04 Ağustos '01
Sayı: 20


Kızıl Bayrak'tan
Sosyal yıkım ve "sosyal patlama"

Bozacının şahidi şıracı

"Taleplerimiz karşılanıncaya kadar direnişimiz devam edecektir!..."

Tayyipçi "yeni oluşum" parlatılıyor
Açığa çıkan yalanlar
Sınıf ve kitle hareketi
"Ortak talepler etrafında birleşerek mücadele etmeliyiz"
"Saldırılara karşı mücadeleyi Hacıbektaş'ta yükseltelim"
"Yüce Türk adaleti derin devletin elinde"
Ordu ve yolsuzluk
PKK-DÇS: 2 Ağustostan günümüze...
Sınıf hareketinin sorunları
Uluslararasi politika
'96 Zindan direnişi
Ölüm Orucu Direnişi 289.gününde sürüyor
Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli yoldaşın direniş günlüğünden

Basından

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gençliğin sosyalizmden başka bir geleceği yoktur!

Emekçi gençlik kendi bayrağı altında toplanmalıdır!..

M. Dicle

Gençliğin taşıdığı enerji ve dinamizm, bir toplumdaki bütün sınıfların ama en başta da burjuvazi ve proletaryanın yakından ilgisini çeker. Bu da doğaldır, zira geleceği kazanmanın yolu bu enerjide saklıdır.

Egemen sınıf olarak örgütlenmiş olan burjuvazi, kendi sınıfının gençliğini baştan kazanır. Her türlü maddi ve manevi imkanlarını sunarak geleceğin yönetici sınıfı olarak hazırlar burjuva çocuklarını. Ancak bu kesim küçük bir azınlık olduğu oranda, egemen sınıflar işçi ve emekçi gençliğe de el atarlar. Zira toplumun asıl dinamizmi milyonlardan oluşan bu gençlik kesimindedir.

Gençliğin işçi ve emekçi kökenli olan kesimi, burjuvazi için iki noktada özel bir önem taşır. Birincisi, fabrika ve işletmelerde ücretli köle olarak, ikincisi ise savaş ve istilalarda bedava asker olarak kullanmayı düşündükleri içindir. Burjuva gençler tatil bölgelerinde `askerlik´ yaparken, işçi ve emekçi gençliğin kirli savaşa sürülmesi ve binlercesinin ölmesi ya da katil olması hatırlardadır.

Sermaye sınıfı adına iktidarı elinde bulunduran güçlerin gençliğe yönelik farklı politikaları da vardır. Ancak bütün politikaların özü aynıdır. Gençliği düzen sınırları içinde tutmak ve enerjilerinden çürümüş düzen adına yararlanmak. Bireyciliğin körüklenmesi, sahte vaadler, başkasının sırtına basarak yükselmek gibi burjuva sınıfa ait olan bu "değerler" dayanışma bilincini köreltir. Dayanışma bilinci körelenlerin ise kolektif hak arama mücadelesi verme yetenekleri kalmaz.

Düzen bekçileri, gençliğin bütünü için bu politikaları yaşama geçirme şansına sahip olmadıkları için, yedekte tuttukları araçları devreye sokuyorlar. Ücretli köle olma "şansına" bile sahip olamayan gençlerin sayısının milyonları bulduğu bir ülkede, bu gücü denetim altında tutmak çok sayıda araç ve yöntemi zorunlu kılmaktadır. Bu kitleyi uyuşturmak, böylece enerjisini çürümüş düzene karşı kullanma şansını elinden almak için egemenler, değişik afyon çeşitleri kullanırlar. Gerçek afyon pahalı ve herkesin ulaşabileceği yerden uzak olduğu için, daha ucuz afyonlar devreye sokulur. Din, futbol, milliyetçilik, vb. zehirler her tarafa saçılır. Ulaşılması kolay, üstelik bedava olan bu uyuşturucular, başta işsizliğe mahkum edilenler olmak üzere işçi ve emekçiler üzerine kusulur. Bu zehirleri yutanları, kendi gerçekliğinden koparmak, sanal "sorunlarla" başbaşa bırakmak kolaylaşır.

