Siyonist İsrail, Filistin işgaline, Filistin halkına yönelik katliamlarına devam ediyor. Biçimsel bazı değişiklikler dışında sorun bütün yakıcılığıyla varlığını koruyor. İşgalde yeni aşama olarak tanımlanan siyonist taktik, birçok Filistin kent ve kasabasında devreye girmiş bulunuyor. Bu taktik; kenti kuşatma altında bulundur, istediğin zaman kente gir, cinayetlerini işle, aradıklarını tutukla, yıkmak istediğini yık ve sonra kentten çekil şeklindedir. İşgalin görünürde hız kesmesinden sonra yıkım, tutuklama ve cinayetler sürüyor. Ancak buna rağmen medya tekelleri işgali bitmiş gibi yansıtmaya devam ediyorlar. Bir intihar saldırısı olduğunda ise, bunu barış sürecine vurulmuş bir darbe olduğu çığırtkanlıkları ortalığı kaplıyor. Gazze Şeridinin fiilen işgal edilmemesi, siyonistlerin bir politika değişikliğinden dolayı değil, onları bekleyen güçlü bir direnişten korktukları içindir. İsrail kabinesi birliklerimiz Gazzedeki terör altyapısına müdahale edilmesi gerektiği konusunda hemfikirdir açıklamasının ardından müdahale ertelendi. Gazzenin kalabalık nüfusa sahip olduğu, bundan dolayı çok sayıda sivilin ölebileceği hesaba katılarak saldırının ertelendiği şeklindeki açıklamanın hiçbir inandırıcılığı yok. Başta Cenin mülteci kampı olmak üzere, işgal edilen kentlerde sivil Filistinliler tüm dünyanın gözleri önünde acımasızca katledildiler. Koşullar uygun olduğu anda, siyonist İsrail ordusunun Gazze Şeridine saldıracağı açıktır. Ölümüne bir direnişe hazır olduklarını, bu kez iyi kurban olmayacaklarını açıklayan Filistinli direnişçilerin kararlılığı şimdilik siyonist orduyu frenlemiş bulunuyor. Siyonistlerin amacı bütün Filistin Şaron-Netanyahu gibi eli kanlı katillerin partisi Likud, bağımsız bir Filistin devletini hiçbir koşulda kabul etmeyeceklerini, parti kararı olarak ilan etti. Şaronu bile geride bırakan açıklamalarıyla Netanyahu, yaptığı konuşmada, Arafatın rejimini tamamen ezmeli ve onu devre dışı bırakmalıyız. Eğer barış arıyorsak Arafatı devirmekten başka seçeneğimiz yok şeklinde konuştu. Netanyahu, Bir Filistin devleti; Filistine giren tank ve uçaklara karşı saldırıya geçebilir, başka devletlerle ilişkiler geliştirebilir, diğer Arap devletleriyle ittifak kurabilir. Bu ise İsrail ordusunun ellerini zincirlemek anlamına gelir. Dolayısıyla bir Filistin devletini ne Arafatla ne de Arafatsız, ne bugün ne de yarın kabul etmeyeceğiz sözleriyle asıl niyetlerinin bütün Filistin topraklarını işgal etmek olduğunu açıkça dile getirdi. Kasap Şaron ise Netanyahudan geri kalmayarak Çürümüş, rüşvetçi ve diktatör bir terörist rejimle barış yapamayız. Farklı bir Filistin yönetimi kurulmalıdır. Bugün Filistin devleti sorunu gündemde değil, bugün terörü ezmek ve Filistin Yönetiminin terörist altyapısıyla savaşmakla ilgileniyoruz açıklamasıyla, niyetlerinin Filistinde işbirlikçi bir yönetimi işbaşına geçirip, bağımsız onurlu bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek olduğunu doğrudan dillendirdi. Şaron, Netanyahu gibi katillerin ve onun faşist partisi Likudun barış diye bir derdi olmadığı sır değil. Ancak son açıklamalarla, maske takma gereği duymadan siyonist hedeflerini yalın bir şekilde dile getirdiler. ABD emperyalizmi Filistinde Amerikan emperyalizmi Ortadoğuyu tam hakimiyet altına