17 Ağustos '02
Sayı: 32 (72)


  Kızıl Bayrak'tan
  Sermaye sınıfının seçimlere, işçi sınıfı ve emekçilerin devrime ihtiyacı var!
  Düzen siyasetinde çöküntüden çıkış çabaları ve Kemal Derviş...
  17 Ağustos depreminin yıldönümü...
  Saldırı yasalarına karşı örgütlü mücadeleye!
  Yeni iş yasasına karşı zorlu ve solukla bir mücadeleyi bugünden hazırlamalıyız!..
  KESK yönetiminin İstanbul yürüyüşü...
  "Iraklı muhalifler" çetesi Washington'da...
  Paşabahçe direnişinin gösterdikleri
  Enerji sektöründe yağma düzeni
  "Herşey eskisi gibi..."
  Emperyalist savaşa karşı devrimci direniş hattını örelim!
  Yeni dönem ve gençlik çalışması
  Ek niyet mektubu...
   Yeniden ayağa kalkışa, yeniden 15 Ağustos atılımına ihtiyaç var!
   ABD emperyalizminin "arka bahçesi" Latin Amerika kaynıyor!
   Marksist ideolojinin sanattaki yaratıcısı!
   Kolombiya'da sıkıyönetim!..
   İşçi Kültür Evi Bülteni'nden...
   Fatma Bilgin ÖO direnişinde yaşamını yitiren 93. kişi oldu
   İngiltere Bush'un paspası olmasın
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
ABD emperyalizminin “arka bahçesi”
Latin Amerika kaynıyor!

ABD emperyalizminin yıllardır “arka bahçe” muamelesi yaptığı, İMF ve Dünya Bankası reçeteleri için “deneme tahtası” olarak kullanılan Latin Amerika’da, neo-liberalizm adı verilen yağma ve yıkım programına karşı isyanların patlak vermediği gün geçmiyor. Halk ayaklanmaları ve grevlerin yaşandığı, birbiri ardına hükümetlerin devrilip bakanların istifaya zorlandığı kıtada, tepkilerin merkezinde İMF ve ABD emperyalizmi bulunuyor.

İMF ve Dünya Bankasının yıkım programlarının öncelikle uygulanıp ardından tüm dünyaya ihraç edildiği Latin Amerika ülkeleri, aynı zamanda ABD emperyalizminin ülke yönetimlerine dolaysız müdahalelerinin en somut örnekleri.

Brezilya’ya verilen 30 milyar doların altındaki gerçekler

İMF programlarının Arjantin, Uruguay ve ardından Paraguay’da çökmesiyle birlikte krizin Brezilya’nın kapısına dayanması, Latin Amerika’nın bu en büyük ekonomisinin de çöküş sinyalleri vermesiyle birlikte, İMF Brezilya’yı çöküşten kurtarmak için 30 milyar dolarlık bir kredi planı açıkladı. Bununla birlikte, İMF yardımının gecikmesi halinde çıkabilecek olumsuzlukları önlemek için Uruguay hükümetine 1.5 milyar dolarlık bir “köprü kredisi” sağladı. Amerikan yönetimi kısa bir süre öncesine kadar ekonomik sıkıntıya düşen ülkelerin “kurtarılmasına” karşı çıkıyordu. Hatta birkaç gün öncesine kadar hazine bakanı Brezilya’ya yapılacak bir yardımın, paralarının İsviçre bankalarına gitmekten öte bir işe yaramayacağını söylemişti.

Peki ne oldu da ABD emperyalizmi böyle bir dönüş yaptı? Bunu birkaç nedeni var. Öncelikle bunalımın Latin Amerika’nın en büyük ekonomisine sahip olan Brezilya’da patlak vermesinin bir Latin krizine, hatta daha ötesinde sonuçlara neden olacak olmasıdır. Kısa bir süre öncesine kadar söylenen Brezilya çökerse Türkiye de çöker sözleri bunun bir göstergesidir. Bununla birlikte, Fleet Boston, J. P. Morgan gibi büyük Amerikan finans kuruluşlarının Brezilya’ya yoğun yatırım yapmış olmaları, başta General Motor’s olmak üzere doğrudan yatırım yapan ABD şirketlerinin sayısının hiç de az olmaması var. Bu nedenle, zaten kendisi durgunluk içinde olan Amerikan ekonomisinin Brezilya’da çıkabilecek bir borç krizinden etkilenmemesi mümkün değil. Kısaca Brezilya’da çıkabilecek bir krizin domino etkisi ile tüm d¨nyayı etkileyecek olması Brezilya’ya verilen 30 milyar doların en önemli nedenidir.

