04 Temmuz '01
Sayı: 20


Kızıl Bayrak'tan
Sosyal yıkım ve "sosyal patlama"

Bozacının şahidi şıracı

"Taleplerimiz karşılanıncaya kadar direnişimiz devam edecektir!..."

Tayyipçi "yeni oluşum" parlatılıyor
Açığa çıkan yalanlar
Sınıf ve kitle hareketi
"Ortak talepler etrafında birleşerek mücadele etmeliyiz"
"Saldırılara karşı mücadeleyi Hacıbektaş'ta yükseltelim"
"Yüce Türk adaleti derin devletin elinde"
Ordu ve yolsuzluk
PKK-DÇS: 2 Ağustostan günümüze...
Sınıf hareketinin sorunları
Uluslararasi politika
'96 Zindan direnişi
Ölüm Orucu Direnişi 289.gününde sürüyor
Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli yoldaşın direniş günlüğünden

Basından

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İMF patronunun tantanalı ziyareti...

Bozacının şahidi şıracı

Görev süresinin dolmasına kısa bir zaman kalmışken geçtiğimiz hafta Türkiye`ye gelen İMF ikinci başkanı Fischer bol keseden moral dağıttı. Ama nedense bu `piyasaları rahatlatmaÓya yetmedi. Üstelik sermaye medyasının gayretkeş çabalarına rağmen bu böyle oldu.

Fischer`in gelişi, temasları ve gidişi süresince, bütün bir hafta boyunca, medya ve hükümet, onun ağzından iyimserlik saçmaya çalıştı. Program çok iyi gidiyormuş, hükümet çok iyi çalışıyormuş vb., vb... Gidişat konusunda kamuoyunu ikna etmek şöyle dursun, yatıştırmayı bile başaramayan bozacı hükümet, şıracı Fischer`in şahitliğinden medet umdu yani. Hatta bu şahitliğin biraz daha inandırıcı olabilmesi için TÜSİAD oligarklarına bile başvuruldu. Fischer güya dalgalı kura karşı çıkan TÜSİAD`ı ikna etti. Yani patronların programa desteği bir kez daha alınmış oldu. Ne var ki bunlar ne döviz kurunu etkilemeye yetti, ne de borsayı... Spekülatif para piyasalarında durum Fischer gelmeden önce nasılsa gittikten sonra da aynı kalmayı sürdürdü.

Bunca tantanaya rağmen düzen cephesinde yaprak kımıldatmaya dahi yetmeyen bu gezinin işçi ve emekçiler üzerindeki etkisine gelince. Yürürlükteki yıkım programı konusunda adeta ağızlarını açmamaya yemin etmişçesine ölü sessizliğini sürdürmekte kararlı görünen işçi ve memur sendikalarından yine ses seda çıkmadı. Hatta, bu sözde işçi-emekçi örgütleri, Fischer`in temaslarını sürdürdüğü aynı süreçte gerçekleştirilen TMMOB mitingine destek vermekten bile özenle geri durdular. Miting, TMMOB`un tüm çağrılarına rağmen, 3 bin dolayında bir mimar- mühendisin katılımıyla sınırlı kaldı. Oysa ciddi bir yüklenme ile bu miting, İMF`ye ve yıkım programlarına işçi-emekçi cephesinden verilmiş anlamlı bir yanıt olabilirdi. Nitekim, Türkiye ile aynı süreçte ve aynı İMF programları sayesinde yıkımın eşiğine getirilmiş olan Arjantin`de işçi ve emekçiler, yıkıma karşı direnişlerini sokaklara taşımayı sürdürmektedir. İşte tam da bu nedenle, bizdeki sözde işçi-emekçi sendikalarının satılık yöneticileri suskunluk tercihinde böyle ısrarcıdırlar. Düzenin onlara yüklediği misyon kitlelerin denetimidir ve onlar bugüne dek bu görevi aksatmadan yerine getirmiş bulunuyorlar.

