17 Ağustos '02
Sayı: 32 (72)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye sınıfının seçimlere, işçi sınıfı ve emekçilerin devrime ihtiyacı var!
  Düzen siyasetinde çöküntüden çıkış çabaları ve Kemal Derviş...
  17 Ağustos depreminin yıldönümü...
  Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!
  Yeni iş yasasına karşı zorlu ve solukla bir mücadeleyi bugünden hazırlamalıyız!..
  KESK yönetiminin İstanbul yürüyüşü...
  "Iraklı muhalifler" çetesi Washington'da...
  Paşabahçe direnişinin gösterdikleri
  Enerji sektöründe yağma düzeni
  "Herşey eskisi gibi..."
  Emperyalist savaşa karşı devrimci direniş hattını örelim!
  Yeni dönem ve gençlik çalışması
  Ek niyet mektubu...
   Yeniden ayağa kalkışa, yeniden 15 Ağustos atılımına ihtiyaç var!
   ABD emperyalizminin "arka bahçesi" Latin Amerika kaynıyor!
   Marksist ideolojinin sanattaki yaratıcısı!
   Kolombiya'da sıkıyönetim!..
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   Fatma Bilgin ÖO direnişinde yaşamını yitiren 93. kişi oldu
   İngiltere Bush'un paspası olmasın
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
17 Ağustos depreminin yıldönümü...

Bitmeyen acılar ve
dinmeyen öfkeyle geçen 3 yıl

17 Ağustos 1999 depreminin ardından üç yıl geçti. Aradan geçen üç yıla rağmen bölge halkı hala depremin yolaçtığı sorunlarla boğuşuyor.

Deprem sonrasında bölgeye yurtiçinden ve yurtdışından milyarlarca dolar para yardımı yapılmıştı. Ancak diğer bütün devlet harcamalarında olduğu gibi bu yardımların ne kadarının deprem bölgesi için harcandığı da belli değil. Şu ana kadar deprem bölgesine yapılan harcamaların (konut, altyapı vb.) 4 milyar dolar civarında olduğu söyleniyor. Ancak toplanan yardım ve vergilerin ne kadar olduğu bir sır gibi gizleniyor.

Bilindiği gibi deprem bölgesinde konut ve altyapı inşaatları ihale yolu ile özel şirketlere yaptırıldı. İhalelerde ne tür dolaplar döndüğünün ayrıntıları fazla bilinmese de, sermaye gruplarının buralardan büyük vurgunlar vurduğu açık. İhalelerin birçoğu bizzat bakanlar tarafından kendi partilerinden müteahhitlere ya da akrabalarına yüksek fiyatlarla verildi. Büyük paralar ödenmesine karşılık yapılan binalar, döşenen kanalizasyonlar vb. daha üzerinden bir yıl bile geçmeden harabeye dönecek şekilde ucuz malzemeden yapılmıştı.

Bu büyük yıkım sonrasında deprem bölgesine yine en anlamlı yardımlar emekçilerden gelmişti. Devlet ise herkesin bildiği üzere enkazın altında kalmıştı. Yardımlar ‘bir türlü’ zamanında ulaşmıyor, bir çok yere yardım bile götürülmüyordu. Yöre halkı adeta kendi ‘kaderine’ terk edilmişti. Deprem sonrası yaptıkları açıklamalarda devlet yetkilileri ‘bundan ders çıkardık’ demişlerdi.

Kısa bir süre sonra Düzce depreminde de yine aynı sahneler tekrarlandı. Yardım gitmedi, geç gitti, az gitti. Burada da emekçi halk kendi ‘kaderi’ ile başbaşa bırakıldı. Daha sonra yine ülkenin değişik yörelerinde deprem ve sel gibi afetlerle karşı karşıya kalındı. Değişen sadece zamandı. Üstelik bu sefer oradaki ölümlerden çok arsızca deprem sigortası ve bu yolla sağlanacak rantlar konuşuldu.

Depremin üzerinden 3 yıl geçti. Ve hala 17 Ağustos’ta yıkılan 59 bin konutun yarısı yeniden yapılmayı bekliyor. Yapılan konutların ise depreme ne kadar dayanıklı olduğu tartışmalıdır. İnşaat Mühendisleri Odası da yaptığı açıklamada yer seçiminden, konutların planına kadar yapılan işlerin gözlerden uzak olduğuna değinerek, devletin kendi bildiğini okuduğunu söylemiştir. Sermaye devleti vatandaşa, depreme karşı alınacak en önemli önlem olarak masanın ve kirişin altına girmeyi ve sermayeye bir rant kapısı olan zorunlu deprem sigortasını yaptırmayı önermekten öteye gidememiştir.

3 yıl önce bölge halkını kendi acılarıyla başbaşa bırakan devlet yetkilileri şimdi de arsızca artık anma törenlerinin gereksiz olduğunu, acıları hatırlamamak için yapılmaması gerektiğini ve bu yıl yapılmayacağını söylüyorlar. Buna karşı deprem sonrası dayanışma amacı ile kurulan yöre dernekleri ve diğer deprem mağdurları; “Hatırlamak için anmaların veya başka programların yapılmasına gerek yok, zira yaralar hala sarılamamıştır ve biz o günü yaralarımız sarılamadığı için hala hatırlıyoruz ve anma programımızı yapacağız” dediler. Ve deprem sonrasında olduğu gibi halk anma programlarında da yalnız bırakıldı.

3 yıl boyunca yaşananlar emekçi halka devletin kimin çıkarları için hareket ettiğini göstermiştir. Tüm siyasi partilere karşı bir tepki ve güvensizlik söz konusudur. Bunu söyleyenler de bizzat basındaki burjuva kalemlerdir. Milliyet gazetesi yazarlarının seçim turunun İzmit durağından yansıttıkları izlenimler pek çok bakımdan kayda değerdir. İzmit’te gözlemde bulunan ve seçimi yoklayan bir yazar “Etrafımı komünistler sardı”, “İzmit’te öfkeli, tepkili, işsiz, mutsuz, umutsuz, burnundan soluyan bir kalabalık’ diyerek başlıyor yazısına. Burjuva bir yazar bile ancak böyle yazabilmiştir İzmit izlenimlerini.

Devlete ve düzene karşı tepkinin bu şekilde, üzücü bir yıkım sonrasında oluşmasını istememekle beraber, bunu doğru bir kanala akıtmak gibi bir görevle karşı karşıya olduğumuzu bilmeliyiz.