17 Ağustos '02
Sayı: 32 (72)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye sınıfının seçimlere, işçi sınıfı ve emekçilerin devrime ihtiyacı var!
  Düzen siyasetinde çöküntüden çıkış çabaları ve Kemal Derviş...
  17 Ağustos depreminin yıldönümü...
  Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!
  Yeni iş yasasına karşı zorlu ve solukla bir mücadeleyi bugünden hazırlamalıyız!..
  KESK yönetiminin İstanbul yürüyüşü...
  "Iraklı muhalifler" çetesi Washington'da...
  Paşabahçe direnişinin gösterdikleri
  Enerji sektöründe yağma düzeni
  "Herşey eskisi gibi..."
  Emperyalist savaşa karşı devrimci direniş hattını örelim!
  Yeni dönem ve gençlik çalışması
  Ek niyet mektubu...
   Yeniden ayağa kalkışa, yeniden 15 Ağustos atılımına ihtiyaç var!
   ABD emperyalizminin "arka bahçesi" Latin Amerika kaynıyor!
   Marksist ideolojinin sanattaki yaratıcısı!
   Kolombiya'da sıkıyönetim!..
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   Fatma Bilgin ÖO direnişinde yaşamını yitiren 93. kişi oldu
   İngiltere Bush'un paspası olmasın
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İşi hiçbir biçimde korumayan iş güvencesi yasası çıktı...
Güvenceyi tümüyle ortadan kaldıracak iş yasası yolda...

Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!

Yaşar Okuyan’ın istifasına yol açtığı için, basında, bakan yiyen yasa olarak yansıtılan iş güvencesi yasası, 2003 Mart’ından itibaren uygulanmak üzere çıkarıldı. İki yıldır mecliste sürünen (TİSK Başkanı Refik Baydur’un ifadesiyle, kendi gayretleriyle bekletilen) yasanın kabul edilmesiyle ilgili bir başka şart da, bekletileceği bu süre içinde iş yasasının çıkarılması. İşçi sendikalarının “sıkı pazarlık” sonucu bu iki şartı kabul etmesi üzerine kabul edildi ilgili yasa.

Üzerinde bu derece gürültü koparıldığına göre, yasanın ciddi ciddi iş güvencesi sağlayacağı düşünülebilir. Oysa alakası yok. Sermaye örgütlerinin işi böylesine büyütmesi, yasanın işçilere yeni haklar tanımasından kaynaklanmıyor. Tüm işçi haklarını büyük bir rahatlıkla çiğneyebildikleri bir ortamda kimi hakların yasal güvenceye alınmaya çalışılmasına bozuluyorlar. Gerçi, sendikal örgütlenme başta olmak üzere çiğnedikleri pek çok hak da güya yasaların güvencesindedir. Ancak icraat hiç de yasalarda yazıldığı şekilde olmuyor. Tam tersine, sendikalaşmayı önlemek için işçi çıkararak yasaları ihlal eden sermayedara dokunulmadığı gibi, sendikalaşma yasal hakkını kullanmakta ısrar eden işçiler kovuşturmaya, devlet terörüne, hatta tutuklamaya kadar varan gözdağı ve baskılara maruz kalıyorlar.

Şimdi sözde işgüvencesi sağlayan bu yasanın yürütmesi farklı mı olacaktır? Artık ilgili yasaya aykırı davranan kapitalistler kovuşturulacak, cezalandırılacak mıdır? Hiç kuşku yok ki böyle olmayacak. İşler yine eskisi gibi yürüyecek, kapitalistler her koşulda haklı çıkmaya ve çıkarılmaya devam edecek. Ancak onlar bu fiili ayrıcalıkla yetinemeyecek kadar hırslı ve aç gözlüdür. Yaptıkları her haksız uygulamanın yasal olarak da güvenceye alınmasını istiyorlar. İşte, işgüvencesi yasasının uygulama şartı olarak kabul edilen yeni iş yasası da onların bu taleplerini karşılayacak.

İşçi sendikalarının da birer temsilcisinin bulunduğu sözde “bilim kurulu”na hazırlatılan yeni iş yasası tasarısında yok yok. Ancak bizi bu yazı kapsamında ilgilendiren maddeler, işgüvencesi yasa tasarısını tümüyle boşa çıkaracak içerikte olanlar. Yani, sendikaların uzlaştığı biçimde, 2003 Mart’ında yeni iş yasası ile birlikte yürürlüğe girecek olan iş güvencesi yasasının hiçbir işlevi olmayacak. Denilebilir ki, iş güvencesi yasasının tek amacı yeni iş yasasının yolunu açmaktı, açtı ve işi bitti. Eğer bu tasarı yasalaşmamış olsaydı, yeni iş yasasına karşı işçi muhalefetini önlemek sendikalar açısından zor olabilirdi. Halbuki iş güvencesinin de yasalaşmış olması, sendikaları işçileri oyalamanın daha fazla imkanına kavuşturmuş oldu. Şimdi işçinin tepkisini, iş yasasındaki olumsuzlukların iş güvencesi yasasıyla telafi edileceği ylanıyla savuşturabilirler. Ancak gerçek bunun tam tersidir. İş güvencesi yasasındaki kimi koruma tedbirleri yeni iş yasasının tümü tarafından boşa çıkarılabilecektir.

İlk maddeden başlayalım: İş güvencesi yasasının 1. maddesiyle tarım ve denizcilik işleri yasa kapsamına alınırken, iş yasası tasarısının 4. maddesiyle kapsam dışına çıkarılmaktadır. Hatta tasarı bunlarla da sınırlı kalmayarak, gazetecileri, sporcuları, ev işlerinde çalışanları vb.’ni de kapsam dışı bırakmaktadır.