Bir diğeri ise, Latin Amerika’da son yıllarda büyüyen İMF karşıtlığının Amerikan karşıtlığı ile birleşiyor olmasıdır. İMF politikalarına ve emperyalist yaptırımlara karşı çıkan liderlerin seçimlerde aldığı halk desteği bunun bir ürünüdür. İMF yıkım programları karşısında ezilen halk yığınlarının ayaklanması, halkçı hareketlerin güç kazanması, ABD’nin ve işbirlikçi rejimlerin korkulu rüyasıdır. Meksika’da ülkenin dört bir yanında yankı bulan Zapatista hareketi, Kolombiya’da her geçen gün güçlenen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), Venzuella’da darbe girişimini boşa çıkartan Hugo Chavez, yine Bolivya’da seçimden birinci parti olarak çıkan Bolivya Sosyalist Hareket Partisi lideri Evo Morales bunun örnekleridir. Bunlar Küba ile yakın ilişkiler kurarak, Latin Amerika’da giderek gelşen bir ABD karşıtı cephe oluşturmaktadırlar.

Brezilya’ya verilen 30 milyar dolar, aynı zamanda İMF karşıtı bir adayın kazanmasını engellemek için verilen bir rüşvettir. İMF Başkanı Köhler’in 30 milyar dolarlık destek planı karşılığında Brezilya hükümetinden halen yürürlükteki ekonomik programı en sıkı şekilde uygulamasını istemesi ve 30 milyar doların 6 milyar dolarının seçimlerden önce, geri kalanın ise seçim sonrası verilecek olması, şantaj ve rüşvetin en iyi göstergesidir. Verilen yeni niyet mektubunda Brezilya’da yaklaşan başkanlık seçimleri için yarışı açık farkla önde götüren solcu aday Luiz Inacio Lula Silva’nın da programa uyacağını açıkladığının ifade edilmesi, bu stratejinin şimdilik başarılı olduğunu gösteriyor.

Emperyalist müdahale sınır tanımıyor!

Emperyalizm gerek İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla rüşvet ve şantajla, gerek savaş ve darbe girişimleriyle sömürü ve yağma politikalarını hayata geçiriyor. İMF ve Dünya Bankası’nın emperyalizm tarafından nasıl kullanıldığı, rüşvet ve şantaj gerçeği, son dönemde itiraflar ve belgelerle sık sık gündeme geldi. Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz ve İMF baş ekonomisti Mussa’nın İMF ve Dünya Bankası’nın ülkeleri nasıl çökerttiklerine ilişkin açıklamalarının ardından, İngiliz gazetesi The Observer’ın muhabiri ve “Paranın Satın Alabileceği En İyi Demokrasi” kitabının yazarı Gregory Palast’in yaptığı açıklamalar ve sunduğu belgeler, İMF’nin ABD için nasıl bir silah olduğunu gözler önüne seriyor. Özelleştirmeyi savunan partilerin satışlardan komisyon aldığı, stratejik kurumları şantaj ve tehditle ABD tekellerince ele geçirildiği, yapılan darbe girişimlerindeki İMF’nin üstlendiği rol örneklerle ortaya konuluyor.

Bir dönem örnek ülke olarak gösterilen Arjantin’e ilişkin Gregory Palast’ın sunduğu bir belgeye göre, içme suyu dağıtım işi şimdi iflasta bulunan Enron’a şantaj ve tehditle verilmiş. Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz açıklamalarında, Arjantin ve Ekvator’da özelleştirmeyi savunan partilerin satışlar için komisyon aldığını şu sözlerle ifade ediyor: “Arjantin’in en büyük bankalarını satın alan Citybank bu işi oldukça kolay gerçekleştirdi. Çünkü gerekli yardımı ilgili kişilere yapmıştı. British Petroluim’un da aynı şekilde Ekvador’da başarılı olmasının sırrı buna dayanıyor.” Bir diğer örnek Venezuella’da ABD karşıtı Chavez’e darbe girişimi başlamadan önce İMF yönetiminin “başkanın yönetimden uzaklaşması halinde geçiş hükümetine destek vereceğini” açıklamasdır. Çünkü Hugo Chavez İMF ve Dünya Bankası yöneticilerini ülkeden kovmuştu. Ardında ABD Chavez’e yönelik askeri darbe yaptı. Başarısız olmasına rağmen şimdi yeni darbe girişimleri peşinde. İMF’nin Bolivya’da yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine müdahale etmesi, köylülerin adayı Evo Moreles’in seçilmesi halinde ekonomik yardımları donduracağını açıklayıp karşı kampanya örgütlemesi bnun bir başka örneği. Türkiye’de de benzer bir durum söz konusu. Irak’a yönelik hazırlıkları çerçevesinde biçilen rol, seçimler vesilesiyle yapılan açık müdahaleler, emperyalist müdahalede sınır tanımazlığın ve ona uşaklığın geldiği noktanın en çarpıcı örnekleri.

