12 Ekim '02
Sayı: 40 (80)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı işçi ve emekçi direnişi!
  Çankaya'da savaş hazırlığı
  Emperyalist saldırganlığa sesimizi yükseltmenin zamanıdır
  "BDSP" adaylarının işçi sınıfına ve emekçilere çağrısıdır...
  Kurtköy-Aydos'ta seçim çalışması deneyimleri
  Gülsuyu seçim çalışmaları deneyimi
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu'nu destekleyelim!
  İşçi ve emekçilerle seçim üzerine konuştuk...
  Hüseyingazi'de coşkulu açılış!
  Holdingçi "Genç Parti" üzerine
  Seçim kampanyası üzerine
  Kapitalizmde çocuk...
  Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
   Siyonistler Gazze Şeridi'ni işgal etmeye hazırlanıyorlar
   İşçi sınıfının kurtuluşu AB'de değil kendi sınıf mücadelesindedir
   Bir kez daha Güney Kürdistan üzerine...
   Seçimler ve parlamenter hayaller
   Dünya halkları emperyalist savaşa karşı seslerini yükseltiyorlar
   Dünyadan kısa kısa
   Bu gençlere dikkat!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Türk burjuvazisi AB raporundan umduğunu bulamadı...

İşçi sınıfının kurtuluşu AB’de değil
kendi sınıf mücadelesindedir

Sermaye sınıfının ve ABD’nin beklediği “AB İlerleme Raporu” nihayet 9 Ekim’de açıklandı. Raporu ABD emperyalizmi ve sermaye için önemli kılan, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği için görüşme tarihinin verilip verilmeyecek olmasıydı.

Bundan önceki AB raporlarında, aday üyelerin AB üyeliği kriterleri yönünde ne oranda adım attığı ya da atmadığı belirtilerek, o ülkenin üyeliğe olan mesafesi ortaya konuluyordu. Bu, raporun “strateji” bölümünde yer alıyordu.

Ancak AB’nin Türkiye’ye ilişkin “İlerleme Raporu”nda bu bölüm yer almıyor. Açıklanan resmi gerekçe ise, 3 Kasım seçimlerinde, bunun hükümet ortağı partilerin lehine ya da aleyhine bir koz olarak kullanılacağı! AB bu kozu vermemek için rapordan strateji bölümünü -şimdilik- çıkarmış. Bu bölüm Aralık’ta yapılacak olan Kopenhag Zirvesi’nde açıklanacakmış.

Türkiye’nin üyeliği bir başka bahara!

Raporun açıklanan kısmında AB uyum yasalarının çıkarılmasından övgüyle sözediliyor. Hemen ardından ise, yasalar çıktı ama uygulamada sorun devam ediyor, deniliyor.

Nedir uygulamada devam eden sorunlar?

Ordunun (MGK) siyasal yaşamda hala ağırlık taşıyor olması, devam eden sorunların başında yer alıyor. 12 Eylül Türkiye’siyle ekonomik-siyasi ilişkileri sürdürenler sanki bu raporun altında imzası olan ülkeler değilmiş gibi!

Raporun önemsiyor göründüğü ikinci faktör ise, Türkiye’de eksilmeyen işkencedir. Manisalı gençlerin davası bu konuda örnek veriliyor. Elbette AB raporuda işkencenin temelli sorunlardan biri olarak konulması önemlidir. Ama raporda söylenenlerle AB üyesi ülkelerin kendi pratikleri arasında derin bir çelişki var. İşkencenin bir biçimi olan F tipi hücreler AB tarafından onaylanıyor, hatta bizzat üye ülkeler tarafından uygulanıyor. Bu konuda özellikle İngiltere ve Almanya Türkiye’den daha az sabıkalı değiller.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün yasal prosedürünün yerine getirildiği ama uygulamada eskinin hala hüküm sürdüğü belirtiliyor. Buna, DEP’li milletvekillerinin halen tutuklu bulunması ve R. Tayyip Erdoğan’ın milletvekili adaylığının engellenmesi örnek gösteriliyor.

