gözde cephesi olmaya hazırlanıyor ABDnin savaşla ilgili her yeni adımı, Türkiyede anında yansımalarını buluyor. Haydut başı Bush nihayet ABD Kongresinden de savaş yetkisi alınca, Türkiyedeki haydutlar da savaş hazırlıklarını canla başla hızlandırmaya koyuldular. Ay başında devletin zirvelerinde (MGK ve Çankaya Zirvesinde) oluşturulan acil eylem planı bir bir hayata geçiriliyor. Açıklandığı kadarıyla, sadece bu planın altyapısının oluşturulması için 1.7 milyar dolar harcanacak. Savaşın güncelleştirilmesi esprisine uygun olarak Savaş Hali Kanunu ve Tüzüğü, Milli Koruma Kanunu ve Milli Müdafaa Mükellefiyeti mevzuatları yenileniyor. İçişleri Bakanlığı Kriz Yönetim Talimatnamesini hazırlamış bulunuyor. Kızılay kendi payına düşen hazırlıkları tamamladığını açıklıyor. SES Genel Başkanının açıklamasına göre; Sağlık müdürlüklerine görev sefer emirleri çıkarıldı. Acil bir durumda, doktor ve hemşirelerin 24 saat içinde görev yerlerine gelmeleri istenecek. Yurtdışından gelebilecek yardımlar için Gaziantep merkez olarak belirlenmiş durumda. Göçe önlem olarak üçü 36-37. paraleller arasına, üçü de 37. paralelle Türkiye sınırı arasına olmak üzer 6 mülteci kampı kuruluyor. Ayrıca Türkiye sınırı boyunca 18 kamp ve Diyarbakırda Göçmen Konaklama ve Koordinasyon Merkezi kurulacak. Ordu ve Genelkurmay Başkanlığı, savaş hazırlıklarını zaten öteden beri sürdürüyordu. Son olarak izinler ikinci bir emre kadar kaldırıldı, komutanlıklardan acil durum pozisyonu almaları istendi. 81 ildeki kamyon, cip, çekici gibi sivil araçlara Milli Savunma Bakanlığı tarafından sefer görev emri gönderildi. MSB ayrıca sivil havacılık şirketlerinden uçak ve helikopterlerin listesini istedi. Genelkurmay Başkanı Özkök Kasım ayı içinde efendilerinin huzuruna çıkıp tekmil rapor verecek ve muhtemelen savaştaki somut görevleriyle ilgili emirlerle geri dönecek. Türkiyenin başlıca iktidar kurumları savaşı böyle güncelleştirirken, seçim barajını aşmaya kilitlenmiş düzen partileri ve liderleri de burjuva medya ile el ele verip halkı savaşa hazırlamaya, savaşı meşrulaştırmaya çabalıyorlar. Fakat burjuva siyaset arenasını dolduranların söz ve tutumları, tam da kendilerine yaraşan çelişki ve tutarsızlıklarla yoğrulmuş demagojilerden öteye geçemiyor. Bunun en bariz temsilcisi Başbakan Ecevittir. Ecevit bir yandan her açıklamasının içine savaş istemiyoruzu yediriyor, ama öte yandan savaş hazırlığının başlıca aktörlüğünü yapıyor. Son konuşmalarından birinde söylediği aynen şöyledir: ABD kendi başına müdahalede bulunursa, istemediğimiz halde o müdahalenin içine sürükleniriz. Çok gencimiz ölebilir... ABDnin bizsiz bu harekatı yapmayacağını biliyoruz, onun için vazgeçmesini telkin ediyoruz... Ama hemen ekliyor; Kuzey Irakta çok sayıda Türkmen var, onları korumak için orada olmamız gerek. Sermaye iktidarının savaşa dair politikasının özeti bu sözlerde saklıdır. Siz hem savaş istemeyeceksiniz, hem ABD bu harekatı bizsiz yapmaz diyeceksiniz, hem de