19 Ekim '02
Sayı: 41 (81)


  Kızıl Bayrak'tan
  3. yılında direniş ve hücre karşıtı mücadelenin sorunları
  Ortadoğu'da savaş çanları çalmaya başladı
  Türkiye ABD'nin gözde cephesi olmaya hazırlanıyor
  Emperyalist savaş karşıtı eylem ve açıklamalar...
  İçerde işçi ve emekçilere, dışarda kardeş halklara savaş ilan ediliyor!
  Sermaye iktidarı dört koldan savaşa hazırlanıyor!
  Kokuşmuş düzenin kirli adayları
  Kartal-Pendik bölgesi BDSP çalışmalarından...
  BDSP'nin Gülsuyu'ndaki çalışması güçlenerek sürüyor...
  Tayyip&Baykal: Kontrol edilmiştir!
  Zindanlar, zindancılık ve direniş geleneği
  Adana BDSP bağımsız sosyalist milletvekili adayı Özden Demirel'e destek...
  BDSP'nin Mamak'taki seçim çalışmaları giderek güçleniyor
   Yıkıma karşı direniş
   Tecriti meşrulaştırmaya yönelik eni bir manevra: "Sohbet genelgesi"
   Kamu emekçilerinin eylemlerinden...
   TC, Güney ve Kuzey Kürtleri...
   BDSP'nin üniversitelerdeki seçim çalışmaları sürüyor...
   Gençlikten...
   Eksen Yayıncılık'tan yeni bir kitap...
   İki sınıf, iki dünya!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
3. yılında direniş ve
hücre karşıtı mücadelenin sorunları

Direnişin siyasal ve ideolojik anlamı

“Hücrelere girmeyeceğiz” şiarıyla 20 Ekim 2000 tarihinde başlayan Ölüm Orucu direnişi 3. yılına girmiş bulunuyor. Bu süre boyunca 99 devrimci hayatını yitirdi, yüzlercesi sakat kaldı. Dışarıda binlerce insan gözaltına alındı, yüzlerce hücre karşıtı eylemci tutuklandı. Buna rağmen hücre-tecrit uygulamasına karşı başlatılan direniş sürüyor. Bir dizi farklı aşamadan ve sınavdan geçen, devletin binbir türlü baskısıyla, katliamıyla karşı karşıya kalan Ölüm Orucu direnişi, zindan direnişleri tarihinde yeni bir sayfa olarak çoktandır yerini almış bulunuyor. 19 Aralık 2000’de binlerce profesyonel katilin katıldığı, en vahşi yöntemlerin kullanıldığı kanlı bir operasyonla hücrelere atılan devrimci tutsaklar, aslolanın irade, kararlılık ve davaya bağlılık olduğunu bir kez daha tüm dünyaya gösterdiler.

Sermayenin kanlı iktidarı zor yoluyla hücre projesini yürürlüğe koysa da, hücre politikası onların bekledikleri sonucu yaratamadı, yaratamayacaktır. Çünkü devrimci tutsaklar büyük bir irade ortaya koyarak, bedenlerini siper ederek iradelerini kırmaya dönük bu saldırıyı her koşulda göğüslemeye kararlı olduklarını göstermiş bulunuyorlar. Zindan direnişleri bu kararlı duruşun kanıtlarıyla doludur. Bugün toplumun ve emekçilerin gündeminde hakettiği yeri ve desteği alamamasına ve ağır can kayıplarına rağmen direnişin kırılamaması, devrim davasına olan inancın, mücadeleye bağlılığın güçlü bir ifadesidir. Bu irade, bu kararlılık kırılamamıştır. Saldırılar ideolojik cephede karşılığını fazlasıyla bulmuştur. Ama bu kadarı kazanmaya yeterli olamamaktadır. Uzun bir dönemdir çözüm bekleyen mesele de budur.

