17 Ağustos '02
Sayı: 32 (72)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye sınıfının seçimlere, işçi sınıfı ve emekçilerin devrime ihtiyacı var!
  Düzen siyasetinde çöküntüden çıkış çabaları ve Kemal Derviş...
  17 Ağustos depreminin yıldönümü...
  Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!
  Yeni iş yasasına karşı zorlu ve solukla bir mücadeleyi bugünden hazırlamalıyız!..
  KESK yönetiminin İstanbul yürüyüşü...
  "Iraklı muhalifler" çetesi Washington'da...
  Paşabahçe direnişinin gösterdikleri
  Enerji sektöründe yağma düzeni
  "Herşey eskisi gibi..."
  Emperyalist savaşa karşı devrimci direniş hattını örelim!
  Yeni dönem ve gençlik çalışması
  Ek niyet mektubu...
   Yeniden ayağa kalkışa, yeniden 15 Ağustos atılımına ihtiyaç var!
   ABD emperyalizminin "arka bahçesi" Latin Amerika kaynıyor!
   Marksist ideolojinin sanattaki yaratıcısı!
   Kolombiya'da sıkıyönetim!..
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   Fatma Bilgin ÖO direnişinde yaşamını yitiren 93. kişi oldu
   İngiltere Bush'un paspası olmasın
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı Cemal Gökçe ile17 Ağustos depremi üzerine konuştuk:

“Herşey eskisi gibi...”

- Depremin üzerinden üç yıl geçti. Türkiye’de konu ile ilgili neler yapılıyor ve yapıyorsunuz? Deprem bölgesinde yeni yapılan konutlar yeterli ve sağlıklı mı?

Cemal Gökçe: 17 Ağustos depreminin üzerinden üç yıl geçti. 12 Kasım da üçüncü yılına yaklaşıyor. Bölgenin ve kentimizin yapılaşması çerçevesinde deprem güvenliği olmayan %90 oranındaki yapı stoku ile karşı karşıyayız. Zaten bu yapı stoku yaşamış olduğumuz Körfez depreminde ve Düzce depreminde, deprem güvenliği çerçevesinde kendisini belli etti. Dolayısıyla bu yapıların güçlendirilerek deprem güvenliği olan yapılara dönüştürülmesi gerekir.

Bu noktada da iki konu çıkıyor karşımıza. Birincisi, mevcut yapıların durumlarını nasıl belirteceğiz? İkincisi, deprem güvenliği olmayan yapıların deprem güvenliğini nasıl sağlayacağız? Bu iki konu temel önemde. Dolayısıyla bu noktada yapılacak çalışma, envanter çalışma ve mühendislik çalışması. Bu daha çok inşaat mühendislerini ve mühendis mimarları, diğer teknik arkadaşlarımızı ve meslektaşlarımızı ilgilendiren bir konu. Bunu biz yaparız.

Üzülerek söylememiz gerekir ki, işin en zor yanı olmasına rağmen, 1992 Erzincan, 1995 Dinar, 1998 Adana, 1999’daki Körfez ve Düzce depremlerini ülkemizin mühendisleri, akademisyenleri bir laboratuar gibi kullandılar demek mümkün. Hasar gören yapılar neden hasar gördüler, hasar görmeyen yapılar neden hasar görmediler? Bunu gerek bütünlüklü yapı, gerekse yapıdaki elemanlar çerçevesinde değerlendirdiler. Dünyadaki yapıların güçlendirilmesine yönelik herhangi bir şartname yok. Hasar gören ve görmeyen yapıların iyi değerlendirilmesi, analiz edilmesi sonucu, bugün deprem güvenliği olmayan yapıların deprem güvenlikli hale getirilmesi mümkün.

İki önemli konu daha var burada. Birincisi hukuksal alt yapının giderilmesi, ikincisi kaynak sorunu. Bu ikili sorun birlikte ele alınıp sonuçlandırılmadığı sürece, üç yıllık bir süre geçmesine karşın kenti ve bölgeyi depreme hazırladığımız söylenemez.

Bir diğer konu, 1992 Erzincan depremiyle gündeme gelen ve 17 Ağustos’tan bu yana TBMM’nin önünde bekleyen mevcut İmar Yasası’nın değiştirilmesi sorunuydu. İmar yasa tasarısının değiştirilmesi konusunda çalışmalar yapıldı. Ankara’da ODTÜ’deki hocalar tarafından yapılan, bizim ve diğer meslek odalarının büyük katkılar sağladığı çalışma önemli bir çalışmadır. ‘99 depreminden bir hafta önce veya sonra bu çalışma meclise verildi. Üç yıldan bu yana bu ülkenin imar hareketlerini daha çağdaş ve daha bilimsel ölçekte organize edecek, sağlıklı yapılaşmayı ortaya çıkaracak bu yasa tasarısı, bugüne kadar TBMM’nin gündemine girmedi ve gelmedi. Bu yönde yapılan çalışmalar sığ kaldı. Dolayısıyla eski alışkanlıklar ve eski anlayışlarla mevcut yapılaşma devam etti.