Düzenin hiçbir oyununa gelmeyen, afyonlarını içmeyi reddedenler için, üstelik bunlar çürümüş, asalak düzene karşı mücadele de ediyorlarsa, sermayenin bekçileri en etkili araçlarını devreye sokarlar. Bu araçlar devletin zorba güçleri polis ve jandarmadan başkası değildir. Burada özendirme, kandırma ve uyuşturmanın farklı biçimleri olmakla beraber, konuşulan asıl dil şiddettir. Kapitalizmin aynası da bu alandır. Burada suratlar maskesiz, tüm iğrençliği ile orta yerde sırıtıp durur.

Görüldüğü üzere düzenin her türden bekçisi bu oyunlarda aktif bir rol oynamaktadır. Sahip oldukları olanaklar, onlara çok sayıda aracı birden devreye sokmalarına imkan veriyor. Ancak bütün olanak ve araç-gereç zenginliğine rağmen sorunu çözemiyorlar. Zira çürüyen bir sistem, mezara gömülmediği sürece yeni sorunlar yaratmaya devam edecek, etrafa kötü kokular yayacaktır.

İşçi ve emekçi yığınlara ait bu sınırsız enerjinin üstündeki ölü toprağı silkelendiği zaman işin rengi tümden değişecektir. Burjuvazinin bütün çırpınmaları belki bu süreci geciktirebilir. Ama engelleme imkanına sahip değildir. Bu asalak sınıfın talihsizliği, tarih karşısında ömrünü doldurup, gericileşmiş olmasıdır. Ölüm bir kere damgasını alınlarına vurmuştur...
Buna rağmen, bu sınıfın krizleri yönettiği ve işlerini iyi kötü yürüttüğü bir gerçek. Bu güç ve imkanı nereden buluyor? Bu sorunun yanıtı işçi sınıfının verili durumunda aranmalıdır. Fakat verili durumun geçiciliği de akıldan çıkarılmamalıdır.

Verili durumda işçi sınıfının örgütlülük düzeyi yetersizdir. Bundan dolayı kendine ait gençliğin enerjisinin ancak küçük bir kısmını kullanabiliyor. Ya geri kalan kısmı? Tarihsel bir gerçek var ki; düşmanımız, bizim gücümüzü ne kadar kendi çıkarları için kullanabiliyorsa o kadar tehlikelidir. İşçi ve emekçiler olarak yaşadıklarımız, bize düşmanımızın ne kadar tehlikeli olduğunu sanırız fazlasıyla göstermiştir.

Tarihsel bir sorumluluk ve güncel bir görev olarak, sınıfın öncülerini ve sınıf bilinçli devrimcileri ertelenemez görevler bekliyor: Kendimize ait bütün güç ve enerjiyi sınıfımızın kızıl bayrağı altında toplamak. O zaman kanımızı döken, emek gücümüzle ürettiğimiz değerleri yağmalayıp bizi sefalete mahkum eden sınıf düşmanlarımızın ne kadar güçsüz olduklarını ve iddia ettiklerinin tersine ölüm döşeğinde can çekiştiklerini göreceğiz.

Gençliğin sosyalizmden başka bir geleceği yoktur!

 


 

Dünyada ve Türkiye`de katmerleşen emek sömürüsü:

Esnek çalışma

Burjuvazinin tüm dünyada yoğunlaştırdığı saldırılardan biri `esnek üretim´ dir. `Esnek üretim´ azgın bir sömürü ve örgütsüzleştirme saldırısıdır. Taşeronluk, fason üretim, iş saatlerinin işverenin isteğine göre uzatılması, ücretsiz izin, kriz bahanesiyle toplu işten çıkarma, çocuk işçi çalıştırma, kalite yöntemi, kalite çemberi vb., esnek çalışmanın değişik biçimleri olarak uygulanmaktadır.

