Latin Amerika kaynıyor! ABD emperyalizminin yıllardır arka bahçe muamelesi yaptığı, İMF ve Dünya Bankası reçeteleri için deneme tahtası olarak kullanılan Latin Amerikada, neo-liberalizm adı verilen yağma ve yıkım programına karşı isyanların patlak vermediği gün geçmiyor. Halk ayaklanmaları ve grevlerin yaşandığı, birbiri ardına hükümetlerin devrilip bakanların istifaya zorlandığı kıtada, tepkilerin merkezinde İMF ve ABD emperyalizmi bulunuyor. İMF ve Dünya Bankasının yıkım programlarının öncelikle uygulanıp ardından tüm dünyaya ihraç edildiği Latin Amerika ülkeleri, aynı zamanda ABD emperyalizminin ülke yönetimlerine dolaysız müdahalelerinin en somut örnekleri. Brezilyaya verilen 30 milyar doların altındaki gerçekler İMF programlarının Arjantin, Uruguay ve ardından Paraguayda çökmesiyle birlikte krizin Brezilyanın kapısına dayanması, Latin Amerikanın bu en büyük ekonomisinin de çöküş sinyalleri vermesiyle birlikte, İMF Brezilyayı çöküşten kurtarmak için 30 milyar dolarlık bir kredi planı açıkladı. Bununla birlikte, İMF yardımının gecikmesi halinde çıkabilecek olumsuzlukları önlemek için Uruguay hükümetine 1.5 milyar dolarlık bir köprü kredisi sağladı. Amerikan yönetimi kısa bir süre öncesine kadar ekonomik sıkıntıya düşen ülkelerin kurtarılmasına karşı çıkıyordu. Hatta birkaç gün öncesine kadar hazine bakanı Brezilyaya yapılacak bir yardımın, paralarının İsviçre bankalarına gitmekten öte bir işe yaramayacağını söylemişti. Peki ne oldu da ABD emperyalizmi böyle bir dönüş yaptı? Bunu birkaç nedeni var. Öncelikle bunalımın Latin Amerikanın en büyük ekonomisine sahip olan Brezilyada patlak vermesinin bir Latin krizine, hatta daha ötesinde sonuçlara neden olacak olmasıdır. Kısa bir süre öncesine kadar söylenen Brezilya çökerse Türkiye de çöker sözleri bunun bir göstergesidir. Bununla birlikte, Fleet Boston, J. P. Morgan gibi büyük Amerikan finans kuruluşlarının Brezilyaya yoğun yatırım yapmış olmaları, başta General Motors olmak üzere doğrudan yatırım yapan ABD şirketlerinin sayısının hiç de az olmaması var. Bu nedenle, zaten kendisi durgunluk içinde olan Amerikan ekonomisinin Brezilyada çıkabilecek bir borç krizinden etkilenmemesi mümkün değil. Kısaca Brezilyada çıkabilecek bir krizin domino etkisi ile tüm d¨nyayı etkileyecek olması Brezilyaya verilen 30 milyar doların en önemli nedenidir. Bir diğeri ise, Latin Amerikada son yıllarda büyüyen İMF karşıtlığının Amerikan karşıtlığı ile birleşiyor olmasıdır. İMF politikalarına ve emperyalist yaptırımlara karşı çıkan liderlerin seçimlerde aldığı halk desteği bunun bir ürünüdür. İMF yıkım programları karşısında ezilen halk yığınlarının ayaklanması, halkçı hareketlerin güç kazanması, ABDnin ve işbirlikçi rejimlerin korkulu rüyasıdır. Meksikada ülkenin dört bir yanında yankı bulan Zapatista hareketi, Kolombiyada her geçen gün güçlenen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC), Venzuellada darbe girişimini boşa çıkartan Hugo Chavez, yine Bolivyada seçimden birinci parti olarak çıkan Bolivya Sosyalist Hareket Partisi lideri Evo Morales bunun örnekleridir. Bunlar Küba