istemediğimiz halde savaşın içine sürükleneceğinizden, zaten Türkmenleri korumak için orada olmamız gerektiğinden bahsedeceksiniz. Bu tam bir ikiyüzlülük ve sahtekarlıktır, bu bayağı bir demagojidir. Ama bu aynı zamanda ABD uşaklığının gövde gösterisidir. Burada işçi ve emekçilere çocuklarınızın ölümüne hazır olun, yokluklarına şimdiden hazırlanın mesajı da verilmektedir. Hükümetin büyük ortağı MHPnin de DSPden aşağı kalır yanı yok. Bahçeli Kürt sorunu vesile yaratmadıkça Irak savaşına değinmemek yolunu tutuyordu, ama Güney Kürdistanda Kürt parlamentosu toplanınca nasıl bir saldırgan kurt olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kuzey Irakta bir Kürt parlamentosu toplanıyor (ki Türk devletinin 96daki özel katkı ve teşvikiyle kurulmuştur), MHP basıyor yaygarayı: Türkiyenin bağrında uydurma bir devlete müsaade etmeyiz, etmeyeceğiz. Bu sözler KADEKin iştahını kabartan bir gelişme olduğu bahanesiyle sarf edilmiş gibi görünse de, altında Musul ve Kerküke dair sömürgeci hayaller yatıyor. Bahçeli demek istiyor ki; orası Türkiyenin bağrıdır, Türk toprağıdır. Nitekim bu düşünceyi MHPli Savunma Bakanı &Ccedi;akmakoğlu lafı hiç dolandırmadan açığa da vurmuştu. Bu düşüncenin mantıki uzantısı, sermaye devletinin Irak saldırısına ortak olması, Güney Kürdistanı işgal etmesidir. Kürt meselesi bahanesine sığınarak savaş çığırtkanlığı yapanlardan bir diğeri de DYP Başkanı Tansu Çillerdir. Iraka saldırı sorunu gündeme yerleştiğinde savaş sırasında başbakan olmak istiyorum, savaş konusunda en deneyimli olan benim diyen bu kan düşkünü çeteci, Kürt halkına yönelik kirli savaşın en vahşi döneminin başbakanı olmasını her vesileyle övünç kaynağı olarak dillendirmekten kendisini alamıyor. Şimdi de avazı çıktığınca yırtınıyor; Kuzey Irakta Kürt devleti kuruluyor. Nasıl oluyor da benim ülkem bunlara gözünü kapatıyor. Ama tüm dünyaya sesleniyorum, herkes bilsin ki buna izin vermeyiz. Peki, PKKya karşı Talabani ve Barzaniyi bir araya getirip, Kürt parlamentosu kurduran kimdi? Hükümetin diğer ortağı Mesut Yılmaz ise, Özal ekolünün bir yetiştirmesi olarak zaten savaş heveslisidir. Yılmaz, belki Özal gibi bir koyup üç alacağız diye fazla uçmuyor, ama mantık aynı mantık: ABDnin Iraka yönelik operasyonu Irak sorununu tümüyle çözmeye yöneliktir. Bu çözümün Türkiyenin lehine olması için Türkiye harekatın içinde olmak zorundadır. 3 Kasım sonrasında hükümet kurma hayalleriyle yaşayan AKP ve CHP, belki doğrudan savaşa girelim-girmeyelim demiyorlar, ama Amerikanın ve Türkiyedeki iktidar sahiplerinin icazetinin savaş yandaşlığından geçtiğini biliyorlar. Zaten satır aralarında savaş taraftarı olduklarını da ifade ediyorlar. Doğrudan biz savaştan tarafız, savaş hükümeti görevini layıkıyla yerine getireceğiz demek yerine dolaylı ifadeleri tercih ediliyorlar. Erdoğan sermaye iktidarının ve Amerikanın gözüne girmek için yırtınıyor. Baykal, bölgede bilinçli olarak yaratılmış bir güç boşluğundan, Türkiyenin gelişmelere