Rüzgar eken fırtına biçer!

Latin Amerika ülkeleri İMF programlarını harfiyen uygulayan ülkelerdi. Buna rağmen çöküşten kurtulamamaları, çöküşün asıl nedeninin İMF programları olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu ülkelerde uygulanan yıkım programlarıyla kamu işletmeleri haraç mezat satıldı, özelleştirme sağlık ve eğitime kadar dayandı, kitlesel işten atmaları sendikasızlaştırma ve sosyal hakların gaspı izledi. Bunların sonucu, Latin Amerika ülkelerinde yaşayan emekçi milyonların açlık ve yoksulluk sınırına dayanması oldu.

Artan açlık ve sefalet beraberinde halk isyanlarını, yüzbinlerce işçi-emekçinin katıldığı genel grevleri getirdi. Arjantin’de hükümetler birbiri ardına devrildi. Peru’da ABD destekli Fujimori iktidarı kaybetti. Fujimori’nin yerine gelen Toledo’nun iki elektrik şirketini bir Fransız-Belçika tekeline satması ülkenin yarısını kapsayan bir isyan dalgasına yolaçtı. Ardından hükümet geri adım atarak özelleştirmeyi dondurdu ve bakanları tek tek istifa etmek zorunda kaldı.

Latin Amerika’da kitle hareketliliğinin yaşanmadığı bir gün dahi geçmiyor. Geçtiğimiz günlerde Uruguay’da işçi ve emekçiler ekonomik durgunluğu ve hükümetin politikalarını protesto etmek için genel grev başlattılar. Paraguay’da kamuya ait telefon şirketinin özelleştirilmek istenmesine karşı başlayan sokak gösterileri üzerine olağanüstü hal ilan edildi. ABD yanlısı Alvaro Uribe’nin iktidara gelmesi ile birlikte FARC’la askerler arasında çatışmaların şiddetlenmesi sonucu Kolombiya’da da olağanüstü hal ilan edildi. Özelleştirmelere, İMF programlarına, emperyalizmle işbirliği içindeki hükümetlere yönelik tepkiler her geçen gün büyüyor.

Tüm kıtayı kaplayan bu kitle hareketliliği dalgası New York Times’da şu sözlerle yorumlanıyor: “ABD eğilimli ekonomistlerin, komünizmin çökmesinden sonra getirdiği piyasa reformları, en büyük meydan okumayla karşı karşıya bulunuyor.”



Lâtin Amerika’ya ABD kıskacı

Lâtin Amerika’da, Karayipler Denizi’ndeki ve çevredeki adaları sayarsak, çoğu bağımsız devlet olmak üzere, 46 siyasal birim var. Kuzeydeki dev komşu bunların tümüne, zamanına ve yerine göre, çeşitli yollardan kapsamlı bir propaganda, destek, baskı, tehdit, müdahale, hatta saldırı uyguluyor. Hedeflere bağımsız rejimleri düşürme, halklarca tutulan akımları yalnızlığa itme, sol güçleri sağa sürükleme ve Amerika’ya bağlı çevreleri iktidara taşıma dahil. Yeni oluşumların hedefi hiçbir gücün önünde duramayacağı bir dünya imparatorluğu kurmaktır.

Yöntemlerden biri Ekvador, Kolombiya, Panama ve Peru gibi ülkelere özel güçler yerleştirmek. Hani Afganistan, Filipinler, Gürcistan, Özbekistan ve Yemen’de olduğu gibi. Ne var ki Lâtin Amerika’dakiler halktan kopuk, giderek, meşrulukları yok. İşbirlikçi başkanların biri gidip biri geliyor.