Esnek üretim saldırısı çerçevesinde işçilerin aşırı yıpranmasına neden olan yöntem `kalite üretim çemberi´dir. Bu sistem dünyada ilk kez `yalın üretim´ adı altında 1960`larda Japonya Toyota Fabrikası`nda sistemleştirilmiştir. Bu sistemle en az işçiyle en seri üretimin gerçekleştirilmesi, işçilik maliyetlerinde düşüş ve üretimin bütün sorumluluğunun işçiye yüklenmesi sağlanmaktadır. İşçi en ufak bir hatası yüzünden kapı önüne konulabilmektedir. İşçinin bireyselliğini ve yeteneğini önplana çıkartarak takdir-tehdit mekanizmasını işletmesi bu sistemin en önemli özelliğidir. Ayrıca `kalite çemberi´ kapsamında `takım çalışması´ uygulanmakta, işçiler gruplar halinde rekabete sokulmaktadır.

Japonya`da 1960`lardan sonra işçiler `kalite kontrol çemberi sistemine´ özendirildiler. Her geçen gün bu sistemde çalışan işçilerin sayısı çoğaldı. Buna paralel olarak sendikal örgütlenmenin önü kesildi. Bu sinsi sistemde işçiler bireysel üretimi artırdıkları ölçüde ödüllendirildiler. Böylece kendi sınıf kimliklerinden uzaklaştılar. Japon sanayiinin kısa sürede gelişmesi, işçilerin `özverili´ davranması söylemleriyle çarpık bir biçimde yansıtıldı. Bu öylesine bir `özveri´dir ki, Japonya`da bir yıl içinde 10 bin işçi aşırı çalışmadan dolayı yaşamını yitirebilmektedir. 1987 yılında yapılan araştırmaya göre, işçiler arasında ani ölümler % 82.9 oranındadır.

`Kalite çemberi´ ABD ve Avrupa ülkelerinde de uygulamaya sokuldu. Esnek çalışmaya ABD işçileri grevlerle karşılık verdiler. 1994-96 yılları arasında çelik işçileri, Ô97`de 10 bin part-time çalışan işçi tam gün çalışma hakkını kazandı.

Türkiye`de esnek çalışma 1985`lerde başladı. Özel sektörde Koç, Sabancı, Şişe Cam, kamuda Petkim ve Sümerbank`ta uygulandı. Kriz derinleştiğinde yüzbinlerce işçinin bir anda kapıya konulması, esnek üretim/örgütsüzleştirme saldırısının somut bir göstergesidir. Bir taraftan uzun çalışma saatleri ve yoğun mesailer, diğer tarafta her geçen gün büyüyen işsizler ordusu...

Esnek çalışma sendikal örgütlülüğün önünde önemli bir engeldir. Sendikaların sözde duyarlılıkları sonucu değiştirmiyor, esnek üretim saldırısına karşı tabandan mücadeleyi örgütlemek gerekiyor.

A. Engin

 


 

İşçi sağlığı ve tekstil işkolu

Deniz Ümit

Sağlık kısaca bedence, ruhça ve sosyal bakımından tam bir iyilik hali olarak tanımlanır. İşçi sağlığı da; çalışan insanların sağlık durumlarının takviyesini ve en yüksek düzeyde sürdürmesini; iş koşulları ve kullanılan zararlı maddeler nedeniyle çalışanların sağlığına gelebilecek zararların önlenmesini; ayrıca işçinin fizyolojik ve psikolojik özelliklerine uygun işlere yerleşmesini; iş koşullarının insana ve insanın işine uyumunun sağlanmasını esas amaç olarak ele alan bir tıp dalı olarak tanımlanmaktadır.*

Bu tanımlamalardan hareketle sağlığımız için, çalıştığımız yerin havalandırması, aydınlatması, ısısı, gürültü derecesi, temizliği, yemeklerin ve suyun sağlığa uygunluğu, makinelerin düzenli bakım ve onarımı, gerekli koruyucu araçların temini, dinlenme saatleri, normal iş süresi, ulaşım servisi ve beslenme, konut, giyinme, eğitim ve kültür gibi insani ihtiyaçlar için yeterli ücretin karşılanması gerekmektedir.

