28 Eylül '02
Sayı: 38 (78)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hükümet krizinden kriz hükümetine...
  Sermayenin demokrasi oyunu ve emekçiler
  İstanbul 3. bölge bağımsız sosyalist milletvekili adayı Müslüm Turfan'ın açıklaması...
  Adana bağımsız sosyalist milletvekili adayı Özden Demirel'in konuşması...
  İşçi sınıfının bağımsız devrimci platformu altında birleşelim!
  İşçi ve emekçilerin bağımsız sosyalist milletvekili adayı Mustafa Uğur Akkaya'yı destekleyelim!
  Sermayenin çözümü seçimde, gençliğin çözümü devrimde!
  Seçimler ve sol hareket
  Seçimler, gençlik ve devrimci seçim platformları
  Demokratikleşme aldatmacası ve seçim yasakları
  Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!/2
  Emperyalist saldırganlığa meşruiyet sağlanamıyor
  Direnen Filistin kazanacak!
   Almanya'da Federal Parlamento seçimleri...
   "Medya Savunma Bölgeleri" demagojisi...
   Ulucanlar zindanından devrimin güçlü soluğu yükseldi
   Ulucanlar katliamının hesabı mutlaka sorulacak!
   Buca ve Diyarbakır katliamları
   Lütfen binin, tren kalkıyor!
   Güney Afrika'da genel grev hazırlığı
   Irak: Cezalandırma oyunu
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Demokratik hak ve özgürlükleri kazanmanın yolu devrim mücadelesini güçlendirmekten geçiyor...

Sermayenin demokrasi oyunu ve emekçiler

Düzen partilerinin seçimlerde ne tür vaad ve demagojilerle oy toplamaya çalışacağı yavaş yavaş netleşmeye başladı. MHP dışında hemen tüm düzen partilerinin ortaklaştıkları vaatlerden biri de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi. Seçim bildirgelerini açıklayan partiler Türkiye’yi Avrupa’ya kendilerinin taşıyacağını iddia ediyorlar. Peki Türkiye Avrupa Birliği’ne girince ne olacak? Cevap basit; Avrupa’dan gelecek paralar sayesinde refah düzeyimiz artacak; Türkiye kurtulacak; ayrıca demokratikleşeceğiz! Yani Avrupalı emperyalistler sayesinde her türlü hak ve özgürlüğe sahip olacağız!

Son zamanlarda işçi ve emekçileri kandırmanın en çok rağbet edilen yollarından biri, Avrupa ve demokratikleşme masalları. Sürekli ve bilinçli olarak her türlü hak ve özgürlüğün elde edilmesinin yolunun Avrupa’yla birleşmekten geçtiği yanılsaması yaratılıyor. Uyum yasaları ve en son olarak da seçimler vesilesiyle bu yalan bombardımanı daha da yoğunlaşmış durumda. Oysa ki Türkiye’de işçi ve emekçilerin hak ve özgürlüklerden yoksun olmasının Avrupa Birliği’ne girip girmemekle herhangi bir ilgisi bulunmuyor. Bu hakların Türkiye’de hiç kimse tarafından kullanılamadığı da ayrı bir yalan. Denklem gayet basit; iktidardaysan tüm hakların var, iktidarda değilsen herşey yasak sana. Yani sorun tamamen sınıfsal!

İşçi ve emekçiler siyasete sokulmuyor

Burjuvazinin her fırsatta övündüğü “Türkiye’deki demokratik sistem”in yazılı hukuk kurallarına göre, gerekli şartları taşıyan her Türk vatandaşının “seçme ve seçilme hakkı vardır. Oysa parlamentoya baktığımızda milletvekillerinin yüzde 99’unun emekçi olmadığı görülür. Ceylan derisi koltuklarda oturanlar ya doğrudan doğruya burjuvazinin değişik kesimlerinin, aşiretlerin, tarikatların temsilcileridir, ya da düzene hizmet konusunda sadakatini ispatlamış bürokrat, asker, polis eskileri ve tetikçilerdir. Düzen siyasetinin kurumları işçi ve emekçilere kapalıdır.

İşçi ve emekçilerin milletvekili adayı olma hakları sadece kağıt üzerinde vardır. Çünkü bir milletvekili adayının seçime hazırlanması milyarlarca lira masraf etmesini gerektirmektedir. Bir işçinin bu masrafların altından kalkması mümkün değildir. Dolayısıyla milletvekili seçilme ve parlamentoya girme hakkı ancak parası olanların tekelindedir.