İş güvencesi yasasının 2. maddesiyle, 1475 sayılı iş yasasının 13. maddesinde değişiklikler yapılarak, iş akdinin fesih koşulları düzenlenmekte, feshin geçerli bir sebebe dayandırılması şart koşulmakta, aksi davranışlar tazminata bağlanmaktadır. İş yasası tasarısının sözleşme türünü belirleme serbestisi getiren 10. maddesi, işverene çağrı üzerine çalıştırma hakkı tanıyan 15. maddesi, deneme süreli sözleşme hakkı tanıyan 16. maddesi, derhal fesih hakkı tanıyan 27. maddesi ve toplu işten çıkarma hakkı tanıyan 31. maddesi ise, iş güvencesi yasasının fesih şartlarını daha baştan geçersiz kılmaktadır.

Tasarının 27. maddesine göre devlet;

“I - Sağlık sebepleri:

a) İşçinin kendi kastından veya derli toplu olmayan yaşayışından yahut içkiye düşkünlüğünden doğacak bir hastalığa veya sakatlığa uğraması halinde, bu sebeple doğacak devamsızlığın ardı ardına üç iş günü veya bir ayda beş iş gününden fazla sürmesi.

b) İşçinin bulaşıcı veya işi ile bağdaşmayacak derecede tiksinti verici bir hastalığa tutulduğunun anlaşılması.”

III - Zorlayıcı sebepler:
İşçiyi işyerinde bir haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin ortaya çıkması.

IV- İşçinin gözaltına alınması veya tutuklanması halinde devamsızlığın 18’inci maddedeki bildirim süresini aşması” , “haklı nedenle derhal fesih hakkı” gerektiren durumlardan saymaktadır.

Tüm bunları dışta tuttuğumuz taktirde dahi, tek başına yeni iş yasası tasarısı ile iş yaşamına hakim kılınacak olan esneklik bile iş güvencesini tamamen ortadan kaldırmaya yeterli bir ortam sağlayacaktır. İşin yerini, zamanını, ücretini tümüyle kendi ihtiyaçlarına göre belirleme hakkına sahip bir kapitalist, işçiyi ihtiyaç duydukça çağırıp çalıştırabilecek, çalıştırdığı kadar ödeyecek, gerekmedikçe çağırmayacak olduktan sonra; yani, işçiyle sürekli bir iş sözleşmesi olmadığı taktirde niçin işten çıkarmakla uğraşsın ki? Olsa olsa, örgütlenme ve mücadele etme niyet ve tutumlarının görüldüğü yerde ve bu kişilere karşı uygulanacak bir yaptırım olarak devreye girecektir işten çıkarmalar.

Zaten yasalar da (hem meclisten geçmiş bulunan iş güvencesi yasası, hem tasarı halindeki yeni iş yasası) bu ve benzeri durumlar için gerekli önlemleri almış bulunmaktadır. İş güvencesi yasasının 24., iş yasası tasarısının 31. maddeleri ile tanınan toplu işten çıkarma hakkı ve tanımlanan gerekçelerle, işverenlerin, her ihtiyaç duyduklarında toplu işten çıkarmaya gitme yolu açılmaktadır. Her iki yasada da hemen hemen birbirinin aynı ifadelerle, “İşveren, ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri ve işin gerekleri sonucu topluca veya bir ay içinde toplam en az on işçinin iş akdini feshetmek istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika temsilcilerine veya işçi temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumu’na bildirir.” denilmektedir. İki metin arasındaki tek fark, iş güvencesi yasasından aldığımı parçadaki altı çizili bölümün, iş yasası tasarısında “toplu işçi çıkarmak istediğinde” şeklinde kısaltılmasından ibarettir. Bu ifadede, “ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri” olarak tanımlanan gerekçelerin bulunması işverenler için hiç de zor olmasa gerek. Yasanın kapitaliste getirdiği tek yaptırım, kararın 30 gün önceden yazı ile bildirilme zorunluluğudur.

Görülebileceği gibi, sadece bu toplu işten çıkarma hakkı bile, iş güvencesine dair her şeyi silip süpürmeye yetmektedir. Bu anlamda, aslında iş güvencesi yasasının kendi kendini imha özelliğine sahip olduğunu, güvence getirmekten çok götürdüğünü belirtmekte yarar var.

Yaklaşan metal ve tekstil TİS’leri öncesi işçileri işten atılma korkusu sardığı iddiasını (her ne kadar burjuva basın bu iddiayı yasanın yukarıda belirtilen özelliğine atfetmese de) bir nevi sınıf içgüdüsüne bağlamak mümkün. Kaldı ki, tasarının mecliste süründüğü iki yıl boyunca sınıf içinde yürütülen tartışmalarla yasa hakkında belirli bir bilinç de edinilmiş durumdadır.

Sonuçta, her vesileyle tekrarladığımız gibi yasa her şey değildir. Sınıflar mücadelesinde asıl belirleyici olan sokaklarda-meydanlarda ortaya konulabilen güçtür. Kaldı ki, iş güvencesi yasası için şart koşulan yeni iş yasası da henüz çıkarılmış değildir. İşçi sınıfı gerek bu yasanın çıkarılmasını engellemek, gerekse de kendine yönelik fiili saldırıları (İMF-TÜSİAD yıkım programlarını) durdurmak için örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmek zorundadır. Hak kazanmanın ve kazanılmış hakları korumanın sınıf mücadelesi dışında bir yolu yoktur.