ÖÖ direnişçisi/TKİP tutsağı Muharrem Kurşundan bir öncü işçi etkinliğine mektup... Emek ordusu öncü müfrezesine
sahip bugün... Merhaba işçi kardeşler, Hep bir ağızdan, bir yürekten yakılan türkü gibi gerçekleştirdiğiniz
bu etkinliğiniz; 7. ayını doldurup 8. ayından gün almaya başlayan Ölüm
Orucu Direnişinde bir Ölüm Oruçcusu olarak, benim için büyük bir
mutluluk ve coşku nedenidir. Çoğunuz için 7-8 ay süren bir Ölüm Orucu devasa boyutlara ulaşıyor.
Nesnel olarak böyle de aslında. Aynı zamanda çoğunuz için, Ölüm Oruçcuları
kafanızda çok farklı yerlere oturuyor. 7-8 aydır sermayenin karşısında,
ölümü teslim alarak, diz çökmeyen yiğitler olarak görüyorsunuz onları.
Bu, Ölüm Oruçcularını partisi içinde bir yerlere yerleştirdiğimizde
bir anlam taşır. Partisinden yalıtarak Ölüm Oruçcularını sadece bireyler
olarak görürsek, sermayenin tuzağına düşeriz. Şöyle anlatayım. 1. ekip Ölüm Orucu savaşçılarından biriyim. Bugün ikiyüz küsurlu günlerdeyiz.
Bu kadar gündür bu direnişin içinde olan biri olarak, bu bana bile devasa
geliyor. Akıl alır gibi değil, müthiş bir güç olması gerek, bu kadar
gün sermayeyle açlık silahıyla vuruşmak için. İşte tam da burada ben
kendimi partimden ayrı bir kişi olarak düşündüğümde (...) 7 aydır olduğu gibi bu gün de kendimi çok güçlü hissediyorum. Belki o gün yaşıyor olmayacağım, ama göreceğimiz zafere inancım hiç
mi hiç sarsılmadı. Bir 7-8 ay (...) açıkçası beni böyle güçlü konuşturan
bir güce dayanıyorum: Partime. Beni böyle güçlü kılan partimin (...) birinin güçlü bir ordu içinde,
ölümcül görevleri zorlanmadan üstlenmesi ve başarması gibi bir şey bu. Bu anlatılamaz ancak yaşanır dedim. Oysa ki anlatabilmeyi çok istiyorum. Sermayenin kendi krizini siz işçi ve emekçilere fatura etme saldırısı
hala sürüyor. Çoğunuz işten atıldı ya da atılacak, pek çoğunuz da açlık
sınırında, hatta altında ücretlerle çalışıyorsunuz. Tek tek bireyler
olarak içinizde çok yiğitler var. Ama tek kişi olarak kendinizi güçsüz
hissediyorsunuz. Aslı da bu zaten, tek kişi olarak güçsüzsünüz. Oysa
gerçekte alabildiğine güçlü bir emek ordusunun üyelerisiniz. Ve bu ordu
içinde en güçsüz olanınız bile bütünün bir parçası olarak epey güçlüdür.
Tek başına küçük bir taşı dahi kaldıramayacak kadar güçsüz (...) Dostlar, kardeşler! Sizler her biriniz, işçi-emekçilerin toplamından
oluşan emek ordusunun birer üyesi, bu bütünün bir parçasısınız. Bunu
duyumsadığınızda, en güçsüz olanınız bile kendini çok güçlü hissedecektir.
Anlatılmaz ancak yaşanır demeye çalıştığım buydu. (...) Sermayenin Amerikalı Kemal Derviş aracılığıyla sunduğu son paketin
düzenlemelerine kabaca baktığımızda dahi, krizin faturasının yine işçi
ve emekçilere yüklendiğini görüyoruz. Krizin asıl sorumlusu sermayeye,
hele ki büyük sermayeye dokunulmuyor. Baştan beri böyleydi zaten, krizin
sorumlusu sermaye, ama faturayı ödeyen işçi ve emekçiler. Yeni işten
çıkarmalar olacak, ücretler iyice düşürülecek, yaşam ise pahalanacak.