Demokratik haklar sadece sermaye için

Aslında düzenin yasaları demokratik haklarla doludur. Sermaye sınıfının temsilcileri bu hakları en geniş biçimde kullanırlar. Hiçbir sınırlama ve yasaklama söz konusu olmadan kendi çıkarlarını özgürce savunur, bunun için ne gerekiyorsa yapabilirler.

Sermayenin çıkarları ve düzenin selameti söz konusu olduğunda söz ve basın özgürlüğü sınırsızdır bu ülkede; her şeyi yazıp çizmek, söylemek serbesttir. Eleştiri adı altında herkese saldırabilir, karalayabilir, iftira atabilirsiniz. Basını baskı ve şantaj aracı olarak kullanabilir, düzenin her türlü çürümüşlüğünü ve kokuşmuşluğunu da gene basın üzerinden pazarlayabilirsiniz.

Fakat düzeni eleştirmeye, onun çürümüşlüğü ve kokuşmuşluğundan söz etmeye, işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunmaya kalktığınızda söz ve basın özgürlüğünün sınırları da bir anda daralmaktadır. Düzeni eleştiren, işçi ve emekçilerin çıkarlarını savunmaya, taleplerini dile getirmeye çalışan muhalif, ilerici, devrimci yayınlar devletin baskı ve terörünün doğrudan hedefi haline gelmekte, seslerinin kısılması için her türlü tedbir alınmaktadır. Bu tür gazete ve dergilerde yazı yazanlara, hukuki sorumluluk üstlenenlere ya da basılıp dağıtılmasında görev alanlara sayısız davalar açılmakta, ağır hapis ve para cezaları verilmektedir.

Aynı şey temel demokratik haklardan toplantı ve gösteri özgürlükleri için de geçerlidir. Bu haklar burjuvazinin yasalarında mevcuttur. Fakat sadece burjuvazi için. Sermaye örgütleri istedikleri yerde, istedikleri biçimde toplantı ya da gösteriler düzenleyebilir. Devletin güvenlik güçleri bu toplantılarda neler konuşulduğuna dönüp bakmazlar bile. Çünkü bilirler ki, oradakilerin herşeyi konuşmaya hakkı vardır.

Fakat işçi ve emekçiler herhangi bir sorunlarından dolayı sokağa çıkıp eylem yapmaya kalksalar ya da bir toplantı düzenlemek isteseler, her türlü engellemeyle karşılaşırlar. Miting yapmak valilikten ve polisten izin alınmasına bağlıdır. İzin isteğinin son derece keyfi gerekçelerle geri çevrilmesi ise sürekli yaşanan bir durumdur. O gün aynı kentte maç olması bile bir mitinge izin verilmemesi için gerekçe olabilmektedir.

Burjuvazi için en büyük kentlerin en büyük meydanları gerektiğinde gösteriler için kullanılabilir. Fakat işten atılmış işçilerin fabrika önünde toplu halde beklemesi, çadır kurması bile yasaktır. Polis veya jandarmalar anında gelip çadırları sökerler. Çoklukla olduğu gibi bununla yetinmezler, işçileri de gözaltına alıp yıldırmaya, hak arama eyleminden vazgeçirmeye çalışırlar.

Sık rastlanan bir örnek olduğu için değinmeden geçmeyelim. Bu ülkede basın açıklaması yapmak için hiçbir makamdan izin almak gerekmez. Ama işçi ve emekçiler, ilericiler, devrimciler herhangi bir konuda basın açıklaması yapmak istediklerinde polis engelini mutlaka aşmak zorundadırlar. Son yıllarla polis bu türden yüzlerce basın açıklamasına vahşice saldırmış, binlerce insan dövülmüş, gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

Örgütlenme özgürlüğünün adı var kendi yok

Bu ülkede işçi ve emekçilerin örgütlenmesinin önünde sayısız engel vardır. Gene burjuva sınıf tarafından sınırsızca kullanılan örgütlenme özgürlüğünden işçi ve emekçiler yararlanamamaktadır. Dahası işçi ve emekçilerin örgütlenmesi bilinçli politikalarla engellenmektedir.

