04 Ağustos '01
Sayı: 20


Kızıl Bayrak'tan
Sosyal yıkım ve "sosyal patlama"

Bozacının şahidi şıracı

"Taleplerimiz karşılanıncaya kadar direnişimiz devam edecektir!..."

Tayyipçi "yeni oluşum" parlatılıyor
Açığa çıkan yalanlar
Sınıf ve kitle hareketi
"Ortak talepler etrafında birleşerek mücadele etmeliyiz"
"Saldırılara karşı mücadeleyi Hacıbektaş'ta yükseltelim"
"Yüce Türk adaleti derin devletin elinde"
Ordu ve yolsuzluk
PKK-DÇS: 2 Ağustostan günümüze...
Sınıf hareketinin sorunları
Uluslararasi politika
'96 Zindan direnişi
Ölüm Orucu Direnişi 289.gününde sürüyor
Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli yoldaşın direniş günlüğünden

Basından

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ilk Basında Türk-Pişkinsüt tartışması...

İşkence, işkenceciler ve düzen "adalet"i...

İşkence yapanları bırakıp...

Bekir Coşkun

Adalet Bakanı ne Hikmet'se Sami Türk'ün işkence yapanları bırakıp, işkence aletlerini ortaya çıkaran Sema Pişkinsüt'ün yakasına yapışması, kendi hukuk anlayışlarına ters değil.

DSP'ye de uyuyor.

Liderleri Ecevit'e de.

Söyler misiniz; daha birbuçuk ay önce hırsızları değil, onları kovalayan savcıları ve jandarmayı kınayan kimdi?..

Başbakan Ecevit.

Pekiii...

Hiçbir çağdaş hukuk sisteminde olmayan karı-koca partisi olup, karı-koca dışında parti içinden bir aday çıktığında, onu tekme tokat döven kim?..

DSP...

O zaman bunların Bakan'ı ne Hikmet'se Samimi Türk, tabii ki işkence yapanları bırakıp, işkence aletini ortaya çıkartanın yakasına yapışacak.
*
Karakolda işkence aletini bulup basına gösterdi diye, Sema Pişkinsüt'ün başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmezken, kimimiz `niçin?´ diye düşünüyoruz.

Yanıtı zor değil:

Türkiye, ekonomik krizden çok daha beter bir hukuk krizi yaşıyor.

Değeri düşen Türk parasının yerine, kanunları koyun.

Batan bankaların yerine, mahkemeleri.

Bankazedelerin yerine koyun, mahkeme koridorlarında hukuku arayan insanları.

Af kanunu; dalgalı kur.
Mafya; spekülatörler.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; IMF...

*
Ekonomik krizden bin beter.

Hukuk krizi bu.

Af kanunundan cezaevlerindeki rezaletlere... Yolsuzlukları örtmekten yargıyı-polisi-jandarmayı sindirmeye kadar. Birçok gaflet ve basiretsizlikle, bunlar asıl hukukta kriz patlattılar.

Ancak hukuk bir yüce değer olduğu için, zeytine-peynire, ya da taşıt vergisine yansıtılamaz.

Hukuk krizinin bedelini zam mam olarak da ödeyemezsiniz.
Onun bedeli ağırdır.

Gözyaşı, acı, can, kan.
Ve tüm uygar dünyada saygınlığı olmayan, çürümüş, kişilik ve özgürlükten yoksun zavallı bir toplum olmanın utancı.

Nasıl ödersiniz?..
Nasıl?..

(Hürriyet/1 Ağustos 2001)

***

Türkiye'deki işkenceyi kim inkar edebilir...

Cüneyt Koryürek

Eski TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, DSP Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün başı dertte. Adalet Bakanı'ndan savcısına kadar herkes, Pişkinsüt Komisyonu'nun dokuz cilt tutan araştırmasında, işkence gördüğünü iddia eden tutuklu ve hükümlülerin adlarının açıklanmadığından dolayı, Pişkinsüt'e saldırıyorlar. (...)

Basın özgürlüğü için, haberin kaynağı 'mukaddes' addediliyorsa, bir milletvekilinin, konuştuğu kişilerin adlarını vermek istememesi neden bu kadar büyütülüyor? İşkencenin karakolda veya tutukluluk halinde, Türkiye'de yapıldığını kimse inkâr edebilir mi?