alma planını hayata geçirebilmek için Arafatı tümüyle işbirlikçi konuma düşürmek istiyor. Şaronun Arafatı fiziki ya da siyasi olarak tasfiye etme planı Bushtan onay görmedi. Ancak Bush ve ekibi Arafata çok yönlü basınç uygulayarak istedikleri çizgiye çekmeye çalışıyorlar. ABD yönetimi tarafından yapılan açıklamalarda, Arafatla Filistin Yönetiminin lideri olarak görüşmeye devam edileceği, ancak Arafatın barışa ulaşmak için lafta değil eylemde bulunmasının beklendiği dile getiriliyor. Amerikan emperyalizmi Filistin Yönetimine, seçime gidilmesi ve reformlar yapılması konusunda baskı uyguluyor. Bu yönlü açıklamaların ardından Arafat, Filistinde seçime gidileceğinden sözetmeye başladı. Br süre önce Bushu ziyaret eden Şaron da, emperyalistlerden Filistine bir hükümet atamalarını talep etmişti. Siyonist işgale destek, Filistin halkının katledilmesine onay vermek amacıyla İsraili ziyaret eden Amerikan Kongresinden bir heyet, küstahça bir üslupla, Filistinde kukla bir yönetimi başa geçirme niyetinde olduklarını açıkladı: Amerika, Filistin halkına başka bir lider arıyor. Amerika için tam da Filistindeki yönetimi değiştirme vaktidir. Bu açıklamayı yapan heyet, İsrailin katliamlarını desteklemekten gurur duyduğunu da dile getirmekten kaçınmadı. Aynı konuda açıklama yapan Bushun Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice ise, mevcut Filistin Yönetimi, ihtiyacımız olan Filistin devletinin kurulmasını sağlayabilecek türden bir yönetim değil ifadelerini kullandı. Bu arada, ABDnin Filistine ilişkin planları doğrultusunda, CİA şefi Teneti bölgeye gönderip Filistin güvenlik örgütünü yeniden yapılandıracağı da açıklandı. Ayrıca ABD emperyalizminin bölgedeki uşaklarıyla birlikte bir Ortadoğu konferansı düzenlemeyi planladığı ve bu konferansın Türkiyede yapılabileceği üstünde duruluyor. Tüm bunlar Amerikan emperyalizminin Filistinle ilgili kirli planlarına işaret ediyor. Bush-Şaron ve işbirlikçi Arap rejimleri ABD ve İsrail, Filistin Yönetiminin bugünkü haliyle yürümeyeceğini ileri sürüyor. Bir süreden beri Suudi Arabistandaki Amerikan uşağı krallık rejimi de aynı çizgiyi benimsedi. Gündeme getirilen reform projesine göre; Filistin Yönetiminde önce demokratikleşme, şeffaflık, iyi yönetim yaratılmalı, yolsuzluklara son verilmeli ve piyasa ekonomisi kurulmalı. Bir başkanlık kurumu getirilerek, Arafat sembolik ve etkisiz bir konuma itilmeli. Bu plan, emperyalizme ve siyonizme uşaklık edecek bir kukla yönetimin Filistin halkının başına bela edilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Bir işbirlikçi yönetim kurulamadığı durumda, Arafata yüklenip onu bu noktaya çekerek tamamen onursuzlaştırmak istiyorlar. Ancak Arafat onların istediği düzeye istese de düşemez. Zira bu onun intiharı anlamına gelir. Filistin halkı yükselttiği direnişle, satılmış bir liderliği kabul edecek bir halk olmadığını kanıtlamış bulunuyor. Elli yılı aşkın bir süreden beri Filistin halkını katleden, mülteciliğe mahkum eden bu zorbaların Filistin halkı adına reform istemeleri yalnızca bir arsızlık değil, Filistin halkıyla alay etmektir. Aynı zamanda amaçları, reform vb. ile halkın dikkatini başka yönlere çekmek, Ceninde işledikleri toplu kıyımı unutturmak, halen devam eden işgal ve katliamları geri plana