ile yakın ilişkiler kurarak, Latin Amerikada giderek gelşen bir ABD karşıtı cephe oluşturmaktadırlar. Brezilyaya verilen 30 milyar dolar, aynı zamanda İMF karşıtı bir adayın kazanmasını engellemek için verilen bir rüşvettir. İMF Başkanı Köhlerin 30 milyar dolarlık destek planı karşılığında Brezilya hükümetinden halen yürürlükteki ekonomik programı en sıkı şekilde uygulamasını istemesi ve 30 milyar doların 6 milyar dolarının seçimlerden önce, geri kalanın ise seçim sonrası verilecek olması, şantaj ve rüşvetin en iyi göstergesidir. Verilen yeni niyet mektubunda Brezilyada yaklaşan başkanlık seçimleri için yarışı açık farkla önde götüren solcu aday Luiz Inacio Lula Silvanın da programa uyacağını açıkladığının ifade edilmesi, bu stratejinin şimdilik başarılı olduğunu gösteriyor. Emperyalist müdahale sınır tanımıyor! Emperyalizm gerek İMF ve Dünya Bankası aracılığıyla rüşvet ve şantajla, gerek savaş ve darbe girişimleriyle sömürü ve yağma politikalarını hayata geçiriyor. İMF ve Dünya Bankasının emperyalizm tarafından nasıl kullanıldığı, rüşvet ve şantaj gerçeği, son dönemde itiraflar ve belgelerle sık sık gündeme geldi. Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz ve İMF baş ekonomisti Mussanın İMF ve Dünya Bankasının ülkeleri nasıl çökerttiklerine ilişkin açıklamalarının ardından, İngiliz gazetesi The Observerın muhabiri ve Paranın Satın Alabileceği En İyi Demokrasi kitabının yazarı Gregory Palastin yaptığı açıklamalar ve sunduğu belgeler, İMFnin ABD için nasıl bir silah olduğunu gözler önüne seriyor. Özelleştirmeyi savunan partilerin satışlardan komisyon aldığı, stratejik kurumları şantaj ve tehditle ABD tekellerince ele geçirildiği, yapılan darbe girişimlerindeki İMFnin üstlendiği rol örneklerle ortaya konuluyor. Bir dönem örnek ülke olarak gösterilen Arjantine ilişkin Gregory Palastın sunduğu bir belgeye göre, içme suyu dağıtım işi şimdi iflasta bulunan Enrona şantaj ve tehditle verilmiş. Dünya Bankası eski baş ekonomisti Joseph Stiglitz açıklamalarında, Arjantin ve Ekvatorda özelleştirmeyi savunan partilerin satışlar için komisyon aldığını şu sözlerle ifade ediyor: Arjantinin en büyük bankalarını satın alan Citybank bu işi oldukça kolay gerçekleştirdi. Çünkü gerekli yardımı ilgili kişilere yapmıştı. British Petroluimun da aynı şekilde Ekvadorda başarılı olmasının sırrı buna dayanıyor. Bir diğer örnek Venezuellada ABD karşıtı Chaveze darbe girişimi başlamadan önce İMF yönetiminin başkanın yönetimden uzaklaşması halinde geçiş hükümetine destek vereceğini açıklamasdır. Çünkü Hugo Chavez İMF ve Dünya Bankası yöneticilerini ülkeden kovmuştu. Ardında ABD Chaveze yönelik askeri darbe yaptı. Başarısız olmasına rağmen şimdi yeni darbe girişimleri peşinde. İMFnin Bolivyada yapılacak devlet başkanlığı seçimlerine müdahale etmesi, köylülerin adayı Evo Morelesin seçilmesi halinde ekonomik yardımları donduracağını açıklayıp karşı kampanya örgütlemesi bnun bir başka örneği. Türkiyede de benzer bir durum söz konusu. Iraka yönelik hazırlıkları çerçevesinde biçilen rol, seçimler vesilesiyle yapılan açık müdahaleler, emperyalist