Bu açıdan zindanlar ve devrimci tutsaklar cephesinden söylenecek yeni ve fazla bir şey yok. Fakat sorunun dışarıdaki görevleri ve taktik politikaları üzerine söylenecek ve yapılacak çok şey var. Hücre sorununun, 3. yılına giren direnişin gelip düğümlendiği nokta burası. Mücadele bugünkü düzeyde ve salt ÖO ile sınırlı kaldıkça, tecrit ve izolasyonun gerçek anlamıyla kırılması mümkün olmayacaktır. Bu ise ÖO direnişini ve zindanları aşan bir sorun. Sorunun pratik çözümü, toplam bir mücadele ve seferberliğin parçası olarak hala orta yerde duruyor.

Aşılamayan sorunlar

Üç partiyle yapılan çıkışın ardından daha sonraki süreçte ortaklaştırılan direnişin tekrar daralması ve bu daralmanın -özellikle kitleler üzerinde- yarattığı zayıflama ve moral dağılma, üzerinde önemle durulması gereken sorunlardan birisini oluşturuyor. Bununla bağlantılı olarak ikincisi, bugünkü mevcut duruma uygun bir taktik-politikayı ve bu politikayı hayata geçirecek güçleri harekete geçirememe sorunudur. Üçüncüsü, hücre-tecrit sorunu da dahil, bu ülkede yaşanan demokratik hak ve özgürlükler sorununda kitleleri mücadeleye seferber etme, toplam saldırılara bir barikat örme, mücadeleye kazanma emekçileri sorunudur. Ki bütün bunları yaklaşmakta olan savaş koşullarında yerine getirme sorumluluğuyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla içerde-zindanlarda ortaya konan devrimci direnişi ve iradeyi aşan sorunlardır bular. Hepsi birarada direnişin kaderi üzerinde belirleyici bir rol oynayan ve bir şekilde çözülmesi gereken sorunlardır.

Halihazırda bir grup devrimci tutsak Ölüm Orucu eylemini sürdürüyor. Direniş içindeki 7 örgüt ve parti, Mayıs ayında bir açıklama yaparak direnişlerine son verdiler. Elbette, bu kararda daha baştan oluşan öze ilişkin yaklaşım farklılıklarının, toplamdaki duruşun önemli bir payı var. Bunlara ek olarak, oluşan güç kayıplarının ağırlığı ve güçler dengesinin direniş aleyhine gerilemesinin yarattığı basınçtan ve uçları direniş öncesi iyice açığa çıkan liberal savrulmaların etkisinden de bahsedilebilir. Burada meselenin bu yönüne girmek gerekmiyor. Karşımızdaki sorun, ortaya konulan ya da konulacak olan politikanın, çözümün tutarlı ve kararlı uygulayıcıları olup olmamaktır. Ve bu sorunun tüm devrimci güçleri kesen bir yanı vardır.

Direnişi güçlendirerek sürdürme sorumluluğu

Eğer mevcut durumun kendisinde köklü bir değişme yoksa, yani tecrit ve izolasyon aynen yerinde duruyor ve baskılar devam ediyorsa, hangi biçimlerde ve hangi tarzda olursa olsun direnişi sürdürmek herkes payına bir sorumluluktur. Direnişe yarı gönüllü ve mecburen katılan, bir süre sonra ÖO’nu bırakanlar payına “yeni biçimlerde” sürdürüleceği duyurulan direnişin niçin ve hangi gerekçelerle somutlanmadığı çoktandır güç planındaki bir sorun olmaktan çıkmış, bir ciddiyet sorununa dönüşmüş bulunuyor. Özellikle “dışarıya” çubuk bükülerek bu gerekçenin öne sürüldüğü yerde, “yeni” olandan ne kastedildiğinin bile belirsiz bırakılması, anlaşılabilir bir durum değildir. Soruna daha baştan ÖO’nun bırakılıp bırakılmaması ikilemiyle yaklaşılması, ne geccedil;mişte ne şimdi ne de yarın çözüm getirebilir. Gariptir ki, meseleye buradan bakanlar, saldırı kapıya dayandığı anda bile aynı tutumun bir başka biçimi olan “hücre saldırısı içerden mi, dışardan mı karşılanmalı” tartışmasını yürütmekle meşguldüler.

Bunun karşısında, sınırlı güçlerle de olsa ÖO direnişini kararlılıkla sürdürmenin herşeye rağmen ciddi bir anlamı ve önemi var. Bu bir sorumluluk, bir onurdur. Ne var ki, ne tek başına ÖO’nun ne de ÖO direnişini sürdürmenin, bu faşist devlete geri adım attırmaya yetmemesi yeni bir durum değildir. Geri adım attırmaması bir yana, güçlendirilmediği koşullarda direniş, giderek eski ağırlığını ve kitleler nezdindeki uyarıcı etkisini yitirmektedir. Başından beri direnişin zayıf halkası burasıydı. Başlangıç evrelerinde bir ara yakalanan eylemli kitle desteğinin devamının getirilememesi, kilitlenmenin ve sorunun giderek toplumun gündeminden düşürülmesinin en temel nedeniydi. Bu halkayı sürüklemek belki direnişi sürdürmekten daha zordu ve halen de durum budur.

Gelinen yerde vurguyu “başka-yeni mücadele araç ve yöntemleri”ne yaparak sorunu ortada bırakmak ne politik bir tutumdur ne de ahlakidir. Zira, yeni olan herşey aslında öteden beri varolan sorunların ve olanakların içindedir. Yeni diye sunulmaya çalışılan herşey, aslında bir biçimde ve kısmen de olsa denenmiş, fakat sonuç alıcı bir ısrarla ve yöntemle çalışmaya konu edilmemiştir. Keza “Ölüm Orucu direnişi sürüyor, gerisi gelir” mantığı da çözüme yönelik yeni bir kazanım sağlamadı, sağlayamayacaktır. Ölüm orucu zindanlarda temel eylem biçimi olarak kabul edilebilir, ama yalnızca duyarlılık oluşturma ve destek sağlama sınırlarındaki bir çalışmayla kitlelerin gündemine sokulması, onların aktif desteğinin alınması başarılamaz.

Uğruna bu kadar bedel ödenen, bu kadar yakıcı bir direnişin ve direnişin arkasındaki taleplerin kazanılması daha ciddi, daha örgütlü bir kitle çalışmasına konu edilebilinmelidir artık. Uzun bir zaman da alsa, zor da olsa bir başka yol, bir başka çözüm fomülü yoktur. Direniş şu ya da bu şekilde sürsün ya da bitirilsin, bu ülkede hapishaneler sorunu, hapishanelerde tecrit, izolasyon, her türlü baskı ve insanlık dışı uygulamalar yine de bitmeyecektir. Bu ülkede devrimci mücadelenin, ilerici muhalefetin, sınıf ve kitle hareketinin önündeki engeller hapishanelerle, hapishanelerdeki baskı, katliam ve tecritle sınırlanamayacak kadar ciddi bir yer ve büyük bir yekûn tutuyor. Ve bu sorunu bu ülkedeki işçi ve emekçilerin gündemine sokmak, emekçilerin gündemindeki yakıcı sorunlar temelinde sistemli ve ısrarlı bir çalışmayla bütünleştirilebilmesine,emekçi yığınların mücadeleye kazanılmasına bağlıdır.

Bu ülkede çatışmalar giderek sertleşmekte, yeni ve yakıcı gündemlerle görev ve sorumluluklarımız artmaktadır. Önümüzdeki görevlere bu genişlikte bakmalı, sorumluluklarımıza bunun gerektirdiği bir ciddiyetle sahip çıkmalıyız.

Bu şehitlerimize olan borcumuzdur.