1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İstanbul’da mitingin yasaklanması, YÖK’ü protesto eden öğrencilerin yaka-paça sürüklenerek gözaltına alınmaları da sadece medyaya yansıyan örnekler. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ne var ki bunlar AB’nin bu konulardaki sabıkasını ortadan kaldırmıyor. İspanya’da Bask bölgesinin yasal partisi Batasuna kapatıldı ve diğer AB üyesi ülkeler buna seyirci kaldılar. Tam da küresel terörle mücadele argümanıyla, başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerinde ilerici güçlere karşı bir savaş başlatılmışken, bu gerekçenin sorun olarak ifade edilmesi yine bilinen samimiyetsiz tutumun göstergesi.

Raporun ve AB’nin gerçekten önemsediği kısım ise, Kıbrıs’la ilgili bölümde yer alıyor. Adada en kısa sürede bir anlaşmanın sağlanması gerekliliği vurgulanıyor. Geçtiğimiz günlerde ikincisi New York’ta BM bünyesinde yapılan görüşmelerin bir anlaşmayla sonuçlanması isteniyor. Tabii ki bu anlaşma AB’nin çıkarları doğrultusunda olmalı!

“AB İlerleme Raporu”nda sorun olarak ortaya konulan olgular elbette önemlidir. Ama AB’nin bunları tam üyelik önünde bir engel olarak koyması tam bir ikiyüzlü tutumun ifadesidir. Türkiye AB üyeliğine alınsa dahi, işçiler, emekçiler ve gençlik hak arama eylemlerinde yine coplanacaklar, işkence görecek ve tutuklanacaklardır. Değişen tek şey, bütün bunların bugünkü kadar kaba değil kitabına uygun bir biçimde yapılması olacaktır.

ABD Türkiye’nin üyeliği için
AB’ye baskı yapıyor

“ABD’nin Avrupa Komisyonu ya da üye ülkelerin hükümetlerine, Türkiye’ye birliğin gelecekteki üyelerinden biri statüsü verilmesi yolunda baskı yapmadığı bir tek gün bile yok.” Bunlar, Avrupalı bir diplomatın sözleri. Bu sözler, İngiliz gazetesi Financial Times’da yer aldı.

ABD’nin niçin böyle bir baskı yaptığı ilk başta anlaşılmaz görünüyor. Öyle ya, AB ABD’nin en önemli rakibidir. O halde neden bugün kelimenin her anlamında uşağı olan Türkiye’yi rakibi olan AB’ye katmaya çalışıyor, bunun için baskı yapıyor?

Bu soruya yanıt “kaleyi içten fethetme” olarak verilebilir. İngiltere de AB içinde olmasına karşın ABD ile birlikte hareket eden bir ülkedir. Ama nihayetinde İngiltere bir emperyalist ülkedir. Çıkarları gerektirdiğinde ABD’nin karşısına rahatlıkla geçebilir. Türkiye ise, özellikle son savaş pratiğinde görüldüğü gibi, ABD’ye kölece bağımlı bir konumdadır. Bu durumuyla Türkiye AB içinde “Truva atı” rolünü oynamaya en uygun ülkedir.
Bu durum AB’li emperyalistleri, Türkiye’nin üyeliği konusunda fazlasıyla temkinli davranmaya itiyor. Öte yandan Türkiye Ortadoğu’ya açılan bir kapıdır. Müslüman olması kapıyı daha kullanışlı hale getiriyor. Bu nedenle, bir yandan Türkiye’nin AB üyeliği çeşitli bahanelerle sürüncemede bırakılırken, diğer yandan üyelik umutları bilinçli bir çabayla canlı tutuluyor.

AB’ye üye olmak ya da olamamak işçi ve emekçilerin değil işbirlikçi sermayenin ve emperyalistlerin sorunudur. Çünkü AB denilen birlikten çıkarı olanlar onlardır.

İşçi ve emekçiler için gerekli olan, kapitalist ülkelerin sınırlarının kalkarak birleşmeleri değil, birleşik örgütlü bir güç haline gelmeleridir. İşçi ve emekçilerin kurtuluş yolu, burjuvazi için sınırların kalktığı tekellerin Avrupa’sında değil, işçi ve emekçilerin devrimci enternasyonal birliği ve mücadelesindedir.