müdahalede sınır tanımazlığın ve ona uşaklığın geldiği noktanın en çarpıcı örnekleri. Rüzgar eken fırtına biçer! Latin Amerika ülkeleri İMF programlarını harfiyen uygulayan ülkelerdi. Buna rağmen çöküşten kurtulamamaları, çöküşün asıl nedeninin İMF programları olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu ülkelerde uygulanan yıkım programlarıyla kamu işletmeleri haraç mezat satıldı, özelleştirme sağlık ve eğitime kadar dayandı, kitlesel işten atmaları sendikasızlaştırma ve sosyal hakların gaspı izledi. Bunların sonucu, Latin Amerika ülkelerinde yaşayan emekçi milyonların açlık ve yoksulluk sınırına dayanması oldu. Artan açlık ve sefalet beraberinde halk isyanlarını, yüzbinlerce işçi-emekçinin katıldığı genel grevleri getirdi. Arjantinde hükümetler birbiri ardına devrildi. Peruda ABD destekli Fujimori iktidarı kaybetti. Fujimorinin yerine gelen Toledonun iki elektrik şirketini bir Fransız-Belçika tekeline satması ülkenin yarısını kapsayan bir isyan dalgasına yolaçtı. Ardından hükümet geri adım atarak özelleştirmeyi dondurdu ve bakanları tek tek istifa etmek zorunda kaldı. Latin Amerikada kitle hareketliliğinin yaşanmadığı bir gün dahi geçmiyor. Geçtiğimiz günlerde Uruguayda işçi ve emekçiler ekonomik durgunluğu ve hükümetin politikalarını protesto etmek için genel grev başlattılar. Paraguayda kamuya ait telefon şirketinin özelleştirilmek istenmesine karşı başlayan sokak gösterileri üzerine olağanüstü hal ilan edildi. ABD yanlısı Alvaro Uribenin iktidara gelmesi ile birlikte FARCla askerler arasında çatışmaların şiddetlenmesi sonucu Kolombiyada da olağanüstü hal ilan edildi. Özelleştirmelere, İMF programlarına, emperyalizmle işbirliği içindeki hükümetlere yönelik tepkiler her geçen gün büyüyor. Tüm kıtayı kaplayan bu kitle hareketliliği dalgası New York Timesda şu sözlerle yorumlanıyor: ABD eğilimli ekonomistlerin, komünizmin çökmesinden sonra getirdiği piyasa reformları, en büyük meydan okumayla karşı karşıya bulunuyor.
Lâtin Amerikaya ABD kıskacı Lâtin Amerikada, Karayipler Denizindeki ve çevredeki adaları sayarsak, çoğu bağımsız devlet olmak üzere, 46 siyasal birim var. Kuzeydeki dev komşu bunların tümüne, zamanına ve yerine göre, çeşitli yollardan kapsamlı bir propaganda, destek, baskı, tehdit, müdahale, hatta saldırı uyguluyor. Hedeflere bağımsız rejimleri düşürme, halklarca tutulan akımları yalnızlığa itme, sol güçleri sağa sürükleme ve Amerikaya bağlı çevreleri iktidara taşıma dahil. Yeni oluşumların hedefi hiçbir gücün önünde duramayacağı bir dünya imparatorluğu kurmaktır. Yöntemlerden biri Ekvador, Kolombiya, Panama ve Peru gibi ülkelere özel güçler yerleştirmek. Hani Afganistan, Filipinler, Gürcistan, Özbekistan ve Yemende olduğu gibi. Ne var ki Lâtin Amerikadakiler halktan kopuk, giderek, meşrulukları yok. İşbirlikçi başkanların biri gidip biri geliyor. Amerikan müdahalesinin şu sırada en yoğun olduğu iki ülke Kolombiya ve Venezüella. İlkinde iktidar ve ülke ekonomisi ABD askeri stratejisinin denetimi altında, ama özellikle Venezüella sınırına yakın bölgede güçlü bir başkaldırma var. Petrol de