Ancak, kimsenin kuşkusu olmasın ki, nasıl Fischer`in dopingi düzenin kan kaybını durdurmaya yetmedi ise, sendikal ihanet de işçi sınıfı ve emekçileri sonsuza dek denetlemeye muktedir olamayacaktır. Bir `sosyal patlama`riskinin ardı ardına iki MGK toplantısına konu edilmiş olması bile bunu göstermeye yeterlidir.

Yıkım programlarının olanca ağırlığıyla ezilen Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, sendikal ihanetin bugünkü boyutlarına rağmen, durumun farkında olduklarını defalarca kanıtlamış bulunuyorlar. İMF politikalarına ve bu politikaların uygulayıcısı siyasal iktidarlara karşı öfke ve tepkinin alttan alta biriktiği de yeterince açık. Ancak düzenin Fischer`in gezisinden beklediği, işçi ve emekçilerin ikna edilmesi, işler iyiye gidiyor yutturmacasıyla öfkenin yatıştırılması değil kuşkusuz. Beklenti daha ziyade düzenin kendi iç sorunlarına yöneliktir. İMF`nin kendi programını desteklemekten vazgeçtiği görüntüsünü örtme, para piyasalarını birazcık olsa yatıştırma umududur sözkonusu olan. Kaldı ki, görüldüğü gibi bu bile başarılabilmiş değildir.
Bir başarıdan sözedilebilecekse eğer, o da, düzen temsilcilerinin uşaklıkta kaydettiği mesafenin bu temas vesilesi ile bir kez daha sergilenmiş olmasıdır. Medyasından hükümet yetkililerine, sözde bilim adamlarından sözde aydınlara kadar tüm uşaklar Fischer`e yağ çekme yarışına girişti. İMF gibi bir soygun şebekesinin bu basit icra memurunun nasıl da büyük bir ekonomi bilgini olduğundan Derviş`le kadim dostluğuna, oradan Türkiye sevgisine kadar uydurulmadık yalan bırakılmadı. Türkiye gezisinde Clinton`a gösterilen aynı düşkün dalkavuklukla Fischer göklere çıkarıldı. Böylece Türk egemen sınıfının sözcüleri ve temsilcileri çamurda yüzme yarışında diğer sömürgelere nasıl da fark atabileceklerini efendilerine bir kez daha göstermiş oldular.

Artık bu şarlatanlığın ardından İMF`ye sunulan yeni `niyet mektubuÓnun içeriği ve dili konusunda yorum yapmakta bir güçlük olmasa gerek.

 


 

"Sosyal patlama" bir kez daha MGK gündeminde...

Generaller aba altından sopa gösteriyorlar!

Devlet terörü eşliğinde uygulanmaya devam eden İMF-TÜSİAD programının emekçi yığınlara ağır bir yıkım getirdiğini reddedebilecek kimse kalmamıştır. Bu yıkımın daha da ağırlaşacağı programın gidişatından bellidir.

Emekçiler yoksullaştıkça toplumsal patlamadan sık sık sözedenler oluyor. Ve bu çevreler, hükümeti, rejimi tehlikeye sokacak uygulamalardan kaçınması için uyarıyorlar. Son iki ayda bu sorun, devletin tepesi MGK`nın gündemine de girdi. Burjuva basın yayın organları içinde bulunan MGK sözcüleri; "MGK, toplumsal patlama ihtimalini masaya yatırıyor" türünden başlıklarla gündeme taşıdılar. Aynı günlerde Ecevit, böyle bir patlama beklemediğini, `Türk halkının sağduyu ve sabrına`güvenerek açıklıyordu.

Ödenen ağır faturaya rağmen emekçiler herhangi bir patlama sinyali vermedikleri halde, düzenin değişik düzeydeki temsilcileri bu konuda açıklama üstüne açıklama ve yorum yapmaktadırlar. Bu sorunun tartışılması, hoyratça sömürülen milyonlarca işçi ve emekçinin içinde bulunduğu yoksulluğa gözlerini kapayanların, ya `sabırlı ve sağduyulu`oldukları türünden ya da tehdit içeren alaycı demeçlerine konu oldular.