Konu sadece işkence değil. Bakın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde hemen her gün Türkiye Cumhuriyeti suçlu bulunuyor ve para cezasına çarptırılıyor. Peki, bu suçları devlet mi işliyor? Bu suçu işleyenleri, devlet destekliyor mu? Veya kışkırtıyor mu? Yoksa, bütün bunlara devlet gözlerini bile bile mi kapıyor? AİH Mahkemesi tarafından para cezasına çarptırılan TC hükümeti, bu parayı kendi mi ödüyor? Kendi ödüyorsa, suçun kendi bilgisi çizgisinde olduğunu kabul ediyor? Yoksa, bu cezaları suçu işleyenler mi ödüyor?

Bütün bu birbirleri ardına akla gelen sorulara, acaba kim cevap verir? Sen, devlet olarak, işkenceyi bırak desteklediğini durduramıyorsan, senin devletliğin nerede kaldı derler adama. Buna karşın, bakan ve savcı işkence olup olmadığı konusunu, bal gibi bilerek bir tarafa atıyorlar ve 'İsimlerini verin de araştıralım' diyerek, Pişkinsüt'ün dokunulmazlığının kaldırılması için birbirleriyle yarış ediyorlar. Sonra da Bakan, Pişkinsüt'ün şov yaptığını söyleyebiliyor! (...)

(Radikal/1 Ağustos 2001)

***

`İşkenceyi önleme´ değil adeta `teşvik etme´...

Cengiz Çandar

(...) Bu toplumun ezici çoğunluğu gibi, Hikmet Sami Türk'le bizim aramızdaki 'güven mukavelesi' de 2000 yılının sonunda sona erdi. O gün bugündür yaptığı hiçbirşeye inanmıyor, güvenmiyorum. Ve, tıpkı Sema Pişkinsüt gibi ben de, '21.Yüzyıl'da böyle bir kişinin Türkiye'nin Adalet Bakanı olmasının sakıncalı olduğu' kanaatini taşıyorum.

Hikmet Sami Türk adı, uzun bir sessizlik döneminin ardından, 'yolsuzluk soruşturması' yürüten savcılara karşı harekete geçmesiyle duyuldu. Son marifeti ise, eski TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve kendi partisinin milletvekili Sema Pişkinsüt'e karşı başlattığı 'karalama' kampanyası.

İşkenceye karşı yürüttüğü mücadele ile Türkiye'nin 'yüzakı' sayılabilecek nadir milletvekillerinden biri olan Sema Pişkinsüt'e, görüştüğü 'işkence mağdurları'nın isimlerini açıklamadığı için Hikmet Sami Türk'ün emrindeki bir savcı, 'suçun işlenmesinden sonra failine yardım' ithamıyla dokunulmazlığının kaldırılması için 'fezleke' hazırlamaya kalkıştı.

İşkenceyi ve işkencecileri bir yana bırakıp, bu işin üzerine gidenlere yönelik bu 'cadı avı'na karşı Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, tam da beklenen tepkiyi verdi ve Sema Pişkinsüt'ü 'terör örgütlerinin ağzıyla konuşmak' ve 'şov yapmak'la suçladı.

Bu Adalet Bakanı bizi bu tavrıyla şaşırtmadı. Ama artık bazı gözlerin açılması mümkün olmuştur.

İşin vahameti, Bakan Hikmet Sami Türk'ün gerçek kimliğinin kamuoyunun gözleri önüne serilmesi değildir. Bundan ötededir. Bu son olay, Türkiye'de 'siyasallaşmış yargı'nın 'yasama'ya bir 'tecavüz'ü niteliğindedir. Sema Pişkinsüt'ü savunmak, onunla dayanışma göstermek bir 'demokratik vecibe' olarak ortaya çıkmıştır.

Bunun yanısıra, Sema Pişkinsüt'e tam da bu konuda Adalet Bakanı'nın açtığı 'kampanya', bu hükümetin 'işkenceyi önleme' değil adeta 'teşvik etme' eğilimini yansıtmaktadır... (...)

(Yeni Şafak, 31 Temumz 2001)

***

Bunca zulme katlanmak...