Amerikan müdahalesinin şu sırada en yoğun olduğu iki ülke Kolombiya ve Venezüella. İlkinde iktidar ve ülke ekonomisi ABD askeri stratejisinin denetimi altında, ama özellikle Venezüella sınırına yakın bölgede güçlü bir başkaldırma var. Petrol de Venezüella ekonomisinin belkemiği. İlkinde devrimci, ötekinde milliyetçi güçlerin bu büyük anakaranın başka yerlerinde aynı dönüşümlere yol açması, hele Küba’ya 40 yıllık ambargonun fiilen son bulması endişesi, Amerika’yı kıskaçlarını daraltmaya itiyor.

Kendi dışsatım ürünlerine düşük fiyat biçilen “açık-kapı” Kolombiya, ABD mallarının işgalinde. Muhalefeti destekleyen halk güçleri Venezüella’ya komşu, yani Washington’ın gözünde Cumhurbaşkanı H. Çavez rejiminin yandaşı. ABD Irak’taki iktidara silahla başkaldıranları destekliyor, ama Kolombiya’da halk desteğini kazanmış muhalefete karşı neredeyse savaş stratejisi uyguluyor. Bu yaklaşımın bir maskesi de var, sanki uyuşturucuya karşı bir kampanya görünümünde. Amerika’dan yana olanların yoğunlaştığı bölgelerde uyuşturucunun hammaddesi ekiliyor, ama benzeri bir eylem orada yok. Kolombiya’da işbirlikçi iktidara ve ABD’ye karşı muhalefetin M. Marulanda önderliğindeki çatışması uzun süreceğe benzer. Afganistan’ı değil, Vietnam’ı akla getiriyor.

Venezüella’da durum tam aksi: İktidar Amerika’ya karşı. Ülke petrol kaynaklarıyla OPEC içinde üçüncü sırada. Bu ülkedeki sermaye dünyasının en ön safındakiler, zirvedeki din adamları ve sendika patronları ABD’nin kendilerine desteğinden ve başkalarına müdahalelerinden memnun. Toplum piramidinin üstündekiler işbirlikçileri, alttakiler Başkan Çavez’i destekliyor. Çavez Irak, İran, Libya ve Küba ile yakın ilişkiler kurdu, komşu Kolombiya’ya Amerikan kıskacına ve Afganistan’da savaşa karşı çıktı, kendi hava sahasını Amerikan askeri uçuşlarına kapadı. Bu eylemlerinden ötürüdür ki Washington’dan Çavez’i tehdit etmek için yollanan heyet üyelerinin tavırları, meslekten diplomatlardan çok Şikago gangsterlerini anımsatıyordu. “Başkan Bush’a karşı muhalefetini çok pahalıya ödeyeceksin” diyenler nlar değil miydi?

Arjantin’de Amerikan yanlısı rejimler oluştu. Örneğin F. de la Rua ya da ardından E. Duhalde. Sonuncusu toplumsal yönden iktidarsız, siyasal açıdan yalnızlık içinde. 2001 sonunda yer alan halk ayaklanmalarından sonra peşpeşe ABD yanlısı başkanlar iktidara getirildi. Ama hiçbiri tutunamadı. Tümü istenileni yapıyor, örneğin IMF’ye boyun eğiyor, ama işsizlik artıyor, yaşam pahalılaşıyor ve gösteriler yayılıyor.

Meksika da petrol depolarından biri. Orada da ülke ekonomisinde kuzey komşu egemen. Kendilerinin Dışişleri Bakanı J. Castaneda Washington’ın sözcüsü gibi. CIA ve ABD Savunma Bakanlığı’nın tavsiyelerinin dışına çıkmıyor. Küba’nın içişlerine müdahale ediyor, Amerikan askeri müdahalelerine hemen yeşil ışık yakıyor. Bu ülkenin “Kuzey Amerika Serbest Pazar Bölgesi”nden pek kazancı yok. Amerikan tarım ürünleri dampingi Meksikalı çiftçileri ve köylüleri yok etti. ABD sermayesi Meksika ekonomisini (maliye, ulaşım, iletişim ve tüm hizmetleriyle) ele geçirdi.