Ama ülkemizde her 6 dakikada bir iş kazası yaşanmakta, her 2,5 saatte bir işçi sürekli iş göremez halde sakat kalmaktadır. Yani bu ülkede işçilerin sağlığına açıkça kastedilmektedir. Sağlığımız için tehlikeli yerlerde uzun saatler boyunca, sigortasız, sendikasız bir şekilde çalışmakta, ücretlerimizi bile tam olarak alamamaktayız. Bu zorlukları yaşayanların önemli bir kesimi tekstil işçileridir. Tekstil işkolu, işçilerin baskı ve sömürüyü yoğun olarak yaşadığı, zorunlu ve uzun mesailerle ve çok düşük ücretlerle sigortasız çalıştırıldığı, bu koşulları kabul etmediğinde ise kolayca işten atıldığı bir işkoludur.

Burada, böyle ağır koşullarda çalışmak zorunda kalan işçilerin tekstil işkolundan kaynaklı karşılaşabilecekleri iş kazaları ve meslek hastalıkları ele alınacaktır. Bu işkolunda iş kazaları, kullanılan makinelerin bakımsızlığı, eskiliği vb. nedenlerden, ağır çalışma koşullarının getirdiği yorgunluk ve halsizliğin etkisiyle dikkat zayıflığından, iş kazalarına karşı uyarı eğitim veya araçlarının olmaması nedeniyle bilgisizlikten kaynaklı olabilmektedir. Tekstil işçileri genelde sigortasız çalıştırıldıkları için iş kazaları ve meslek hastalıkları oranına SSK kayıtları üzerinden ulaşmak mümkün değildir. İşveren bildirimi olan SSK kayıtları ise gerçek verileri yansıtmaktan uzaktır.
Basına yansıyan iş kazası haberlerinden birkaç örnek verelim. Ağustos ayında Antep Dokuma`da çalışan 17 yaşındaki bir çocuk işçinin dokuma tezgahında can vermesiyle sonuçlanan kaza; İstanbul`da Uki Fabrikası işçilerini taşıyan servisin ehliyetsiz (!) şoförünün hatalı sollamasıyla 7`si kadın 8 konfeksiyon işçisinin ölümü, 27 işçinin yaralanmasıyla sonuçlanan kaza; Kasım ayında Denizli`de bir tekstil işçisinin ölümüyle sonuçlanan kaza...

***

İşçi sınıfının uzun mücadeleler sonucu kazandığı haklardan olan Sosyal Sigortalar Kanunu`nda iş kazaları ve meslek hastalıkları şu şekilde tanımlanmaktadır:

`İş kazası; şu hal ve durumlardan birinde meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedence veya ruhca arızaya uğratan olaydır:

a) Sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla,
c) Sigortalının, işveren tarafından görev ile başka bir yere gönderilmesi yüzünden asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Emzikli kadın sigortalının çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere toplu olarak götürülüp, getirilmeleri sırasında´

Meslek hastalığı ise; `Sigortalının çalıştığı işin niteliğine göre, tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı, geçici veya sürekli hastalık, sakatlık veya ruhi arıza halleri´ olarak tanımlanmaktadır.

Meslek hastalıkları Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü`nde 5 grupta toplanmıştır:

a) Kimyasal maddelerle olan meslek hastalıkları
b) Mesleki cilt hastalıkları
c) Mesleki akciğer hastalıkları (pnömonkonyalar) ve diğer solunum sistemi hastalıkları
d) Mesleki bulaşıcı hastalıklar
e) Fiziki etkenlerle olan meslek hastalıkları´

Tekstil işkolunda, burada ilk grupta yeralan kimyasal maddelere bağlı meslek hastalıklarının daha fazla görüldüğünü söyleyebiliriz. Tekstilde oldukça çeşitli kimyasal madde kullanıldığı için bunlara bağlı hastalıklar daha fazladır. Bu işkolunda sık kullanılan kimyasal maddelere örnek olarak şunları verebiliriz; arsenik, krom, antimon, aldehit, asit, eter, keton, alkol, alkil türevleri, klor vb. Bu kimyasal maddeler genelde; boyama, basma işlemlerinde, kumaşlara buruşmayacak özellik verilmesinde, aşındırma, sertleştirme, temizleme, beyazlaştırma vb. işlerde kullanılır.

