Devrimci gerilla hareketine karşı kapsamlı bir saldırının ilk adımları atılıyor...
Kolombiyada sıkıyönetim!.. 7 Ağustos Çarşamba gecesi Bogotada parlamento binasında 600 seçkin katılımcı eşliğinde Kolombiyanın yeni başkanı Uribe yemin ederek görevine başladı. Yeni başkan konuşmasında, devrimci FARC gerillaları ile BM eşliğinde diyaloğa hazır olduğunu, hatta bir halk oylamasıyla gerilla sözcülerinin parlamentoya bile alınacağı yönlü laflar etti. Böylece yoksulluğun pençesinde kıvranan, büyük toprak sahipleri ve kapitalist işletmelerin beslemesi paramiliter birliklerin kanlı saldırıları ile bunalan Kolombiya halkının sözde gönlünü almayı umuyordu. Gerillalar ise bu ikiyüzlü aldatıcı sözleri fazla kaale almayarak başkent Bogotada bir dizi bombalı saldırı ile faşist eğilimli yeni başkanın tantanalı yemin törenini selamladılar. Nitekim Uribenin sözü ve eylemi arasındaki uçurum çok geçmeden kendini gösterdi. Uribein seçim zaferi, gerçekte FARC gerillalarına karşı daha sert saldırıların başlatılacağını işaretliyordu. Uribe, kendi söylemiyle, gündeme getireceği kapsamlı saldırı siyaseti ile gerillayı barışa zorlamayı hedefliyordu. Uribe yeminin ardından askeri giderler için ayrılan miktarı iki kat artırdığını, orduyu 240 binden 400 bine çıkaracağını, orduya polisin işlerini de üstlenebilme yetkisini vereceğini açıkladı. Ordunun ülkenin kuzeyinde yıllardır gerillaya destek veren halka karşı kullanılan faşist paramiliter gruplarla da omuz omuza vereceği düşünülürse, halkı bekleyen tehlikenin boyutları kolaylıkla anlaşılabilir. Hükümetin gerillaya karşı sürdürdüğünü söylediği bu savaşın asıl hedefinin gerillanın bağrından doğup yetiştiği Kolombiya halkı olduğunu söylemeye gerek bile yok. Uribe sermayenin ve Amerikan emperyalistlerinin gözüne girmek için kendisinden beklenenleri bir an önce yerine getirmede hiç vakit kaybetmedi. 12 Ağustos günü tüm ülkede 90 gün geçerli olmak üzere sıkıyönetim ilan etti. Sıkıyönetim iki kez daha uzatılabiliyor. Ardından Adalet Bakanı polise yeni 100 bin kişinin alındığını ve 6 bin yedeğin de askere çağrıldığını açıkladı. Başbakan ise sivillere (!) de 100 bin kişilik muhbirlik ağı için çağrı yaptı. 100 bin kişilik silahlı milis oluşturma fikrinden ise yabancı insan hakları örgütlerinin yoğun basıncı altında vazgeçmek zorunda kaldı.. Gerillaya karşı sürdürülecek savaş devlete yıllık 1 milyar dolara malolacak, savaşın maddi yükü ise yine emekçilere ödettirilecek. Bunun için de yeni başkan halktan alınan vergileri %1,2 artırdığını açıkladı. Kolombiyada yaşanan bu durum Amerikan emperyalistlerine de rahat bir nefes aldırtıyor. Onların basıncı ve askeri yardımları ile son aylarda FARC gerillaları ile sürdürülen ateşkes görüşmeleri kesilmiş ve gerillalara karşı savaş tırmandırılmıştı. Amerikan emperyalistleri özellikle Ortadoğuda başlayacak olan yeni bir savaş öncesinde kendi arka bahçesindeki bu ülkeyi düzene sokmalıydı. Bu çerçevede eski başbakan Pastrana döneminde ekonomiyi uzun süreli savaşa hazırlattı. Bunun için kamu giderleri azaltıldı. Kamu işletmelerinde özelleştirilmeler ve sosyal hakların kısıtlanması korkunç boyutlara ulaştı. Kolombiyada uluslararası alanda emperyalistlerin büyük desteğini kazanmaya çalışan ve gerillayı parçalamak çabalarını sürdüren Kolombiya devleti ile 15 bin kişilik orduya sahip FARC gerillaları arasındaki savaş yıllardır sürüyor. Siyasi çözüm için defalarca masaya oturulmuş ve anlaşmaya varılamamıştı. Henüz her iki taraf da silahlarını ellerinden bırakmış değiller. Ve Kolombiyada dengeler halen bozulmuş değil. Gerillaların devlet ile siyasi çözümde anlaşarak silahlarını teslim etmesi dengeyi düzen lehine bozacak ama bu Kolombiya halkına asla barış getirmeyecektir. Aksine devlet, gerilla hareketi silahlarını teslim ettiği andan itibaren verdiği vaatleri tutmayacağı gibi, geriye dönük intikamcı bir çizgi izleyecektir. Kolombiya işçi ve emekçilerine onların öncülerine karşı barbarlığını daha pervasızca sürdürecektir. Latin Amerikanın yakın dönem siyasal çözüm deneyimleri bunun henüz çok sıcak örnekleridir. El Salvadordan Guetemalaya kadar...
