17 Ağustos '02
Sayı: 32 (72)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye sınıfının seçimlere, işçi sınıfı ve emekçilerin devrime ihtiyacı var!
  Düzen siyasetinde çöküntüden çıkış çabaları ve Kemal Derviş...
  17 Ağustos depreminin yıldönümü...
  Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!
  Yeni iş yasasına karşı zorlu ve solukla bir mücadeleyi bugünden hazırlamalıyız!..
  KESK yönetiminin İstanbul yürüyüşü...
  "Iraklı muhalifler" çetesi Washington'da...
  Paşabahçe direnişinin gösterdikleri
  Enerji sektöründe yağma düzeni
  "Herşey eskisi gibi..."
  Emperyalist savaşa karşı devrimci direniş hattını örelim!
  Yeni dönem ve gençlik çalışması
  Ek niyet mektubu...
   Yeniden ayağa kalkışa, yeniden 15 Ağustos atılımına ihtiyaç var!
   ABD emperyalizminin "arka bahçesi" Latin Amerika kaynıyor!
   Marksist ideolojinin sanattaki yaratıcısı!
   Kolombiya'da sıkıyönetim!..
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   Fatma Bilgin ÖO direnişinde yaşamını yitiren 93. kişi oldu
   İngiltere Bush'un paspası olmasın
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İki farklı sınıf, iki ayrı dünya görüşü, iki farklı kültür!..

Devrimci bir kültür-sanat için!

Üretim araçlarını elinde bulunduran burjuvazi, ancak azgın baskı ve sömürü sayesinde iktidarını sürdürür. Burjuvazinin iktidarı, işçi ve emekçiler için ağır ve insanlık dışı çalışma ve yaşam koşulları demektir. Sermaye, işçinin yalnızca emeğini sömürmekle kalmaz, aynı zamanda tüm yaşamını, umutlarını ve geleceğini de elinden alır. Sömürü çarkı işçileri üretimin basit bir eklentisine dönüştürürken, işçilerin kendisine ve toplumsal gelişmelere yabacılaşmasının da zeminini hazırlar.

Burjuvazi yalnızca üretim araçlarını elinde bulundurmakla kalmaz; bilimi, kültürü, sanatı ve bir bütün olarak düşünsel üretim araç ve imkanlarını da tekeline alır. Çünkü iktidarını koruyabilmesi, sömürü düzenini sürdürebilmesi için, işçi ve emekçileri manevi ve düşünsel olarak da baskı altında tutması, onları kendilerine yabancılaştırıp yozlaştırması, bilim ve kültürün olanaklarından uzak tutması gerekir. Zira onun en büyük korkusu, ezilenlerin aydınlanması ve bilinçlenmesidir. Bunun için asalak burjuvazi kendi bireyci, yoz kültür ve değerlerini, gericiliği sistematik olarak empoze eder. Mülksüzleştirdiği emekçilere, kültürsüzleştirmeyi ve yozlaşmayı dayatır.

Çürümüş burjuvazinin yarattığı kültür de yoz, kendisi gibi çürümüş, sersemletici, tüketici ve cehalete sürükleyici bir kültürdür. Maddi yaşam araçlarından ve insanca yaşam koşullarından yoksun bırakılan emekçiler, burjuvazinin bu kirli ideolojik ablukası altında yaşamaya, düşünmeye mahkum edilirler.

Bu kirli ablukayı tüm değerlerin; kültürün, sanatın, cinselliğin, eğitimin metalaşması izler. Yani burjuvazi kendi yoz ve bayağı değerlerini hem dayatır, hem de ticari olarak alınıp satılan bir mal haline getirir. Cinsellik (kadın bedeni) ve bütünüyle cinselliği kışkırtıcı temelde üretilen ürünler çok kârlı bir pazardır. Kuşkusuz bu pazar esas olarak belli bir kesime hitap eder. Bugün asgari ihtiyaçlarını bile zorlukla karşılayan emekçilerin sinema, tiyatro, konser vb. kültürel- sanatsal faaliyetleri izlemeye ya da üretmeye bütçe ayırması nerdeyse imkansızdır. Elindeki tek imkan ise, manevi değerlerin çürütülmesi, yozlaşmanın, kapitalist yaşam tarzının yaygınlaştırılması, gerici kültürün empoze edilmesinin aracı olarak kullanılan televizyondur.