Bu kimyasal maddelerin işçiler üzerindeki etkileri ise şöyle özetlenebilir; bulantı, kusma, gastrit, mide-barsak krampları, ishal, kabızlık, ülser gibi sindirim sistemini etkileyen haller, kronik bronşit, anfizem, burun, yutak ve akciğer rahatsızlıkları gibi solunum sistemini etkileyen haller, bölgesel olarak deride görülen yaralar, cilt yanıkları, alerjik cilt hastalıkları, el, saç, diş çürümeleri, baş ağrısı, baş dönmesi, deri kanserleri, karaciğer, böbrek hastalıkları, bilinç bozuklukları, ruhsal ve kişilik bozuklukları, gözyaşı akması, gözde yanık, görme kaybı, merkezi sinir sistemi hastalıkları, felç vb.

Mesleki solunum sistemi hastalıkları; tozlu, havasız ortamlarda çalışmak zorunda bırakılan tekstil işçilerinin sıkça karşılaştığı hastalıklardır. Sağlık işlemleri tüzüğünde bu grup içinde sayılan hastalıklar; öksürük, bronşit, anfizem, sağ kalp yetmezliği ve akciğer hastalıkları vb.`dir. Sosyal Sigorta Kanunu ile ilgili mevzuatta tozlu işlerde işgünü 7,5 saat olarak belirlenmiştir. Ama işyerlerinde hava ölçümleri yapılmadığı için, işyerlerinin mevzuatta belirtilen tozlu işlerin kapsamına girip girmediği bilinmemektedir. Bilinen, tekstil işçilerinin günde 10-12 saat tozlu ortamlarda çalıştırıldıklarıdır.
Sağlık işlemleri tüzüğünde fiziki etkenlere bağlı meslek hastalıkları içinde gürültüden kaynaklı işitme azalması ya da kaybı yeralmaktadır. Yine mevzuatta 80 dB`den yüksek gürültü oranı olan işyerlerinde en fazla 7,5 saatlik işgünü öngörülmüştür. İşyerlerinin sağlığa uygunluğu hiçbir şekilde denetlenmediği için gürültü oranları da ölçülmemekte, tekstil işçileri oldukça gürültülü ortamlarda uzun saatler çalıştırılmaktadır.

Tüzükte fiziki etkenlerle görülebilen hastalıklar içinde; terzilerde sürekli lokal baskı sonucu kireçlenme, hareket zorluğu, kumaş kesme işlemi gibi sürekli el bileğinin çalışmasıyla yapılan işlerde yorgunluk, uyuşma, karıncalanma, sinir felci gibi rahatsızlıklardan da bahsedilmektedir.

Mesleki cilt hastalıkları ise, mineral yağlarla yağlanması gereken makinelerle yapılan kesme ve dokuma işlemleri nedeniyle görülmektedir. Mesleki bulaşıcı hastalıklar da, hayvan kılı, tüyü vb.`nin işlenmesiyle hayvandan insana geçebilecek hastalıklardır; şarbon, verem, tetanoz gibi.

Bahsettiğimiz meslek hastalıkları tüzükte belirtilen hastalıklardır, ülkemizde bu konuya gereken ilgi gösterilmediği için bu kapsam genişletilmemektedir. Alınması gereken önlemler de, hiçbir şekilde uygulanmayan, kağıt üzerinde kalan önlemlerdir.

Geçmişte işçi sınıfının verdiği mücadelelerle kazanılan hakların kağıt üzerinde kalmamasını sağlamak, kazanılmış haklara yenilerini eklemek ancak mücadelelerle mümkün olacaktır. İşçi sağlığına uygun çalışma ortamı ve koşulları için gerekli düzenleme ve önlemler işçilerin temel taleplerinden biri olmalıdır. `İş güvenliğine ve sağlıklı çalışma ortamına ilişkin teknik ve sıhhi düzenlemeler ve önlemler. Bunun işyeri temsilciler kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetimi. İşçi temsilcilerinin yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliği´ için mücadele edilmelidir. (TKİP Programı`nın `Emeğin Korunması´ bölümünden..)