ağırlık koyamadığından bahsederek, savaş kararının seçim sonrası kurulacak hükümete bırakılmasını istiyor. Bu partilerin böyle dolaylı ifadelere başvurmalarının nedeni, sadece ve sadece yaslandıkları kitle tabanının savaş karşıtı uyarlılığıdır. Yoksa ABD ve Türk egemenlerine gerekli güvenceleri çoktan vermiş durumdalar. Görüldüğü gibi savaş destekçiliğinde düzen partileri ortak paydada buluşuyorlar. Bunu izahtaki ortak paydaları ise Kuzey Iraktaki gelişmelere seyirci kalmamak, Türkmenlere sahip çıkmak ve Türkiyeyi her halükarda başlayacak olan savaştan en az zararla, hatta kârla çıkarmak minvalindedir. Özellikle Kürt parlamentosunun toplanması üzerinden sıkça kullanılan Kuzey Iraktaki gelişmelere seyirci kalmamak argümanı, Dışişleri Bakanlığının Çarşamba günkü açıklamasıyla boşa düşmüş oluyor. Açıklamanın altında yatan olgulara, pazarlık sonuçlarına ayrıca değinilebilir. Burada sadece içeriği üzerinden yansıyanlara bakalım. Dışişleri sözcüsü Yusuf Buluç, ne olduysa, Kuzey Iraktaki gelişmeler konusunda çığırtkanlık yapan düzen çevrelerini azarlayarak, durumun kontrolleri altında olduğunu açıkladı. Sözcü, Türkiye ile ABDnin Irakın bütünü ve Kuzey Irak bağlamında siyasi hedeflerinin örtüştüğünü belirtti. Açıklamada Kuzey Irakta bir örgütlenmeye gidilmesinin doğal olduğu, Türkiyenin hem bu örgütlenmeyi desteklediği, hem de gerçekleşmesine en büyük katkıyı sağladığı hatırlatılıyor. Ayrıca Türkiye açısından önemli olanın bu düzenlemelerin geçici niteliğinin bozulmaması olduğu vurgulanıyor. Bu kadarı bile, bütün savaş çığırtkanlarının Kuzey Irak gelişmelerini sadece savaşı izah malzemesi olarak kullandıklarını görmek için yeterlidir. Açıklama ve ordu cephesinden yapılan hazırlıklar, örneğin sıcak takip ve kamp oluşturma bahanesiyle Güney Kürdistana girme hazırlığı, Türkiyenin savaşa girmeye çoktan evet dediğini gösteriyor. Bu savaşın faturasını işçi ve emekçiler ödeyecek. Bu savaşta işçi-emekçi çocukları ölecek. Ecevit seçim meydanında kendini tutamayıp bunu itiraf ettiği için yapıldı bu dışişleri açıklaması. Kendilerine ve komşu halklara acı, yıkım ve ölümden başka bir şey getirmeyecek bu savaşa karşı işçi ve emekçilerin tepkisi henüz çok cılız. Savaş karşıtları henüz yeni yeni sokaklara çıkabildiler. Avrupada, Amerikada gündeme damgasını vuran savaş karşıtı gösterilerden örnek almanın zamanıdır. Dosdoğru kendilerini etkileyecek bir savaşa duyarsız kalmak, işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından büyük felaketlere mal olacaktır. Seçim meydanlarını, mitingleri savaş karşıtı gösterilere dönüştürmek, savaş yardakçısı-çığırtkanı sahtekar düzen partilerinden hesap sormak işçi ve emekçilerin önünde duran ertelenemez bir görevdir. O halde işçi ve emekçiler olarak hem yarınlarımıza sahip çıkmanın hem de halkların kardeşliğinin bir gereği olarak, dünyada boy gösteren savaş karşıtı harekte ülkemiz cephesinden bir an önce güç katalım, savaşı durdurmak harekete geçelim. |
|||||