İdeolojik mücadelenin önemi ve
bütünsel ve çok yönlü bir mücadele kültürü

Ağır ve bunaltıcı çalışma ve yaşam koşullarında her bakımdan esaret altında yaşayan işçi sınıfı, özgürleşmek için burjuva ideolojisinin hegemonyasından kurtulmak, kendi sınıf iktidarını, kendi kültürünü yaratmak, kendi değerlerini oluşturmak zorundadır. Özgürleşmesinin olmazsa olmaz koşulu, bütünsel -iktisadi, politik, askeri,ideolojik, etik vb.- bir mücadeledir.

Her alanda ve çeşitli araçlarla yürütülen, bir dizi aşamadan geçen, yenilgiler ve yengilerle ilerleyen sınıflar mücadelesinin çimentosu, hiç kuşkusuz ideolojik mücadeledir. İdeolojik mücadele, diğer tüm mücadele araç ve biçimlerini birbirine bağlayan kritik halkadır. Sınıf mücadelesi, ideolojik mücadelede ruh bulur. Sınıflar manevi silahlarını buradan alırlar. İdeolojinin sızmadığı yer, girmediği alan yoktur. Politikadan günlük yaşama, bilimden kültüre, alışkanlıklardan düşünce biçimine, örgütlenmeden eyleme, algıdan duygulanıma, hayallerden istemlere kadar her alanda sınıfsal aidiyeti olan ideolojik bir yönlendirme söz konusudur. Burjuvazi, tüm alanlarda hakimiyet kurmasının sağladığı imkanlarla iktidarını koruyup sürdürebilmektedir. Kuşkusuz bu mutlak bir hakimiyet değildir.

Ve bu mücadelede kültür ve sanat büyük bir rol oynamaktadır. Burjuvazi, iktidar olmanın ayrıcalığını kullanarak bu alanda da tepeden tırnağa örgütlü hareket etmekte ve sistematik bir savaş yürütmektedir. Baskı ve yasakların yanı sıra, paralı ya da gönüllü uşaklarını kullanarak, proletaryanın kendine ait bir dünya yaratmasının önüne dikilmektedir. Kültür ve sanatı egemenliğinin bir aracı olarak kullanmaktadır.

İşçi Kültür Evleri,

işçi ve emekçilere dayatılan cehalete,

kültürel ve manevi yozlaşmaya,

çok yönlü ideolojik kuşatmaya

karşı bir mevzi olarak kuruldu

İşçi Kültür Evleri; burjuvazinin yoz, bireyci ve sömürü üzerinde temellenen kültürüne karşı proleter kültürün yaratılmasına katkı yapmayı amaçlıyor.

İşçi Kültür Evleri; Kübalı devrimci ozan Jose Marti’nin “kültür özgürleştirir” sözünü kendisine rehber edinerek, devrimci kültürü emekçilerle buluşturmayı faaliyetinin merkezine koyuyor, onları kendi kültürlerini yaratmaya çağırıyor.

İşçi Kültür Evleri; kölece çalışma ve sefalet içinde yaşamanın, gerici baskıların emekçiler üzerinde yarattığı ruhsal ve düşünsel tahribatları ortadan kaldırma kaygısıyla hareket ediyor.

İşçi Kültür Evleri; emekçilere yöneltilen çok yönlü saldırılar karşısında emekçilerin bir parça da olsa kendilerini koruyabilmesi, eğitebilmesi ve saldırıların, haksızlıkların, sömürünün kaynaklarıyla birlikte ortadan kaldırılması mücadelesine destek olmak için kuruldu.

İşçi Kültür Evleri; her türden yabancılaşmaya, bencilleşmeye, yozlaşmaya karşı sınıf dayanışmasının kolektif ruhunu temsil ediyor.

İşçi Kültür Evleri; unutturulmaya, yozlaştırılmaya çalışılan mücadele geleneğimizin devrimci kültürel mirasına sahip çıkarak, özgür ve sömürüsüz bir dünya için devrimci kültürü geliştirme iddiasını taşıyor.

İşçi Kültür Evleri; kapalı salonlara hapsedilen, yüksek fiyatlarla pazarlanıp dar bir kesime hitap eden sanat anlayışına ve popüler kültürün taşındığı sanat merkezlerine alternatif olarak çeşitli işçi ve emekçi semtlerinde kuruldu. Kahvehanelerde, bilardo salonlarında ve internet kafelerde yozlaştırılan, fabrikalarda tüm gün canı çıkıncaya kadar sömürülen, daracık gecekondularda ve altyapısı olmayan mahallelerde yaşamaya mahkum edilen emekçilerin kültürel-sanatsal yaşama ilgisini uyandırmak, kültürel ve sanatsal imkanlara kolayca ulaşmalarını sağlamak için emekçi semtleri seçildi.