***

Sosyal Sigortalar Kanunu`nda iş kazası ve meslek hastalıkları sonucu mağdur olan işçilere yapılacak yardımlar şöyledir: Sigortalının hekime muayene ettirilmesi, hekimin lüzum göstereceği klinik ve laboratuvar muayenelerinin yapılması, gerektiğinde sağlık kurumlarına yatırılması, tedavi süresince gerekli ilaç ve iyileştirme araçlarının sağlanmasıdır. Bu yardımlar sigortalının sağlık durumunun gerektirdiği sürece devam eder. İş kazası ve meslek hastalığı sonucu geçici iş göremezliğe uğrayan sigortalıya her gün için geçici iş görmezlik ödeneğinin verilmesi, sürekli iş göremezlik hallerindeyse gelir verilmesi gerekmektedir. Eğer işçinin ölümü ile sonuçlanan bir kaza veya hastalık sözkonusuysa, cenaze masraflarının karşılanması ve hak sahiplerine gelir bağlanması gerektiği kanunda belirtilmiştir.

Sigortasız çalıştırmanın yaygın, iş kazası ve meslek hastalığı riskinin oldukça yüksek olduğu tekstil sektöründe sigortalı olma ihtiyacı ortadadır. Bir de, sağlık hizmetlerinin oldukça pahalı fiyatlandırıldığı bir sistemde yaşıyorsanız ve sefalet ücretleriyle geçinmek zorundaysanız...

Mevcut haliyle tüm yetersizliklerine rağmen, sigorta kazanılmış bir haktır ve sahip çıkılması gerekmektedir. Bu haliyle bile sigorta hakkının çok görülmesine, özelleştirme yoluyla saldırılmasına, sağlık kurumlarının kâr getiren işletmelere çevrilmek istenmesine karşı `Herkese parasız sağlık hizmeti!´; işçilerin sigortasız bırakılmak istenmesine karşı `Tüm çalışanlar için genel sigorta!´; sigortalı olsak bile sigorta primlerini yatırmayıp bu hakkımızı gaspedenlere karşı, `Sigorta primlerinin devlet ve işveren tarafından ödenmesi ve Sosyal Sigorta Kurumları`nda işçi-emekçi denetimi!´ni talep etmeliyiz.

***

Bir tarafta, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı önlem almayan ve eğitim vermeyenler; zararlı kimyasal maddeleri ucuz diye tercih edenler; pahalı diye makinelerinin düzenli kontrolünü yaptırmayıp iş kazası riskini artıranlar; bizleri tozlu, pis ve gürültülü ortamlara, bozuk yemeklere, pis içme sularına mahkum edenler; iş kazaları ve meslek hastalıklarına yakalandığımızda sigortasız çalıştırıldığımız için parayla sağlık hizmeti satanlar; sefalet ücretlerine mahkum ettikleri için tedavi olamayıp sakat kalma ya da ölüm seçeneğini dayatanlar; zorunlu mesailerde ömrümüzü tüketenler, dahası bunun parasına bile göz koyanlar; özelleştirmeleri dayatanlar; sendika hakkımızı gaspedenler ve hakkımızı isteyince kovanlar; direndiğimizde askeriyle, polisiyle saldıranlar, cezaevlerine gönderenler ve hücre tipi cezaevleriyle bizleri imha etmek isteyenler, yani kapitalist sömürücüler ve onların uşakları... Diğer tarafta ise onuruyla yaşamak için direnen işçiler ve emekçiler...

İşçiler ve emekçiler, kurtuluşlarının kendi ellerinde olduğu bilinciyle, kazanan taraf olmak için mücadeleyi yükseltmelidirler.

* Tanımlamalar YODÇEM-Endüstri Sağlığı ve Meslek Hastalıkları kitabından alınmıştır.