İşçi ve emekçilerin kendi çıkarlarını savunan siyasal partilerde örgütlenmesinin önündeki engelleri ve reformist partilerin dahi az çok mücadeleci bir kimlik ortaya koyduklarında karşılaştıkları baskı ve terörü bir yana bırakalım. Bugün işçi ve emekçilerin sendikalarda örgütlenmesi dahi engellenmek istenmektedir. Yasalar sendikalarda örgütlenmek isteyen işçilerin önüne sayısız keyfi engeller çıkarmaktadır. Bu engeller bir biçimde aşıldığında ise mücadeleci sendikalar karşılarında devletin kolluk güçlerini bulmaktadır.

Gene yasalar sendikaların çalışmasını, işçilerin çıkarlarını savunmasını zorlaştıracak yasaklarla doludur. Öyle ki bu yasaklar nedeniyle bir sendikanın greve çıkması, toplusözleşme yapması neredeyse imkansız hale getirilmektedir. İşverenle anlaşmazlık nedeniyle alınan grev kararları çoğu kez uygulanamamaktadır. Çünkü hükümetin grevleri erteleme (aslında yasaklama) yetkisi vardır. En fazla demokrasiden söz edildiği dönemlerde bile hükümetler grev yasaklamaktan geri durmamıştır.

ILO sözleşmeleri demokratik
hakların güvencesi mi?

Ne zaman işçi ve emekçileri ilgilendiren bir hak gaspı ya da yasaklama olsa ILO sözleşmeleri gündeme gelir. Sendikalar ya da reformist partiler hükümeti ILO sözleşmelerine uygun davranmamakla suçlarlar. Oysa yakından bakıldığında ILO sözleşmelerinin işçi ve emekçilere hiçbir gerçek güvence getirmediği rahatlıkla görülür.

Buna şaşırmamak gerekir. Çünkü ILO sözleşmeleri burjuva hukukunun bir parçasıdır. Türkiye’de Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) hangi amaçla kurulmuşsa, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) da aynı amaçla oluşturulmuştur. Her ILO sözleşmesi son tahlilde sermaye ve işçi sınıfı arasındaki çelişkilerin törpülenmesini “çalışma barışının korunmasını”, demek oluyor ki kapitalist düzenin selametini hedeflemekte, bunu gözetmektedir.

Temel demokratik haklar zorlu
mücadelelerle kazanılır

Dönüp dönüp hükümeti ILO sözleşmelerine ya da Avrupa Birliği normlarına uymaya çağırmanın işçi ve emekçilere kazandıracağı hiçbir şey yok. Çünkü burjuva hukuku Avrupa’da da Türkiye’dekinden farklı işlemiyor. Orada da tüm hak ve özgürlükler burjuvazi tarafından sınırsızca kullanılırken işçi ve emekçiler, düzeni eleştirenler birçok engellemeyle karşılaşıyorlar. Bazı hakların az çok kullanılabilmesinin tek nedeni ise, orada işçi ve emekçilerin Türkiye’dekine göre çok daha iyi örgütlenmiş olması, haklarını savunma konusunda daha bilinçli davranabilmesidir.

Bu tür ham hayaller peşinde koşmanın işçi ve emekçilere faturası her zaman için daha fazla sömürü ve sefalet, daha yoğun baskı ve zulüm olacaktır. Avrupa Birliği üzerinden demokrasi havarisi kesilen düzen sözcülerinin en temel amaçlarından biri de zaten budur, işçi ve emekçi yığınları sahte umutlarla sersemletmektir. Reformist soldaki AB taraftarları ve ILO sevdalılarının bu durumda tek yaptığı ise, işçi ve emekçilerin aldatılmasını kolaylaştırmak olmaktadır.

Ne Avrupa Birliği ile ilişkilerin daha da derinleşmesi, ne de seçimlerde Avrupacılığı ve demokratlığı kimselere bırakmayan partilerin iktidara gelmesi. Bunların hiçbirinin işçi ve emekçilere en ufak bir faydası olmayacaktır. Avrupa Birliği daha fazla özgürlük değil, daha fazla kölelik demektir.

İşçi sınıfı temel hak ve özgürlükleri ancak sosyalizmle kazanacaktır. Sömürülenler ve ezilenler gerçek özgürlüğe ancak sosyalizmde ulaşacaktır. Burjuvaziyi bir takım haklarımızı yasalarına yazmak ve uygulamak zorunda bırakmanın tek yolu da buradan; devrim ve sosyalizm mücadelesini güçlendirmekten geçmektedir.