04 Ağustos '01
Sayı: 20


Kızıl Bayrak'tan
Sosyal yıkım ve "sosyal patlama"

Bozacının şahidi şıracı

"Taleplerimiz karşılanıncaya kadar direnişimiz devam edecektir!..."

Tayyipçi "yeni oluşum" parlatılıyor
Açığa çıkan yalanlar
Sınıf ve kitle hareketi
"Ortak talepler etrafında birleşerek mücadele etmeliyiz"
"Saldırılara karşı mücadeleyi Hacıbektaş'ta yükseltelim"
"Yüce Türk adaleti derin devletin elinde"
Ordu ve yolsuzluk
PKK-DÇS: 2 Ağustostan günümüze...
Sınıf hareketinin sorunları
Uluslararasi politika
'96 Zindan direnişi
Ölüm Orucu Direnişi 289.gününde sürüyor
Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli yoldaşın direniş günlüğünden

Basından

Mücadele Postasi

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortak taleplerimiz etrafında birleşerek
mücadele etmeliyiz!

Kısa bir süreliğine çalışmış olduğum ve metal işkolu üzerine faaliyet yürüten küçük bir atölyedeki çalışma koşullarına, ülkedeki işçi ve emekçilere dayatılan ağır koşullara örnek olması bakımından değinmek istiyorum. Bu, programımızın işçi sınıfı ve emekçilerin acil çıkar ve ihtiyaçları için formüle etmiş bulunduğu istemlerin çalışma ve yaşam koşullarımızı ne denli başarıyla kavradığını, bu çerçevede bu istemlerin yaşamsal anlamını ve önemini de ortaya koyacaktır.

Kriz gerekçesi ile ücretlerin olabildiğince aşağı düşürülme politikası her yerde olduğu gibi burada da geçerliydi. Öyle ki ilk girişte verilmesi gereken asgari ücret bile verilmemekte, üstelik onun da altında bir ücret dayatılmaktaydı. İnsanca yaşamaya yetecek asgari ücretin bugün 650-700 milyon olması gerektiği, `yoksulluk sınırı´hakkında yapılan incelemeler ve açıklanan raporlardan da görülebilir. Açlık sınırının bile 300 milyon olarak saptandığı bu ülkede, buna rağmen asgari ücretin 107 milyon gibi komik bir rakam olarak açıklanması yetmiyormuş gibi patronların bunun da altında bir ücret teklif etmesi bizlerle alay etmesi anlamına geliyor.

Küçük atölyelerin genelinde bu sorunu yaşayan biz işçiler `İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!´ talebini ileri sürmedikçe ve bu talep uğruna kararlı bir mücadele yürütmedikçe böylesi dayatmalara maruz kalmaktan kurtulamayız. Tabii bu dayatmaların kendisi, kapitalizmin ve burjuva demokrasilerinin, işçi ve emekçilere sunduğu `özgürlüğün´sınırlarını da göstermektedir. Bu koşulları beğenmeyen, istemeyen çalışmamakta `özgürdür´. Ancak tam da kapitalizmin özbeöz çocuğu olan işsizlik olgusu, (ki bunun etkisini kriz vesilesiyle hepimiz daha iyi görmekteyiz) biz işçilerde bu `özgürlüğe´ kaşı `itici´bir etki yapmaktadır. Böylelikle `aç kalmaktansa´düşük bir ücretle çalışmaya bile `razı edilmekte´yiz.

İşsizlik, işçi ve emekçileri maddi yönden yıkarken, ağır çalışma koşullarına razı olmalarını da getiriyor. Bu nedenle `Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!´ talebinin önemine işaret ederek bu talep uğruna mücadeleyi bugünden yarına kesintisiz bir şekilde yürütebilmeliyiz.

Asgari ücretin altında bir ücret dayatması, otomatikman sigorta hakkının da gaspedilmesi anlamına gelmekteydi. Sigortanın küçük işletmelerde nasıl zorlu bir mücadele sonucunda elde edilebildiği hepimiz biliyoruz. Bu hak kriz bahanesiyle hafızalardan artık iyice silinmek istenmektedir. Bir yandan da sermaye devleti `mezarda emeklilik´yasası ile, SSK`ları özelleştirme çalışması ile, kıdem tazminatını kaldırmaya dönük çabaları ile, bunu sigortalı işçi ve emekçilerden vergi sağlanması dışında işlevi olmayan bir araca dönüştürmeyi amaçlamaktadır. Buna karşı işçi ve emekçilerin de `Tüm çalışanlar için genel sigorta (işsizlik, sağlık, kaza, yaşlılık, vb.)!´talebini ileri sürmesi ve bunu `Sigorta primlerinin devlet ve işveren tarafından ödenmesi. Sosyal sigorta kurumlarında işçi ve emekçi denetimi´talebiyle birleştirmesi, bunun için mücadele etmesi gerekir.

Çalıştığım atölyedeki haftalık çalışma saati 49 saatti. Bu çalışma saati (ki bunun içine molalar dahil değil), mevcut yasalardaki haftalık çalışma saatinden uzun, ancak fiiliyatta uygulanan ve kanıksatılmış olan haftalık çalışma saatlerine oranla, `görece´kısaydı. Herhangi bir eylemliliğimizde bizleri `yasalar´çerçevesinde hareket etme noktasında uyaranlar, çıkarları sözkonusu olunca kendi yasalarını bile çiğnemekten geri durmamaktadırlar.