Emekçilere kültürel ve sanatsal ürünlere ulaşma/izleme imkanlarını sunmak İşçi Kültür Evleri’nin kuruluş amacının yalnızca bir parçası. İKE’ler aynı zamanda emekçileri kültürel ve sanatsal üretime katmayı, yaratıcılıklarını ve yeteneklerini ortaya koymaları için imkan sağlamayı da amaçlıyor.

Bugüne kadar yalnızca ayrıcalıklı bir kesim sanatsal-kültürel üretimde bulunma imkanlarına sahip olmuştur. Bu, sanatı da sanatçıyı da verimsizliğe, içinde yaşadığı toplumdan kopmaya, yozlaşmaya iten bir olgudur. İKE’ler, olanaklar sağlandığı ölçüde emekçilerin neler yapabileceklerini, neler üretebileceklerini pratikte göstermeyi amaçlıyor. Emeğiyle dünyayı yaratanların kültürel ve sanatsal yaratıcılıklarından, yeteneklerinden en ufak bir kuşku duymuyoruz.

İKE’lerde gerçekleştireceğimiz çeşitli etkinliklerde işçilerin kültürel-sanatsal ihtiyaçlarını karşılamayı düşündüğümüz gibi, ilerici devrimci sanatçıların emekçilerle buluşmasını da hedefliyoruz. Emekçilerle devrimci sanatçıların karşılıklı etkileşim içinde olması, sanatçıların da davasına daha içten sarılmasını, hizmet etmesini sağlayacaktır. Aynı şekilde aydın gençliği İKE aracılığıyla emekçilerle buluşturmak en önemli amaçlarımızdan biridir
İKE’nin en önemli işlevlerinden biri de kuşkusuz emekçilerin çok yönlü eğitimi olacaktır. Emekçilerin gerek sanatsal-kültürel faaliyetlerle, gerek başka eğitici hizmetlerle sınıf bilincini, sınıf kültürünü geliştirmeyi böylelikle sınıf mücadelesine daha aktif, bilinçli katılmasını hedefliyoruz

Hedeflerimiz çerçevesinde bugüne kadar yaptığımız faaliyetleri de dikkate alarak önümüzdeki dönemde şu etkinlikleri gerçekleştirmeyi planlıyoruz:

* Sanatın ayrıcalıklı, özel yetenek gerektiren, pahalı ve lüks bir faaliyet olması mantığına karşı, emekçilerin olağan etkinliği olması gerektiğinden yola çıkarak gerçekleştirdiğimiz çeşitli sanat dallarına ilişkin kurslara (tiyatro, halk oyunları, bağlama vb...) yenilerini de ekleyerek devam edeceğiz. Kursiyerlerimizden bağımsız gösteri toplulukları oluşturmak bir diğer hedefimizdir.

* İlerici-devrimci sanatçı ve toplulukların ürünlerini emekçilerle buluşturmaya, aynı zamanda sanatçıları emekçilerle kaynaştırmaya devam edeceğiz. Geçmiş dönemde gerçekleştirilen gösterilerin anlamlı sonuçlar yarattığı bilinmektedir.

* Ülke gündemine ve dünyadaki gelişmelere ilişkin sınıf tavrımızı, yaptığımız etkinliklerle, her fırsatta göstermeye devam edeceğiz.

* İşçilerin toplumsal yaşamda karşılaştıkları yakıcı sorunlar karşısında onları bilinçlendirmek ve çözümler üretmek amacıyla panel, toplantı, söyleşi vb. etkinlikler en temel faaliyetlerimizden biri olacaktır.

* Semtte yaşanan sorunları (altyapı, yoksulluk, yıkım vb..) tartışmak, ortak çözümler üretmek kaygımız daima canlı tutulacaktır. Bu çerçevede alandaki diğer kitle örgütleri ve kurumlarla ortak hareket etmek, onları da seferber etmek çabası içinde olacağız.

* Kapitalist sömürü çarkları altında emekçi kadın, cinsel kimliğinden dolayı çifte sömürüye ve baskıya maruz kalmaktadır. Kadın, daha düşük ücretlere mahkum edilir, eğitimsiz bırakılır, evin-ev işlerinin kölesi olur, erkek egemen zihniyetin baskılarına maruz kalır, geleneklerle çembere alınır, kimliksizleştirilir vb...

Bu uygulamalar ve zihniyete karşı emekçi kadının özgürleşmesi, kabuğunu kırması ve sınıf mücadelesinin bir parçası haline gelmesi için eğitici hizmetleri önümüze koymaktayız. Buna paralel olarak ev içine hapsedilip üretimin dışında bırakılan ev kadınlarını üretken kılacak bir takım kurs ve etkinlikleri de düşünüyoruz.