Türkiye’de yapılmış olan tüm hizmetlerin şeffaf olmaması, en büyük problemlerden birisi. Gerek kalıcı konutların gerek kalıcı olmayan deprem konutlarının ihalelerinin, ihale öncesi yapılan projelerin şeffaf olmaması belli problemler yarattı. En azından konunun spekülasyona açık olmasına yolaçtı. Yapılması gereken şuydu; öncelikle merkezi hükümet, merkezi yetkililerden başlamak kaydıyla yerel yönetimler çerçevesinde bütünlüklü bir imar planının oluşturulmasını sağlamak yoluna gitmeliydi. Bu noktada yer seçimi kararlarının, ilçe ve bölge yapı planlarının birlikte yapılması, daha modern, daha çağdaş ve daha bilimsel çerçeveye oturtulması daha doğruydu.

Gördük ki bu süreçler izlenemedi. Aradan üç yıl geçmiş olmasına rağmen konutlarını kaybeden insanlarımızın sayısı kalıcı konutlardan çok daha fazla. Yani birçok yurttaşımız hala kalıcı konuttan yoksun. Deprem bölgesinde kendisine yeni konut yapılacağı taahhüt edilen herkese bu olanak sağlanabilmiş değil. Halen inşaatı devam eden ve etmeyen birçok yapı var. Bu üç yılı bu çerçevede önemsemek gerekir. Yeterince değerlendirilmediğini söylemek isterim.

- Herhangi bir altyapı çalışması yapılmadan bir rant kapısı olarak gündeme getirilen zorunlu deprem sigortası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cemal Gökçe: Sigorta konusu çözülemedi. Türkiye’deki sigortacıları sigorta edecek güçlü sigorta ayağı olan kurum için gerekli altyapı çalışması yapılamadı. Sorun yasal bir çerçeveye de kavuşturulamadı. Zorunlu deprem sigortası sorunu gelecekte karşılaşılacak bir afet durumunda devletin sorumluluğunu azaltmak, kişilere aktarmak çerçevesinde gündeme geldi... Yapılan çalışmalar deprem anı ve sonrası çalışmalarıdır. Deprem zararlarını asgariye indirmek, azaltmak çalışması, deprem öncesi yapacağın güçlendirme çalışmasıyla bağlantılıdır. Deprem güvenliği olmayan yapılara ne kadar çok müdahale ederseniz deprem sonrası yaşayacağınız zarar da o kadar az olacaktır. Bu çerçevede ciddi bir altyapı, yasal mühendislik ve sigorta çerçevesi kurulamadı.

- Depremden sonra “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deniliyordu. Sizin de söylediklerinizle birlikte herşeyin “eskisi gibi” olduğu görülüyor. Sizce neden değişmedi?

Cemal Gökçe: Kentte yaşayan sivil toplum örgütleri, sivil inisiyatifler bunu çok dillendirdiler, çok söylediler. Bu bir temenniydi. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması gerektiği söylendi. Böylesi bir nitelik sıçraması yapmak ancak mevcut alışkanlıklarımızda ciddi bir değişiklik yapmakla mümkündü. Açıktır ki yılların oluşturmuş olduğu çarpık kültür, yanlış bilgi ve bilgilenme, yapı alanında da ortaya çıkmıştı. Alışkanlıkların kısa zamanda değiştirilmesi çok mümkün değildi.

Bunu söyleyenler, en azından bir siyasi irade, bu yaşananları da dikkate alarak, topraklarının büyük bir kısmı deprem riski taşıyan bir ülkede en azından yapılaşma çerçevesinde deprem güvenliği olmayan yapıları ortaya çıkararak, kaçak ve çarpık yapılaşmadan, anlayıştan uzak dururlar. Çıkarılacak yasalarda uzman kuruluşlara sorumluluk verirler, yetkilendirirler. Ancak böylesine radikal yasal değişiklikler ciddi nitelik değişikliğine neden olabilirdi. Fakat hukuksal çerçevede yasal düzenlemelerin yapılmaması, yetki ve sorumlulukların paylaşılamaması, bu noktada birçok siyasi inisiyatiflerin geçmişten gelen alışkanlıklarla, herşeyi ben bilirim anlayışıyla yeni yasal düzenlemeleri de kendi anlayışları doğrultusunda yapmaları, herşeyin eskisi gibi olması ve sürmesi sonucunu yarattı.

Maalesef bugün hala herşey eskisi gibi...