Brezilya’da Başkan F. H. Cardoso, doğal kaynaklar dahil, kamuya ait her şeyi özel çevrelere devrettirdi. Medya imparatorluğu yapılanları iyi göstererek seçimleri hep sağ güçler için garantileme görevini üstlendi. Bedeli şu: Yanıltmalara karşın, Cardoso rejimi halk desteğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. Sağ rüzgârı gene de öyle güç esti ki İşçi Partisi ve onun bükülmez sanılan önderi L. I. L. de Silva bile sağa yanaştı. Seçimlerde ünlü bir sağcıyı yardımcılığına atadı ve IMF’ye bağlılığını ilan etti. Bu parti, böylelikle sosyalizmden sosyal demokratlığa, ardından neo-liberalizme taşındı. İşçi Partisi’nin sağa çarkı topraksız köylüyü, küçük çiftçiyi, kent yoksullarını ve sol aydını yeni bir ulusalcı ve emperyalizm karşıtı akıa itebilir. Brezilya’nın milliyetçi geçmişi olan silahlı güçleri de Pentagon’un sadık bir destekçisi olmaktan uzaktır.

Brezilya İşçi Partisi örneğinde görüldüğü gibi, Nikaragua’da 2001 başkanlık seçimlerinde Sandinista Ulusal Kuruluş Cephesi önderi D. Ortega, yanına aldığı başkan yardımcısı adayı neo-liberal kişiyle, sağa yatış işaretini verdi. Nikaragua seçimlerine ABD müdahale etti ve Ortega, sergilediği değişime karşın kaybetti.

Özetle, ABD koca Lâtin Amerika anakarasında, yerine göre sivil yandaşlarını karar verici yerlere oturttu, bağımsızlıktan dem vuran yurtsever grupları iktidardan yuvarladı, kendine bağlı, ama zayıf yönetimlerin yerine otoriter olanları yerleştirdi, bu arada oraya özgü “caudillo”lar, yani yerel diktatörler yarattı, çeşitli gruplara darbeler yaptırdı, yeşerme umudu olan yurtsever akımları yalnızlığa itti ya da doğrudan kendi askeriyle girip fırsatını kolladı, nihayet silahlı müdahalelere girişti. Ne var ki doğrudan ekonomik kıskaca dayalı bir imparatorluk kurmak ve onu sürdürmek kolay değil. ABD’nin yeryüzünü bir ucundan ötekine kıskaca almak için askerini daha sık ve her yerde kullanma eğilimi imparatorluk kurma girişiminin aslında zorluğundan kaynaklanıyor. Amerika’nın hele son yıllarda, ciddi bunalımlar yaşadığı bir gerçek. Günümüzde de sıkışık aşamalardan geçiyor. Telaşının ve açık silahlı müdahaleler gibi yöntemlere başvurmasının bir önemli nedeni bu.

7 Ekim 2001’de Afganistan’ı yoğun biçimde bombalamasından bu yana, dünyayı askeri üsler, dost yönetimler ve ABD’ye bağımlı bir küreselleşmeyle yönetme daha da öncelik kazandı. Lâtin Amerika’da olanlar bu genel kampanyanın bir parçası. Ama koca anakarayı ve Meksika ile Venezüella gibi petrol kaynağı ülkelerle, Brezilya örneği çok büyük ülkeler de dahil, 46 resmi birimi kapsayan bir parçası.

Öte yandan, günümüz neo-liberalizminin kuzeydeki varlıklı merkezleri güney toplumlarına yarar sağlamıyor. Bu gerçek bugün dünden daha da belirgin. Ancak, yerli halklar bir şeylerin farkına varıyor diye emperyalizmin sonu hemen gelmez. Günümüz gerçeği, ekonomilerin ve onlarla birlikte siyasal yapıların doğrudan dış denetim altına daha açık, daha güçlü, daha yalın biçimde sokulması ve bunun sanki “doğal”mış gibi kabul ettirilme çabasıdır. Propagandadan askeri güç kullanmaya değin, Amerika’nın türlü müdahaleleri bazı sol akımları da önce merkeze, oradan da daha sağa taşımıştır. Brezilya’da İşçi Partisi ile Nikaragua’da Sandinista’nın başına gelen bu. Ama bu arada, sağın “reform” programlarının başarısızlığı, sınırları göz ardı edilmek istenen “sosyalizm”i yeniden v bir ölçüde gündeme getiriyor.

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
(Cumhuriyet, 13 Ağustos 2002)