* Okuma-yazma oranının düşüklüğü çoğu kez bilinçlenmenin önünde en büyük engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu engeli aşmanın bir adımı olarak, öncelikle kadınlar olmak üzere okuma-yazma kursları başlatacağız..

* Okullarda çocuklara verilen eğitimin onların yaratıcılıklarını, üretkenliklerini geliştirmekten ziyade, ezberci, dar, kalıpçı olduğu biliniyor. Bundan yola çıkarak, onları okumaya ve üretmeye sevkedecek etkinlikler planlıyoruz.

İşçi ve emekçileri, eğitim hakkı elinden alınan gençleri, çifte baskı ve sömürü koşullarında yaşayan kadınları, kapitalizmin harabeye çevirdiği semtlerde yaşayan halkı birlikte üretmeye, birlikte hareket etmeye çağırıyoruz!

İnsanlık tarihi sınıf savaşımları tarihidir. Ve bu tarih içinde hep iki kültür, iki farklı anlayış çatışma halinde olmuş ve bugüne kadar bir şekilde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ezenle ezilen, sömürenle sömürülen, zenginle yoksul, zalimle mazlum arasındaki çatışmanın olağan sonucudur bu. Bu sınıfsal karşıtlıklar varolduğu sürece iki farklı kültür, iki farklı dünya özlemi ve istemi de varlığını sürdürecek, çatışma burada da sürecektir.

Sıfırdan başlamıyoruz. Koşullar ağır da olsa yalnız ve çaresiz değiliz. İnsanlığa miras kalan bütün değerler biz ezilen ve sömürülen sınıfların eseridir. Eyfel Kulesi de, dev Mısır piramitleri de emeğimizin ürünüdür. Birer şaheser olarak görülen binlerce yıllık çanak çömleklerin çamurunu biz kardık, sarayları da biz diktik. İlkel oklar, taş baltalar da bizim eserimizdir, savaş uçakları da. Tarlaları biz ekiyoruz, iğneden ipliğe herşeyi biz üretiyoruz. Ve buna rağmen aç kalıyor, ürettiğimiz ürünlere sahip olamıyor, şehrin kenar mahallelerinde izbe kulübelerde sefalet içinde bir yaşam sürüyoruz. Biz üretiyoruz onlar el koyuyor. Biz aç açıkta yaşıyoruz, onlar sefahat içinde har vurup harman savuruyor. Savaşı onlar çıkarıyor, cepheye biz sürülüp katlediliyoruz.

“Neden” diye sormaya başladığında, bil ki artık ne yalnızsındır ne de güçsüz ve çaresiz. “Artık yeter” dediğinde, gelecek senin hünerli ellerinde biçimlenmeye başlıyor demektir..

Tarihin derinliklerine kök salan bir geleneğimiz, yüz ağartıcı bir mirasımız var. Bizim verdiğimiz mücadelelerden başka bir tarih, bizim kuracağımızdan başka bir gelecek yoktur. İşçi sınıfının uluslararası alanda 150 yılı aşan mücadelesinde yarattığı değerlerin yanı sıra, ülkemizde de bugüne kadar yaratılan devrimci değerlere sahibiz. Anadolu toprakları Şeyh Bedrettin’den Pir Sultan’a, Nazım’dan Yılmaz Güney’e kadar nice devrimci, ilerici sanatçıyı, aydını çıkarmıştır bağrından.

İKE olarak ezilen ve sömürenlerin devrimci mirasına sahip çıkıyor ve bu miras üzerinden bir bayrak yükseltiyoruz. Yaratılan değerleri açığa çıkarmayı, toplumsallaştırmayı, işçi ve emekçilere ulaştırmayı ve yeniden üretmeyi hedefliyoruz. Sefaletimizin, insanca yaşam koşullarından yoksun bırakılmamızın sebebi onlarsa, çözüm biziz! Çözüm, bizdedir! Çözüm ellerimizin daha sıkı kenetlenmesinde, kolektif bilinç ve sorumlulukla hareket etmemizdedir.

Tüm işçi ve emekçileri birlikte üretmeye, geleceği yaratma mücadelesinde birlikte hareket etmeye, işçi evlerine sahip çıkmaya çağırıyoruz.

İşçi Kültür Evi Bülteni’nin
ilk sayısından (Ağustos 2002) alınmıştır...