itmektir. Ayrıca bu yapay sorunlarla Filistinlileri birbirine düşürmek de kirli hedefleri arasındadır. Bölgedeki Amerikan işbirlikçisi gerici Arap yönetimlerinin bir kısmının Arafattan kurtulma planına destek olmaları da emperyalist-siyonist güçlerin işini kolaylaştırıyor. Arafatın kuşatmadan kurtulduktan sonra attığı geri adımlar, gittikçe sıkıştığının bir göstergesi. Cenin mülteci kampında incelemelerde bulunmaktan kaçınması, Nativitas Kilisesinden çıkan Filistinli direnişçilerin 13ünün sürgüne, 26sının cezaevine gönderilmesi, ardından Hamasın eylemlerini kınaması ve Hamas militanlarının tutuklaması vb., Arafatın gittikçe uzlaşma batağına saplandığını gösteriyor. Filistin Yönetiminin hatalı olduğu, bu hataları düzeltmek için gerekli reformları yapmanın zamanının geldiği açıklamaları, Arafatın kendini kabul ettirme çabalarıdır. Ancak emperyalist-siyonist çizgi için bu kadarı yeterli değil. Zira onlar ısrarla onursuz bir teslimiyeti dayatıyorlar. Bu gelişmelerin ardından açıklama yapan Filistinli örgütler, Arafatın ABD ve İsraile taviz erdiğini ve yaptığı anlaşmaların utanç verici ve kabul edilemez olduğunu dile getirdiler. Filistini gettolara ayırarak direnişi Siyonist şefler tarafından sık sık gündeme getirilen Filistin kentleri ile İsrail arasında tampon bölgelerin oluşturulması, işgal sonrasında fiilen uygulanmaya başlandı. Ülkenin pek çok yerine çitlerin çakıldığı, bunların Filistin yerleşim bölgelerini salt İsrailden değil, fakat her yerden yalıttığı açıklanıyor. Kapsamlı bir tecrit planı olan bu uygulama ile Filistin yarı açık bir hapishaneye çevrilecek. Batı Şeria kent ve kasabalarında yaşayan Filistinliler, bir yerden bir diğerine, özel izin olmadan seyahat edemeyecek. Bu uygulama ile Batı Şeria kapalı gettolardan oluşan bir ağa dönüştürülecek. Bu tecrit Filistin ekonomisi ve sosyal yaşamına da ağır bir darbe vuracak. Ramallah, Beytüllahim, Cenin, Nablus, Eriha, El Halil, Tulkarem ve Halkiye kentlerinde oturan Filistinliler hiçbir şekilde Kudüse sokulmayacak. Özel izne tabi seyahatler ise 19:00 ile 05:00 saatleri arasında yasaklanmış bulunuyor. Siyonist ordunun kuşatması altında bulunan bu yerleşim yerleri her an tankların, bombardıman uçaklarının saldırısına maruz kalabilecek. Kuşatma yardım konvoyları ve mal taşımayı da kapsayacağı için, bu durum günlük yaşamı olağanüstü zorlaştıracak. Bu kuşatma ile Filistin direnişinin etkisizleştirilmesi hesabı yapılıyor. Bunu başarabildikleri durumda, emperyalist-siyonist planların önündeki önemli bir engelin ortadan kalkacağı varsayılıyor. Böylesi bir başarı, Filistinde işbirlikçi bir yönetimi başa getirmenin de zemini olabilecek. Tecrit içinde yaşamaya mahkum edilen Filistin halkının bu aşamadan kurtulmak için Filistini terk ederek, siyonistlerin Araplardan arınmış Filistin düşlerinin gerçekleştirilmesi bir başka amaç. Tabii bunlar siyonistlerin beklentileri. Filistin halkı özgür bir vatandan hiçbir koşulda vazgeçmeyeceğini defalarca kanıtlamıştır. Siyonistler Filistin topraklarını Filistin halkı gettolara hapsedilirken, Filistin topraklarının yağmalanması tüm hızıyla devam ediyor. Oslo Anlaşmasından sonra, ırkçı yerleşimcilerin Filistin topraklarını yağmalamaya son verecekleri İsrail tarafından taahhüt edilmişti. Ancak siyonistler