Perihan Mağden

(...) Pazartesi gecesi Star'daki Ana Haber'de (yalnız Star'da çıkıyor: Küçük Armutlu/ölüm oruçları/açlık grevleri bu tali 'mevzular', yalnız Star'da) o Meşum Operasyon'da Bayrampaşa'daki koğuşlarına KAPALI YERDE KULLANMAYINIZ göz yaşartıcı bombalardan atılan... Kapalı Yer'e: Koğuşlarına, Kadınlar Koğuşu'na fırlatılan onlarca bombadan, o bombalardan alev almadan yanan, diri diri canlı canlı yanan... İşte Hacer Arıkan öyle kötü yanmış ki, azıcık gösterebiliyoruz dediler yüzünü, yanmadan önceki bir resmini gösterdiler sonra, sesini verdiler. Hacer Arıkan: "Artık burnun yok dediklerinde, ben 'Olsun' dedim. 'İşlevini görüyor ya'. Sonra görünce aynada ne kast ettiklerini anladım" diyor.

Büyük bir tevekkülle. Yüzü yanmış gitmiş, bitmiş Hacer Arıkan'ın. O muhteşem Tantan/Türk (bu isimleri HİÇ unutmayalım) Hayata Yakarak Döndürüş Operasyonu'nda.

"Hemşire 'A, yeşil gözlüymüşsün sen' dedi" diyor Hacer Arıkan. "Yanmadan önce sarı saçlı yeşil gözlü güzel bir kızdım. Şimdi böyleyim. Mühim olan yaşama sevinci" diyor. Yaşama sevincini yaktırmamış. Onun yüzünü yakmışlar. YOK ETMİŞLER genç bir kadının yüzünü. 'Güçler' operasyon esnasında.

Sema Pişkinsüt'ü Türkiye'nin en bilinen gerçeklerinden işkenceyi işte, başında bulunduğu komisyonla, resmi olarak teşhir ettiği için, mahkemelerde süründürmeye kararlı Hikmet Sami Türk, ağır yuhalandı 'memleketi' Trabzon'da, sahada.

'Ucuz kahraman' dediği Pişkinsüt, Türk için "Türkiye'ye çok pahalıya mal olmuş bir 'kahraman'" dedi. Ağzına sağlık. Trabzonlu taraftarın da ağzına sağlık. Sema Hanım 'örgüt ağzıyla' konuşuyormuş. Ölüm oruçlarıyla ilgili hemen her yazımın akabinde bana üşenmeden etmeden bir cevap yollayan Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun da mektuplarından birinde bir örgüt bildirisini postalamıştı bana.

Örgütle aynı şeyleri söylüyormuşum. Ya, örgüt ağzı işte! Hayır. Ne Sema Pişkinsüt, ne de ben o örgütlerin üyesi değiliz. Bağlantılı değiliz. Şu değiliz/bu değiliz. Bunu sular seller gibi Ali Suat Bey de bilirler, Hikmet Sami Bey de.
Ama aklın yolu birdir, zulmün adı değişik dillerde değişik seslerle ama ZULÜM'dür. Gerçekleri ne kadar örtmeye yeltenseniz, ne kadar mahkemeler, savcılıklar, ilan kestirmeler, uğraşmalar, uğraştırmalar. Yaptınız işte yapacağınızı. O Operasyonu düzenlediniz. Yakıldı insanlar işte. Söz verdiniz. Tutmadınız. 32 can gitti operasyonda. Ölüm oruçlarında-şimdiye dek-29 kişi öldü.

Bütün bu ölüler.

Yüzü yanmış, yüzü yakılmış, YOK olmuş, yeşil gözlü sarı saçlı genç kadın.

Ben aklımca 'tevekkülle' canımı sıkan anasonlu bir tüp diş macununa katlanıyorum.

Bunca hukuksuzluğa, aldırışsızlığa, örtme/çarpıtma çabasına, bunca zulme, BUNCA ZULME, nasıl katlanacak ki bu insanlar?

Bu tüpün sonu gelmeyecek mi? Ne zaman bir 'ploff' duyup rahatlayacağız? İnsaf değil mi artık; yetmedi mi? Yetmedi mi, NE?

(Radikal/1 Ağustos 2001)

(Başlıklar yazarların kendi cümlelerinden seçilerek
SY Kızıl Bayrak tarafından konulmuştur...)