Haftada 4-5 saat olmak üzere ayda en aşağı 18 saatlik bir sürenin fazla mesai olarak hesaplanması gerekirken, bu normal saat ücreti üzerinden hesaplanarak ücretlerimizden çalınmaktaydı. Çalışma sürelerinin uzunluğu biz işçi ve emekçilerin iş ve ev arasında bir ömür tüketmesine neden olurken, insanca yaşayabilmek için gerekli olan sosyal-kültürel aktivitelere katılmamızın, siyasal faaliyetlerde bulunmamızın da önünde engel teşkil etmektedir. Bedensel ve zihinsel yönden aşırı bir yıpranmaya maruz kalmamıza neden olmaktadır. Onların tatlı kârlarını artırmak için ömrümüzün böyle tüketilmesine karşı çıkmalı ve `7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!´ ile `kesintisiz iki günlük hafta tatili´ talebini öne sürmeliyiz.
Verdikleri bu kadar düşük ücretlerle bizleri fazla mesai yapmaya `zorlayanlar´, bu ücretleri de ya normal saat üzerinden hesaplayarak vermemekte, ya da saat ücretlerini işlerine geldiği gibi hesaplayıp (toplam çalışma saati üzerinden değil de gün hesabı yaparak) düşük tutmaktadırlar. Ayrıca fazla mesailer sayesinde yeterli olmayan ücretlerimizin artırılması talebinin de önüne geçilmek istenmekte, ihtiyacımızı fazla mesailer üzerinden karşılama yoluna teşvik etmektedirler. Ücretlerin düşürülmesi ve çalışma saatlerinin uzatılması bakımından fazla mesailere karşı çıkmalı, `Her türlü fazla mesainin yasaklanması´talebini ileri sürmeliyiz.

Atölyede yaşanan sorunlar bunlarla da sınırlı değildi. Kriz vb. gerekçeler gösterilerek ardı arkası gelmeyen `fedakarlıklar´isteniyordu. Örneğin ustabaşı bir yıldır zamsız çalışıyordu. Yine taşınacağımız gerekçesiyle öğlen yemeklerimiz `idareten´ekmek arası domates oluyordu. Tabii suç birazda bizdeydi, zira patronların bu dayatmalarına karşı birleşip ortak hareket edemiyorduk. Biz tepkimizi gösteremediğimiz oranda onlar tepemize biniyorlardı. Bize temin edilmesi gereken iş eldivenini isteyebilmek bile bir sorun haline geliyordu. Ya da çalıştığımız yerdeki sağlık koşullarının sağlanması isteği.

Sağlıksız koşulların düzeltilmemesinin ve bizim de boş vererek ısrarcı davranmayışımızın sonuçlarını gelecekte çok ciddi rahatsızlıklar geçirerek yaşayacağız. Bu sebeple; `İş güvenliğine ve sağlıklı çalışma ortamına ilişkin teknik ve sıhhi düzenleme ve önlemler. Bunun işyeri temsilciler kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetimi. İşçi temsilcilerinin yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliği´nin kurulması vb. istemler için kararlılıkla mücadele etmeliyiz. Nasıl ki yaşamımızı bize patronlar bahşetmediyse, onun böyle sağlıksız koşullarda harcanmasına da biz izin vermemeliyiz.

Çalıştığım atölyedeki bu sorunlar üç aşağı beş yukarı her iş yerinde yaşanmaktadır. Ancak sorunlarımız bunlarla sınırlı olmayıp, daha genel kapsamı içeren sorunlarımız da vardır. Örneğin özelleştirme saldırıları, mezarda emeklilik sorunu, esnek üretim, işsizlik, SSK`ların tasfiye edilmek istenmesi, krizin ağır faturası vb. gibi.

Hücre saldırısı, İller İdaresi Yasası, TMY ve DGM`ler ise bunları tamamlayan siyasal saldırıları oluşturmaktadır. Kararlı, birleşik bir mücadele yolu tutmadığımız oranda bu saldırıların daha da artarak ağır bir yıkıma yolaçması kaçınılmazdır.
`Hücrelerin yıkılması´talebini de ileri sürerek, bu konuda devrimci tutsaklarla dayanışmayı yükselterek, `Krizin faturası kapitalistlere!´şiarı çerçevesinde mücadele etmek günün en acil görevidir. Vereceğimiz bu mücadeleyi çalıştığımız yerlerden başlayarak geliştirmenin ve genelleştirmenin imkan ve araçlarını yaratmaya çalışmalıyız.

Bunun için de herşeyden önce beraber çalıştığımız sınıf kardeşlerimizden başlayarak, diğer atölye ve fabrikalardaki sınıf kardeşlerimize ulaşabilmeli, onları sorunlarımızı ortak bir mücadele ile aşabileceğimiz konusunda ikna ederek, mücadelenin en can alıcı yanı olan sınıf dayanışmasını örebilmeliyiz. Fabrika ve atölyelerde mücadele komiteleri vb. oluşturarak, taban inisiyatifleri temelinde örgütlenmeli ve hareket etmeliyiz. Bölgesel veya sektörel düzeyde kurulacak işçi platformları gibi araçlarla bunu merkezileştirmeliyiz. Bu tarz birlikteliklerin verdiği güç ve güvenle de sermaye devletinin topyekûn saldırılarına karşı topyekûn bir karşı koyuş örgütleyerek haklarımızı koruyabilir, geliştirebiliriz.

Ülkemizin emperyalist ve yerli tekeller tarafından talan edilmesine ve bizlerin yaşamını cehenneme çevirmelerine karşı mücadele etmek dışında başka bir seçeneğimizin olmadığı bir gündeyiz. Bu mücadelede bize ışık tutacak temel stratejik parola ise, `Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!´parolasıdır.

Bir metal işçisi