“Ateşi çalmak”

Galina Serebryakova
(Çev. Nurşen Özkan, A. Rıza Dırık
Evrensel Basım Yayın, 4 ciltlik nehir roman)

Ateşi Çalmak, işçi sınıfının büyük öğretmeni Karl Marks ve döneminin belgesel romanı olarak değerlendirilmektedir. Galina Serebryakova, uzun sayılabilecek bir tarihsel dönemi tümüyle belgelere ve tanıklıklara dayanan bir romanla anlatmaya çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.

1930’ların ilk yılları, Fransa’nın Lyon kenti... Romanın birinci cildi Lyonlu dokuma işçilerinin yaşamını ve boğuşmak zorunda oldukları insanlık dışı çalışma koşullarını aktarır ilk önce. İşçi sınıfı henüz bir siyasal kimlikten yoksundur. Vahşi kapitalizm karşısında çaresizdir, sınırsız sömürüye ve yenilgilere mahkumdur.

Galina Serebryakova, işçi sınıfının bu durumunu Lyon dokumacılarının ayaklanması üzerinden anlatır. “Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek” şiarıyla ayaklanan dokumacılar Lyon’u ele geçirmişlerdir. Fakat sermayeye karşı nasıl savaşacaklarını, kazandıkları başarıyı nasıl güvenceye alacaklarını bilmemektedirler. Hatalar yapmaya başlarlar. Dokumacı ihtiyar Bouvri ayaklanmanın Fransa Kralı tarafından bastırılmasından hemen önceki günlerde işçilerin içine düştükleri umutsuzluğu, “Kral bize ihanet etti, Tanrı ise terketti” sözleriyle ifade eder.

Lyonlu dokumacılar çaresizlikle arayışı bir arada yaşamaktadır. Ayaklanmada ön saflarda savaşan Myonie, kendisi gibi işçi olan Johann Stock’a şu soruyu sormaktadır: “Ne zaman bir insan çıkacak, ne zaman işçilerin de bir öğretmeni olacak ve onlara nasıl savaşmaları gerektiğini öğretecek, kazandıkları durumlarda bile niye hala birer zavallı köle olarak yaşamak zorunda kaldıklarını anlatacak?” Her ikisi de henüz bu sorunun yanıtını bilmemektedir.

Buradan da anlaşılacağı gibi Lyonlu dokumacılara dair anlatılanlar aslında bütün bir romanın gerekçelendirilmesidir. Kapitalizmin bağrında şekillenmeye başlayan proletarya henüz kendi için sınıf olmanın, dolayısıyla burjuvaziye karşı iktidar mücadelesine girişmenin koşullarına kavuşmamıştır.

Bundan sonrası ise gerek Karl Marks’ın yaşamı, gerekse o dönemin siyasal gelişmeleri üzerinden proletaryanın iktidar mücadelesi için gerekli ideolojik, politik ve örgütsel araçların yaratılmasının öyküsüdür. Romana son noktan konulduğu zaman, artık işçi sınıfının bilimsel temellere oturtulmuş devrimci bir iktidar programı vardır.

Son 10 yıldır dizginlerinden boşanmışçasına yürütülen gerici propagandaya rağmen burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki sınıf savaşının giderek daha açık biçimler kazandığı, dolayısıyla işçi sınıfının devrimci ideolojisi Marksizm’in yeniden güncelleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Öyle ki en aşağılık burjuva yazarları bile kapitalizmin bugünkü gidişatının Marks’ın söylediklerini tekrar tekrar doğruladığını itiraf etmek zorunda kalıyorlar.

Dünyanın her yanında işçi ve emekçiler, ezilen halklar kapitalizmin kan emici, sömürücü gerçek yüzünü daha açık bir şekilde görüyorlar. Kapitalizme karşı tepki ve mücadele yaygınlaşıyor ve olgunlaşıyor. Marksizm’i işçi ve emekçilerin gündemine yeniden ve dün olduğundan daha ısrarlı bir şekilde sokmak tam da bundan dolayı büyük önem taşıyor. Elbette devrimciler ve öncü işçiler için aslolan Marksizm’in bilimsel özünü ve devrimci yöntemini kavramak, sermayeye karşı mücadelede bu etkili silahtan en iyi şekilde yararlanmaktır. Fakat Marks’ın ve Marksizm’in unutturulmaya çalışıldığı bir dönem henüz yeni yeni aşılıyorsa, Ateşi Çalmak gibi bir romanın Marks’ı devrimcilere ve öncü işçilere tanıtmak açısından oynayabileceği rolün önemi de tartışılamz.

İşçi Kültür Evi Bülteninin
ilk sayısından (Ağustos 2002) alınmıştır...