verdikleri bu söze hiçbir zaman uymadılar. Filistin topraklarının işgali kesintisiz bir şekilde devam etti. Mülteci milyonlarca Filistinlinin dönmesi ise hep reddedildi. Siyonistler son aylarda toprak yağmasını özendirerek, geçen yıla oranla iki katına çıkmasını sağladılar. Geçen yıl yerleşimciler için açılan toplam inşaat ihale sayısı 810 iken, bu yılın ilk beş ayında bu sayı 957ye ulaşmıştır. Yerleşime açılan Yahudi birimlerince güvenliği sağlamak gerekçesiyle kontrol edilen toprak oranı yerleşim alanlarının çok üstündedir. Örneğin Batı Şeriada Yahudi yerleşimcilerin kontrol ettiği toprak miktarı yüzde 41.9a ulaşmıştır. Yaygın olan bu toprak yağmasından dolayı, Filistin yerleşim alanları birbirinden ayrılmış, bütünlüğünü yitirmiştir. Böylece İsrail siyonizmi Filistin topraklarını asıl sahiplerinden arındırma planını hızla hayata geçirmektedir. Emperyalizmin planları Filistin halkının Saldırı, katliam ve tecritle emperyalist-siyonist haydutlar planlarını hayata geçirmeye çalışmaktadırlar. Ancak bu planların başarı kazanması sadece onlara bağlı değildir. Saldırının asıl hedefi Filistin halkı olmakla beraber, bu sorun bütün Ortadoğunun ve dünya halklarının kaderiyle ilgilidir. Filistin halkının maruz kaldığı vahşet bütün halkların tepkisini çekmiş, bu tepkiler eylemlerle ortaya konulmuştur. Buna rağmen en ağır faturayı bu yiğit halk ödemektedir. Karşısında, askeri yönden yüzlerce kat daha güçlü ve bir o kadar zalim düşmanlar bulunmaktadır. Ama güçler dengesindeki bu uçuruma rağmen, Filistin halkının özgürlük özlemi ve direnişi kırılamamıştır. Emperyalist gerici planlar Filistin halkının direnişine çarpmaktadır. Bu direnişçi kimliğin korunup güçlendirilmesi, her anti-emperyalist ücün temel sorumluluğudur. Halen Filistin halkının en temel sorunu devrimci önderlik alanında yaşanan boşluktur. Arafatı aşan bir önderliğe duyulan ihtiyaç açıktır. Ama bunun ne emperyalist zorbaların ne de siyonist katillerin istedikleri doğrultuda olmayacağı da... Yüzünü İsrailli işçi-emekçilere, Filistininin işgaline karşı çıkan güçlere çeviren, devrimci bir önderlik ihtiyacıdır söz konusu olan. Yıllardır iflas üstüne iflas yaşayan uzlaşmacı Arafat çizgisinin bir çıkış olamayacağı defalarca kanıtlanmıştır. İslami gericiliğin bir halkı özgürlüğüne kavuşturamayacağı da, ibret verici bir örnek olarak Afganistanda görülmüştür. Tek gerçek çözüm, devrimci önderliğin direniş içinde yaratılmasıdır. Filistin halkıyla dayanışma eylemleri devam ediyor. Sonuncusu Londrada yapılan elli bini aşkın insanın katıldığı eylemde Bush-Şaron ikilisi katil ilan edildi, Filistin halkının direnişi sahiplenildi. Daha önce sol parti ve sendikaların Romada gerçekleştirdiği, ağırlığı işçi ve emekçilerden oluşan eyleme de 80 bini aşkın insan katılmıştı. Bu eylemlerin en anlamlısı, Tel Avivde yapılan ve 100 bine yakın barışçının katıldığı gösteri oldu. Son derece anlamlı bu dayanışma eylemlerinin daha da geliştirilmesi apayrı bir önem taşımaktadır. Enternasyonel dayanışma daha da yaygınlaştırılmalıdır ki, bu haydutların vahşi planlarının önüne geçilebilsin. Başta Türkiyeli emekçiler olmak üzere, tüm bölge halklarının bu konudaki duyarlılığının politik eylemlerle kendini ifade etmesi, her zamankinden daha acil bir önem kazanmıştır. |
|||||