“Baskı ve sürgünler bizi yıldıramaz!”

Kırşehir’de sürgünleri protesto etmek amacıyla Milli Eğitim Müdürlüğü önünde yapılması planlanan basın açıklaması kolluk güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaştı. Yaklaşık 80 kamu emekçisinin katıldığı eylemde basın açıklaması sırasında başlayan uyarı niteliğindeki müdahaleler eylemin bitirilmesine yakın oturma eylemine dönüştürülmesiyle sertleşti.

“Eğer bir talebiniz varsa gelin başvurun, beraber yürüyelim” sataşmalarına aldırmayan kamu emekçileri sık sık “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Sürgünler bizi yıldıramaz!”, “Emekçiyiz, haklıyız, kazanacağız!”, “Direne direne kazanacağız!” sloganlarını attılar. Uyarılarına yanıt alamayan polis saldırarak 28 kamu emekçisini ve muhabirimizi gözaltına aldı. Polis arabalarına sığmadıkları için gözaltına alınmayan kamu emekçileri, yaklaşık 100 kişi ile birlikte gözaltına alınanlar serbest bırakılana kadar Emniyet Müdürlüğü önünde beklediler. Yaptıkları eylemin meşruluğu ve merkezi bir karar olduğu yönünde ifade veren emekçiler yaklaşık 4 saat sonra serbest bırakıldılar.

Eğitim-Sen ve KESK’e ait pankart ve flamaların yanı sıra muhabirimizin fotoğraf makinesine el kondu. Fotoğraf makinemizi 2 gün sonra savcılık aracılığı ile teslim alırken, çektiğimiz filmlerin gaspedilmiş olduğunu gördük.

SY Kızıl Bayrak/Kırşehir



KESK’in baskı ve sürgünlere karşı eylemi

Baskı ve sürgünleri protesto etmek için Eğitim-Sen’in başlatmış olduğu Ankara yürüyüşü 3 Ekim’de Mersin’den başladı. ‘98 şube başkanı ve ilçe yöneticileri ile sürgün edilen eğitim emekçilerinin katıldığı eylem kolluk güçlerinin engelleme çabasına rağmen başladı. Tarsus’taki engellemeleri aşan eğitim emekçileri Adana’ya hareket ettiler.

Adana’da Büyükşehir Belediyesi’nin yanındaki parkta polis ablukası altında başlayan eyleme katılım azdı. Çoğunluğunu eğitim emekçilerinin oluşturduğu kitleyi polis abluka altına aldı. Kolluk güçleri, kaldırımın kapatılmasını bahane ederek emekçilerin parka girmesini istediler. 2911 sayılı yasaya muhalefet edildiği, kaldırımın işgal edilmemesi gerektiği söylendi.

Kısa süre yaşanan arbede sonucu polis ablukası arttırıldı. Bu esnada “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” sloganları sık sık atıldı. Mersin’den yürüyüşçülerin gelmesi ile abluka kaldırıldı. Mersin’den gelen kitle 130 kişi idi. Uğur Mumcu Meydanı’na kadar kitle kaldırıma sıkıştırılarak yürütüldü.

U. Mumcu Meydanı’nda konuşma yapan KESK Genel Başkanı Sami Evren sürgünlerin ve baskıların kaldırılmasını istedi. Toplu görüşmelerde hükümetle değil İMF taraftarları ile aynı masada olduğunu vurguladı. Emekten yana partilere destek verilmesini istedi. Daha sonra Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaaddin Dinçer konuşma yaptı. Kamu emekçilerinin nüfusa kayıtlı oldukları illere bakılarak sürgün edildiklerini dile getirdi. Kamu emekçileri üzerindeki baskının son bulmasını istedi. Daha sonra 4 Ekim Cumartesi günü U. Mumcu Meydanı’ndan yürüyüşçülerin uğurlanmasının duyurusu yapıldı.

Ankara uğurlaması, basın açıklaması yapılmadan, arabaların hemen hareket etmesiyle sona erdi.

SY Kızıl Bayrak/Adana