güçlü soluğu yükseldi Devrim mücadelesinin dışarıda, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin bağrında gelişmesi, olması gereken. Nihayetinde böyle de olacak. Ama bugün olanla olması gereken aynı değil. Zindanlar halihazırda dışarıya oranla daha fazla öne çıkıyor. Çünkü zindanlarda devrimciler sermayeye karşı ölümüne bir direniş sergiliyorlar. Bedel ödemekte ve ödetmekte tereddüt etmeyen bir tutumla, sermayenin her saldırısına karşı direngen bir duruş sergiliyorlar. Sermayenin en güçlü saldırısı olan hücreler bugün hala yıkılamadı. Ama sermaye de bir zafer kazanamadı; zira tutsakları teslim almayı başaramadı. Ulucanlarda tutsaklar şahsında Devrimciler toplumun en dinamik ve en atak kesimidirler. Her zaman geçerli olacak bu gerçeklik, işçi ve emekçilerin sessiz ve sinik olması gerçekliğiyle birleştiğinde, ortaya zindanların devrim mücadelesinde öne geçme olgusu ortaya çıkıyor. Dışarıda da devrimciler var ama, işçi ve emekçilerin toplam gerçekliği içinde, yine aynı direngen tutumu sergileseler de, bu, bir farklılık yaratmıyor. Zindanlarda ise tutsaklar daha billurlaşmış bir duruş içinde öne çıkmaktadırlar. Sermayenin zindanlardan duyduğu rahatsızlığın nedeni de budur. Sermaye sınıfı 2000e doğru içinde bulunduğu yapısal krizden kurtulmak için, yine krizi emekçi sınıflara fatura etme yolunu tuttu. Ama bu saldırı öncekilerden çok daha kapsamlıydı. Bu nedenle de işçi ve emekçilerin mücadeleye daha açık olacakları bir durum geliştirecekti. Bu durumu değerlendirebilecek olan komünist ve devrimcilerin önünü kesmeyi, bunun için de öncelikle onlara yönelik bir saldırı başlatmayı, kendi açısından gerekli buldu. Böyle bir saldırının odağında ise zindanlar vardı, doğal olarak. Tutsaklara yönelik saldırılar aralıksız sürüyordu zaten. 1995de Bucaya, 1996da Diyarbakıra, 1997de Ümraniyeye saldıran sermaye devleti, gelinen aşamada çok daha şiddetli bir saldırının hesaplarını yapıyordu. Ulucanlar zindanı, her zindan eyleminde uzun süredir öne çıkarılıyordu. 1999 Eylülüne gelinmeden önce Ulucanlara yönelik bir saldırı olacağı beklenen bir şeydi. Hele yeni bir koğuş için yapılan eylemler koğuş işgaline dönüşünce, Ulucanlar zindanına yönelik bir saldırı gün meselesiydi artık. TKİP Merkez Komite Üyesi Habip Gül, saldırıdan çok önceleri böyle bir saldırı olacağını hem yazıyor, hem de gelen görüşçüleriyle paylaşıyordu. Gelmekte olan saldırıya karşı kararlılık dile getirenBayrağımıza leke düşürmeyeceğiz sözü, son mektubuna bu öngörüden dolayı girmiştir. Bu saldırının aslında emekçi sınıflara yönelik olacağını belirten bizzat Habip Güldü. Bu yüzden burada takınılacak tutumun geleceği belirlemede büyük önem taşıyacağıı biliyordu. Habipin bayrağımıza leke düşürmeden ölümü, yoldaşı Ümit Altıntaş gibi ölümü terddütsüzce kucaklaması, onun direngen komünist kimliğiyle beraber, işçi sınıfının öncüsü olma bilincinden kaynaklıdır. 1999un 26 Eylülünde, geceyarısı saldırdılar Ulucanlar zindanına. Fütursuzca ve bir o kadar da vahşice bir saldırıydı bu. Ulucanlar katliamında şehit düşenler, tanınmayacak hale getirilmişti. Özellikle İsmet Kavaklıoğlu işkenceyle katledildikten sonra yakılmış ve bedeni iyice tanınmayacak hale getirilmişti. Habip Gülün çenesi kelimenin tam anlamıyla dağıtılmıştı. Ümit Altıntaş ve onun gibi vurularak katledilenlerin bedenlerinde postal izleri vardı. Demek ki öldürüldükten sonra bile vahşi işkenceden geçirilmişlerdi. Ulucanlar katliamı sonrasında yayınlanan görüntüler en soğukkanlı insanın bile tüylerini ürpertecek türdendir. Korku ve gözdağı vermek amacıyla böylesine saldırganlaştılar. Ama hesaba katmadıkları bir şey vardı: Komünistlerin ve devrimcilerin yiğitçe direnişi. Ulucanlar anıldığında belleklerde ilk canlanan Onların yiğitçe direnişidir. Daha sonra Burdur ve Bergamada en sonu 19 Aralıkta 20 zindanda birden Onların çizdiği yoldan gidildi: Ölüm pahasına yiğitçe direnildi. Zindanlarda Onların ortaya çıkardıkları tutum varolan direnme geleneğini pekiştirdi. Ama henüz işçi ve emekçilerde olması gereken tepkiyi geliştiremedi. Bugün için durum böyle, ama değişecek; işçi ve emekçiler toprağa düşen her canı çoğaltarak yaşatacak. Bu tarihsel misyonun yükü işçi sınıfının omuzlarındadır. Ulucanlar direnişçilerinin başeğmez Ulucanlar katliamının üzerinden üç yıl geçti. Üç yıl içinde faşist sermaye devleti sayısız katliam gerçekleştirdi. En son 19 Aralık katliamıyla hücre sistemine geçti. Faşist sermaye devleti komünist ve devrimci tutsaklara en vahşi yöntemlerle saldırdı. Ama her seferinde ağır bedeller ödemeyi göze alan bir iradeyle karşılaştı. Ulucanlar zindanında 10 tutsağın ölümsüzleşmesiyle sonuçlanan bu irade, 19 Aralıkta tüm zindanlarda ayaktaydı. Faşist sermaye devleti bu direnişçi irade ve kitlelerin sessizce de olsa lanetine rağmen, nasıl bu kadar saldırgan olabiliyor? Çünkü korkuyor. Bu, korku sıkışmasının bir aczi ve aktivetisiyle gerçekleşen bir saldırganlıktır. En başta bu başeğmez iradenin işçi ve emekçi kitlelere yansımasından korkuyorlar. Korkmakta da haklılar. Çünkü yitirecekleri sömürgen bir saltanatları var. Çünkü bu kokuşmuş, çürümüş saltanatları bir gün mutlak yıkılacak. Üçüncü yılında katliamdan çok Onların direnişini anmak, Onların başeğmez direngen duruşlarını kendi kimliklerimize nakşetmekle mümkündür... Ulucanlar şehitleri ölümsüzdür! Ulucanlar direnişinde ölümsüzleşenler: F. Yılmaz/M. Atak |
|||||