Bir taraf, siz çok uysalsınız, aç ve açıkta kalsanız da uslu oturursunuz demek küstahlığında bulundu. Diğer taraf ise, İMF programı eksiksiz uygulanacak, bunun sonucu siz işsiz kalacaksınız, yoksulluk ve sefilliğe mahkum olacaksınız; buna rağmen sesinizi çıkarırsanız, yetki ve silahla donatılmış ordu ve polisimiz `düzeni sağlamak` için hazır bekliyor tehditi savurdu. Son MGK toplantısından sonra ise, şimdiden birçok ilde ek güvenlik önlemleri almış bulunuyoruz denilerek, bu tehditler daha somut ifade edildi, aba altından sopa gösterildi.

Sermaye düzenine hizmet etmek için kolları sıvayan diğer bir kesim ise, psikolog ve psikiyatristlerdir. Uzmanlık alanlarını ve hekimlik etiğini ayaklar altına alan bir kısım ruh sağlığı uzmanı, basına verdikleri demeçlerle emekçi kitlelere, başkaldırmadan, krizin sonuçlarına nasıl katlanacaklarını anlatma onursuzluğunu yaşadılar.

Düzenin asıl sahibi asalak burjuvazinin sözcüleri, demokratik rejime sahip çıkmak adına işçi sınıfı ve emekçileri herşeye katlanmaları gerektiği konusunda uyarıyorlar. Olur da İMF programında bir aksama olursa `demokrasimiz tehlikeye düşerÓmiş. Yığınların sırtına yapışan bu keneler, saldırıların devamını demokrasinin güvencesi sayıyorlar. Bu yağma düzeninin onlar için demokrasi olduğu doğrudur. Zira emekçilerin ürettikleri değerlere el koymalarının önünde bir engel yoktur. Engel olabilecek tek güç olan kitle hareketi ise, `demokrasimiz için`ciddi bir risk taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, emekçi kitleler herhangi bir hareketten ısrarla kaçınmalıymış!

Peşpeşe gelen bu açıklamalar, suni bir ikilem yaratıp emekçileri alternatifsiz oldukları konusunda yanıltmayı amaçlamaktadır. Sistem bütün kurumlarını harekete geçirerek, emperyalist tekeller ve yerli işbirlikçilerinin tüm dayatmalarını ne pahasına olursa olsun yaşama geçireceği konusundaki kararlılığını gösteriyor.

Bu açıklamalara, suni ikilem dayatmalarına, tüm ikiyüzlülüklerine rağmen ortada şaşırmak için bir neden yoktur. Burjuvazinin sınıf çıkarları bunu gerektiriyor. Ve sermaye düzeninin bataklığından beslenen bütün kesimlerin aynı koroya katılması doğaldır. Zira sinekler, bataklığın kurutulmasını hiçbir zaman istemezler.
Sınıf bilinci ve örgütlülük düzeyi yetersiz olan işçi sınıfı ve emekçiler, saldırıları gerektiği düzeyde direnişle karşılayamıyorlar. Kararlı çıkışlar da şimdilik zorbalıkla sindirilebiliyor. Bu koşullarda sermayenin saldırıları devam etmektedir. Herşeye rağmen düzen bekçilerini kaygılandıran da bu tablodur.
Düzen bekçileri olası bir patlamanın önünü kesmek için hazırlıklarını yapadursunlar. İşçi ve emekçiler olarak bizim de, onların bu korkularını gerçeğe dönüştürecek bir hazırlığa girişmekten başka alternatifimiz yoktur. Ancak patlamamız onların beklediği gibi dağınık, başıboş değil, örgütlü ve onları tarihin çöplüğüne atacak tarzda olmalıdır. Eğer onların bize saldırırken gösterdikleri kararlılığın yarısını biz gösterebilirsek, dünyayı başlarına yıkmak işten bile olmayacaktır.