İlk kontrolör ABD Yıllarca Türkiyede siyaset ve siyasi şahsiyetler hep aynı planın ürünü olarak önümüze sunuluyorlar. Önce burjuva siyaset sahnesinde bu şahsiyetler özenle yetiştirilip korunuyorlar. Eksiklikleri tamamlanıyor, fazlalıkları törpülenerek sistemin hizmetine en uygun hale getirilip sıraya geçiriliyorlar. Sırası gelene görev veriyorlar. Bu namzetler ABD-TÜSİAD işbirliğinin ürünleri. Bunlar da kendi aralarında iki gruba ayrılıyorlar. Birinci gurupta yer alanlar ABDden direkt atananlar. Örneğin: Derviş, Mehmet Ali Bayar vb. gibi. İkinci gruba girenler ise Türkiyeden gönderilip ABDde eğitildikten sonra yönetimin başına geçirilenler. Demirel, Ecevit, Tayyip gibileri. Tayyip Erdoğan AK Partiyi kurduktan hemen sonra ABDye gitti, uzun bir süre ABDde kaldı. Bu gezisi sırasında konferanslara katıldı. Basına yansıtılmayan gizli görüşmeler yaptı. ABD desteğini almak için kendisini tanıttı. Teminatlar verdi. Başa geçerse eğer ne gibi hizmetlerde bulunacağını izah etti. Doğuyla-batı, uygar batıyla-ABD karşıtlığı ve emperyalizme öfkesi biriken Ortadoğu halkları arasında en uyumlu fikirleri kendilerinin temsil ettiğini, müslümanların ABDye olan öfkesini en zararsızca kendilerinin bastıracağını, böylece emperyalizme hizmet edeceğini çeşitli çevrelere anlattı. Bu çerçevede ABD desteğini almak istedi. Tayyip bu gezinin ardından Türkiyeye fırtına gibi girdi. Şimdi tüm anketler ona çalışıyor. Tayyipin çocuklarının ABDde özel bursla okudukları ortaya çıktı. Tayyip gibi müslüman, muhafazakar bir adamın çocuklarının ABD gibi bir ülkede ne işi vardı? Müslüman bir adamın kendi ülkesinde çocuklarını okutmaması ne anlama gelir? Türkiyede okul, hoca, üniversite yok mu? Tayyip çocuklarını okutacak para bulamıyor mu ki özel burs alıyor? Bu sorular uzatılabilir. İşin aslı şu ki, Tayyip bir ABD uşağıdır. Emperyalist efendilerine hizmet etmenin çok ilerisindedir uşaklığı. Çocuklarını ve ruhunu da teslim etmiştir. Onu en iyi eski hocası olan Erbakan anlatıyor: Taklitçi, menfaatçi, İMF uşağı. Onu bir de benden dinleyin diyor. Bir başka işbirlikçi olan Baykalın ABDye gitmesine gerek kalmadı, zira ABD CHPnin içine girdi. Derviş gibi bir yetişmiş kalifiye elemanın varlığı Baykalın ABD ziyaretine gerek bıraktırmadı. Dervişin CHPye girmesi, ABD ve İMF desteği olarak değerlendirildi ve medya üzerinde bir CHP rüzgarı esmeye başladı. Sonuç olarak, her iki partinin ve liderin de ortak özellikleri, ABD desteğini arkalarında bulunca şaha kalkmalarıdır. Bu da onların işbirlikçi uşak konumlarına ve kimliklerine bir gösterge değilse nedir? İkinci kontrolör TÜSİAD Her ikisi de büyük holding patronları tarafından sorgulandılar. Patronlarına imzalı senet verdiler. Bu sınavlarını başarıyla geçtikten sonra defolu olarak bir kenara ayrılmadıkları içindir ki bugün halkın karşısına çıkartılıyorlar. Meydanda hortumcuların yakasına yapışacağız diyen Tayyip Erdoğan, Bilecik ziyareti sonrasında Halis Toprakın özel helikopteriyle hortumcuların ayağına kadar gitti. Halis Toprakın Bozöyükte bulunan köşkünde, Mehmet Emin Karamehmet, Mustafa Süzer ve Halis Toprak ile görüştü. Bu üç hortumcuyla görüşmesini saklamadı, gizlemedi bile. Kimin kimin yakasına yapıştığı şimdiden bellidir. İş güvencesi yasası, Afganistana asker gönderilmesi, ABDnin Iraka ve Ortadoğuya yapmayı planladığı saldırı, Fillistin halkına uygulanan zulüm ve katliam konusunda bugüne kadar yaptıkları nedir? ABD ve genel olarak emperyalizmin çıkarlarına dokunacak konular hakkında tek kelime söyleyemiyorlar. Sadece kendileri gibi olanlarla yarış ve rekabet ediyorlar. Onlar defolu biz değiliz diyorlar. Kitlelerin karşısına çıktıklarında ne diyorlar? Örneğin senedi Sabancının çantasında olan Baykal, Sosyal adalet, adil paylaşım diyor. Dürüst yönetim, temiz siyaset ve ahlaklı olmak diyor. Yoksulluğa ve kayırmaya hayır diyor. Meydanlarda Biz bunu yapacağız diyorlarsa bilelim ki tersini yapacaklardır. Biz bunları bunları yapmayacağız diyorlarsa bilelim ki onları yapacaklardır. Bize söylediklerinin tam tersidir yapacakları. Bu siyasetçiler bugüne kadar hep böyle olmuşlardır, bu değişmez. Onlar her zaman bir sınıfı temsil ederler, siyasetteki misyonları bu sınıfa hizmettir. Sorunun özü ve özeti budur.
Baykalın senedi Sabancının çantasında Aylar önceydi. Mustafa Özkan, İstanbul Yeniköydeki yalısında Deniz Baykal ile iş dünyasının yıldızlarını buluşturmuştu. Sakıp Sabancı, Tuncay Özilhan, Erdoğan Demirören, Hüsamettin Kavi gibi iş dünyasının önderleri, Deniz Baykalı çapraz sorguya almış gibiydiler. Kimi değişip değişmediğini öğrenmek istiyordu. Kimi ne kadar değiştiğini. Kimi devletleştirme yanlısı mısınız? diyordu. Deniz bey uzun uzun anlattı ki: Kendilerinden korkulmasını gerektirecek bir şey yoktur... Öncelikli hedef üretimi artırmaktır... Önce üretim... Bankacılıkta ise... Temel hedef özelleştirme. Sakıp bey Deniz Baykalı dinledi, dinledi ve dedi ki: İyi de ağam bunları hep lafta diyon... Kağıda yazıp bize vermiyon? Deniz Bey çantasından bir döküman çıkardı: İşte yazılı... Üstelik de basılmış... Söylediklerim burada. Ve bu hem partimi, hem de beni bağlıyor Sabancı: Bana bunu virecen mi? Deniz bey: Buyurun... armağanım olsun. Sabancı: Öyleyse üstüne çak imzayı... çak... çak... İmzayı çak ki, senet olsun Deniz bey: Sayın Sakıp Sabancıya ... Gecikmeli olarak... Sevgi ve saygılarımla diye yazarak imzayı çaktı Diyeceğimiz o ki... Baykalın senedi şu anda Sabancının çantasında. (19 Ağustos 02, Sabah) |
|||||