Venezüella ekonomisinin belkemiği. İlkinde devrimci, ötekinde milliyetçi güçlerin bu büyük anakaranın başka yerlerinde aynı dönüşümlere yol açması, hele Kübaya 40 yıllık ambargonun fiilen son bulması endişesi, Amerikayı kıskaçlarını daraltmaya itiyor. Kendi dışsatım ürünlerine düşük fiyat biçilen açık-kapı Kolombiya, ABD mallarının işgalinde. Muhalefeti destekleyen halk güçleri Venezüellaya komşu, yani Washingtonın gözünde Cumhurbaşkanı H. Çavez rejiminin yandaşı. ABD Iraktaki iktidara silahla başkaldıranları destekliyor, ama Kolombiyada halk desteğini kazanmış muhalefete karşı neredeyse savaş stratejisi uyguluyor. Bu yaklaşımın bir maskesi de var, sanki uyuşturucuya karşı bir kampanya görünümünde. Amerikadan yana olanların yoğunlaştığı bölgelerde uyuşturucunun hammaddesi ekiliyor, ama benzeri bir eylem orada yok. Kolombiyada işbirlikçi iktidara ve ABDye karşı muhalefetin M. Marulanda önderliğindeki çatışması uzun süreceğe benzer. Afganistanı değil, Vietnamı akla getiriyor. Venezüellada durum tam aksi: İktidar Amerikaya karşı. Ülke petrol kaynaklarıyla OPEC içinde üçüncü sırada. Bu ülkedeki sermaye dünyasının en ön safındakiler, zirvedeki din adamları ve sendika patronları ABDnin kendilerine desteğinden ve başkalarına müdahalelerinden memnun. Toplum piramidinin üstündekiler işbirlikçileri, alttakiler Başkan Çavezi destekliyor. Çavez Irak, İran, Libya ve Küba ile yakın ilişkiler kurdu, komşu Kolombiyaya Amerikan kıskacına ve Afganistanda savaşa karşı çıktı, kendi hava sahasını Amerikan askeri uçuşlarına kapadı. Bu eylemlerinden ötürüdür ki Washingtondan Çavezi tehdit etmek için yollanan heyet üyelerinin tavırları, meslekten diplomatlardan çok Şikago gangsterlerini anımsatıyordu. Başkan Busha karşı muhalefetini çok pahalıya ödeyeceksin diyenler nlar değil miydi? Arjantinde Amerikan yanlısı rejimler oluştu. Örneğin F. de la Rua ya da ardından E. Duhalde. Sonuncusu toplumsal yönden iktidarsız, siyasal açıdan yalnızlık içinde. 2001 sonunda yer alan halk ayaklanmalarından sonra peşpeşe ABD yanlısı başkanlar iktidara getirildi. Ama hiçbiri tutunamadı. Tümü istenileni yapıyor, örneğin IMFye boyun eğiyor, ama işsizlik artıyor, yaşam pahalılaşıyor ve gösteriler yayılıyor. Meksika da petrol depolarından biri. Orada da ülke ekonomisinde kuzey komşu egemen. Kendilerinin Dışişleri Bakanı J. Castaneda Washingtonın sözcüsü gibi. CIA ve ABD Savunma Bakanlığının tavsiyelerinin dışına çıkmıyor. Kübanın içişlerine müdahale ediyor, Amerikan askeri müdahalelerine hemen yeşil ışık yakıyor. Bu ülkenin Kuzey Amerika Serbest Pazar Bölgesinden pek kazancı yok. Amerikan tarım ürünleri dampingi Meksikalı çiftçileri ve köylüleri yok etti. ABD sermayesi Meksika ekonomisini (maliye, ulaşım, iletişim ve tüm hizmetleriyle) ele geçirdi. Brezilyada Başkan F. H. Cardoso, doğal kaynaklar dahil, kamuya ait her şeyi özel çevrelere devrettirdi. Medya imparatorluğu yapılanları iyi göstererek seçimleri hep sağ güçler için garantileme görevini üstlendi. Bedeli şu: Yanıltmalara karşın, Cardoso rejimi halk desteğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. Sağ rüzgârı gene de öyle güç esti ki İşçi Partisi ve onun bükülmez sanılan önderi L. I. L. de Silva bile sağa yanaştı. Seçimlerde ünlü bir sağcıyı yardımcılığına atadı ve IMFye bağlılığını ilan etti. Bu parti, böylelikle sosyalizmden sosyal demokratlığa, ardından neo-liberalizme taşındı. İşçi Partisinin sağa çarkı topraksız köylüyü, küçük çiftçiyi, kent yoksullarını ve sol aydını yeni bir ulusalcı ve emperyalizm karşıtı akıa itebilir. Brezilyanın milliyetçi geçmişi olan silahlı güçleri de Pentagonun sadık bir destekçisi olmaktan uzaktır. Brezilya İşçi Partisi örneğinde görüldüğü gibi, Nikaraguada 2001 başkanlık seçimlerinde Sandinista Ulusal Kuruluş Cephesi önderi D. Ortega, yanına aldığı başkan yardımcısı adayı neo-liberal kişiyle, sağa yatış işaretini verdi. Nikaragua seçimlerine ABD müdahale etti ve Ortega, sergilediği değişime karşın kaybetti. Özetle, ABD koca Lâtin Amerika anakarasında, yerine göre sivil yandaşlarını karar verici yerlere oturttu, bağımsızlıktan dem vuran yurtsever grupları iktidardan yuvarladı, kendine bağlı, ama zayıf yönetimlerin yerine otoriter olanları yerleştirdi, bu arada oraya özgü caudillolar, yani yerel diktatörler yarattı, çeşitli gruplara darbeler yaptırdı, yeşerme umudu olan yurtsever akımları yalnızlığa itti ya da doğrudan kendi askeriyle girip fırsatını kolladı, nihayet silahlı müdahalelere girişti. Ne var ki doğrudan ekonomik kıskaca dayalı bir imparatorluk kurmak ve onu sürdürmek kolay değil. ABDnin yeryüzünü bir ucundan ötekine kıskaca almak için askerini daha sık ve her yerde kullanma eğilimi imparatorluk kurma girişiminin aslında zorluğundan kaynaklanıyor. Amerikanın hele son yıllarda, ciddi bunalımlar yaşadığı bir gerçek. Günümüzde de sıkışık aşamalardan geçiyor. Telaşının ve açık silahlı müdahaleler gibi yöntemlere başvurmasının bir önemli nedeni bu. 7 Ekim 2001de Afganistanı yoğun biçimde bombalamasından bu yana, dünyayı askeri üsler, dost yönetimler ve ABDye bağımlı bir küreselleşmeyle yönetme daha da öncelik kazandı. Lâtin Amerikada olanlar bu genel kampanyanın bir parçası. Ama koca anakarayı ve Meksika ile Venezüella gibi petrol kaynağı ülkelerle, Brezilya örneği çok büyük ülkeler de dahil, 46 resmi birimi kapsayan bir parçası. Öte yandan, günümüz neo-liberalizminin kuzeydeki varlıklı merkezleri güney toplumlarına yarar sağlamıyor. Bu gerçek bugün dünden daha da belirgin. Ancak, yerli halklar bir şeylerin farkına varıyor diye emperyalizmin sonu hemen gelmez. Günümüz gerçeği, ekonomilerin ve onlarla birlikte siyasal yapıların doğrudan dış denetim altına daha açık, daha güçlü, daha yalın biçimde sokulması ve bunun sanki doğalmış gibi kabul ettirilme çabasıdır. Propagandadan askeri güç kullanmaya değin, Amerikanın türlü müdahaleleri bazı sol akımları da önce merkeze, oradan da daha sağa taşımıştır. Brezilyada İşçi Partisi ile Nikaraguada Sandinistanın başına gelen bu. Ama bu arada, sağın reform programlarının başarısızlığı, sınırları göz ardı edilmek istenen sosyalizmi yeniden v bir ölçüde gündeme getiriyor. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv |
|||||