde onlarca yıldır sömürüye ve zulme karşı mücadele eden devrimcilere her zaman çok yakınlık duymuşlardır. Alevilerin içinden birçok devrimci yetişmiştir, yetişmeye devam ediyor. Bunun nedeni Alevilerin daha önce de dini ve devleti iyi tanımış olmalarıdır. Yoksa hiçbir din kitabı sömürüye, zulme, baskıya karşı olun demez, tam tersine itaatkarlığı ve boyun eğmeyi öğütler. Ama biz tutar da bu ülkede yalnızca Aleviler ilerici ve aydın, diğerleri gericidir dersek, gerçekte sistemi memnun etmiş oluruz. Bu ülkede ayrı milliyetten ve ayrı mezheplerden insanlar da özgürlük mücadelesi veriyor. Onların bu sistemden memnun olduğu söylenemez. Ama ben Sünniyim, sen Alevisin o Çerkez diyerek ve Türk-Kürt ayrımı yaparak değil tabii ki. Onlar da bu ırk ve mezhep ayrımcılığının kimlerin çıkarına hizmet ettiğini iyi biliyorlar. Sermayedarlar, her biraraya geldiklerinde aynı masada işçi sınıfının haklarını nasıl biraz daha gaspedeceklerinin hesaplarını yapıyorlar. Üstelik hepsi aynı mezhepten veya aynı milliyetten de değil, ama ortak sınıf çıkarları doğrultusunda hep birlikte hareket ediyorlar. Patronlar kendi mezhebinden veya kendi milliyetinden işçilerine daha farklı davranmıyor ya da daha fazla ücret vermiyor. Hatta şovenistlik yaparak onları daha çok sömürüyor. Sermayedarlar ayrımcılıkları körükleyerek işçi sınıfının birleşmesini engelleyip kendi sömürü saltanatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Biz ezilenler olarak yaşadığımız her alanda fırsatını buldukça diğer işçi kardeşlerimize bu gerçeklikleri anlatmalıyız. İşçileri, emekçileri, tüm ezilenleri ancak bu sömürü, zulüm ve adeletsizlik sisteminden kendi mücadele ve kazanımları kurtaracaktır. Unutmamalıyız ki yalnızca bilerek ve bildiklerimizi kendimizde tutarak değil, öğrendiklerimizi ve öğreneceklerimizi başkalarıyla paylaşarak çoğalır, güçlenir ve sosyalizmi kurabiliriz. İşçilerin birliği sermayeyi yenecek! Bir okur/İzmir |
|||||