Amerikada liman işçileri Amerikan hükümeti 11 Eylülden bu yana milli güvenliği sağlamak bahanesi ile işçi ve emekçilere, onların kazanılan haklarına karşı saldırılarını yoğunlaştırarak sürdürüyor, her türlü hak arama mücadelesini bastırıyor. İşçilerin grev silahını kullanma girişimlerinin Amerikanın "ulasal güvenliği için tehlike" teşkil ettiği yönlü açıklamalar ise sendikaları endişelendiriyor. Önümüzdeki süreçte Liman İşçileri Sendikasının da TİS görüşmeleri başlayacak. Özellikle Trans-pasifik ticaretine bağımlı olan büyük tekellerden bazıları, TİS görüşmelerinden çok önce biraraya gelerek Bushtan yardım talep ettiler. Washington buna karşı hükümet danışmanları ile birlikte bir çalışma grubu oluşturdu. Tekellerin hizmetindeki medya ise liman işçilerine karşı ekonomiyi zor duruma sokmamaları yönlü proganda saldırısı başlattı. Uluslararası Liman ve Yükleme İşçileri Sendikası (İLWU) ile Pasifik Maritime Association (DMA) adı altında birleşen sermaye grupları arasında süren görüşmelerde şu an ücret artışı değil, aksine lojistik yükleme boşaltlmalarla iligili meslek gruplarının da İLWUya ait olup olmamaları üzerine tartışılıyor. İLWU yükleri limanlara getiren götüren kamyon şöförleri ve yük gemilerinin rotasını izleyen çalışanların da kendilerine üye olmasını savunuyor. Yeni yapılanmayla oldukça üye kaybetmiş sendikaların buna ihtiyacı da var. Sermaye birliği DMA ise buna karşı çıkıyor. ILWU, 1934te yaşanan genel grevde, tüm limanlar için geçerli olan bir sözleşmeyi kabul ettirmişti. Bu sözleşmeye göre, sendikalar tüm limanlarda aynı anda işçileri greve götürebilir. Ama hükümetin müdahalesi durumunda bu mümkün olmuyor. Gemiler grev yapılan limandan başka limana nakledilebilir ve orada boşaltma yükleme gerçekleşebilir. Savaş durumunda ise bizzat ABD savaş donanması bunu üstlenebilir. Amerikanın batı sahillerinde çalışan liman işçilerinin en son grevi 30 yıl önce yaşanmıştı. 1971 yılında gerçekleşen bu büyük grev sahillerde yaşanan yeni bir sürece karşı bir tepkinin dışa vuruşuydu. Bu süreçte gemilerin yükleme ve boşaltma işlemleriyle ilgili yeni teknolojik gelişmeler uygulanmaya konulmuştu. Bu teknolojik gelişmelerin sonuçları işçiler için çok ağır oldu. Bu süreçte her 10 liman işçisinden 9u işini kaybetti. Sayıları toplam 100 bin olan liman işçisinin sayısı bugün 10 bin 500dür. Son dönemlerde yaşanan yeni teknolojik gelişmeler ile de limanlarda çalışma tümden otomotikleşecek. Rotterdam ve Singapurda olduğu gibi Amerikanın batı sahillerinde de, limandan çok uzaktaki uzmanlar, bilgisayar ekranlarının önünde limandaki yükleme işlemini kontrol edebilecek. Ve böylece liman işçileri gereksizleşecek. Sendikalar bu durumun yeniden binlerce işçinin sokağa atılmasını beraberinde getireceğini biliyorlar. Liman işçilerine destek Amerikan Sendikalar Birliği AFL-CİOden geliyor. Sendikalar Birliği daha şimdiden liman işçileriyle dayanışma için bir çalışma grubu oluşturdu. Hükümetin güvenlik tehlikesi gördüğü grevleri engellemesi bu yılki TİS görüşmelerini zora sokabilir. Ama yine de Amerikanın batı kıyılarında havada grev kokusu var. |
|||||