Yani, öncekilerden farksız ama daha şiddetli açlık ve sefalet saldırısı
hazırlandı ve uygulamaya sokuldu. Sermaye bu saldırıyı hayata gerçirmekte
çok da zorlanmıyor. Peki sermaye böyle davranma gücünü nereden buluyor? Suçluyu başka yerde
aramaktansa önce kendimize bakmalıyız. Koskoca bir ordunun üyeleri iken
bölük, parçalı, tek tek duruşumuzdan güç alarak pervasızca saldırıyor.
Burada hep birlikte söylediğimiz bir türkü bile sermayeyi korkutabilirken,
tek başımıza en ufak bir korku uyandıramıyoruz. Tam tersine biz korkuyor,
siniyor, kabuğumuza iyice çekiliyoruz. İşte bütün sorun da burada. Sorun,
bir ordunun, emek ordusunun üyeleri olarak güçlü olan bizlerken, dağınık,
parçalı, tek tek yalnız kişiler olarak çok güçsüz olmamızda. Bu durumda çok fazla söze gerek yok. Yapılması gereken ilk şey ordumuzu
toplamak. Bunu başarmadan, başarabileceğimiz pek bir şey yok. *** Bir kez daha söylemek gerekirse, Ölüm Orucu Direnişimize bakarak bizleri
güçlü görenler bilmeli ki, gücümüzü partimizden alıyoruz. Hatta bugün
dağınık olan emek ordusundan alıyoruz. Ben partili kimliğimle bugüne
dek ayakta durdum ve asla diz çökmeyeceğim. Bunun dışında bir kimliğim
yok ve olamaz da zaten. İşçi ve emekçiler de emek ordusunun üyeleri olarak güçlüler ve emek
ordusu öncü müfrezesine sahip bugün. Devrimci programını göndere çekmiş
bir müfrezeye, işçi sınıfı partisine sahip. Kazanmak için herşeye sahibiz.
O halde kazanmak zorundayız. Kaybetmek ölüm çünkü. Burada hep birlikte yaktığınız türkülerinize bir ses de ben katayım
istedim. Bunu başarabildimse ne mutlu bana. Türkülerimizi zafer marşlarıyla
bitirmeliyiz. Hepinizi hasretle ve sevgiyle kucaklayıp, zafer coşkusuyla
öpüyorum. M. Kurşun
Düşünce eşittir eylem, düşünmek yasak! (Bu parça Themos Kornarosun Fırtına Çocukları
(1948) ... Her yerde aynı şeyle karşılaşırsın. Tuzaktan kurtulup gerekli
dönüşümlere girişmek için vurdumduymazlıkla uyuşukluğun yetmediğini
anladığın anda da düzen düşmanı çamuru hazırdır senin için!
İşte o zaman halin dumandır, izlediğin yollardan biri de seni buraya,
cezaevine kadar götürür... ... Nedir burası, şu bulunduğumuz yer? Yasal katliamın cirit
oynadığı, dilediklerini elde edemedikleri, bulamadıkları için şimdi
de bir başka yer, bir başka hava aradıkları, giderek de Makronisi denilen
işkence adasını keşfettikleri bu yer nedir? ... Buraya, öncü saydıkları binlerce insanı tıkmışlardır. Düşünen,
baş olan. Bu başları şimdi değersiz şeylermiş gibi, karınca ezer gibi
eziyor, koparıyorlar. Ama asıl amaçları bizi öldürmek değil. Bizi öldürmeleri
bir araç onlar için. Amaçları ölüm korkusuyla insanların düşüncelerini
yanıltmak, yanlış yönlere yöneltmek... ... Biz arkadaşlar, birer kobaydan başka bir şey değiliz. Çevremizde
olup bitenlerle bundan böyle ilgilenmeyeceğimiz konusunda kendileriyle
bir anlaşma imzaladığımız zaman, bütün kapıları ardına kadar açıp bizi
koyuverecekler. Gönüllü tutsaklığın örnekleri olarak koyuverecekler
bizi dış dünyanın orta göbeğine! Yılgınlık ve vazgeçme, çözülme vebasının
mikroplarını taşıyan, bunlarla başkalarını aşılamaya yarayan portörler
gibi! Yani yabancıların ta başlangıçtan beri istedikleri şeyi yapmamızı
sağlayacaklar. Yani azla yetinen bir ulus olmamızı. Solucanlar kadar
korkak. Çünkü yiğitten ödleri kopuyor! Nasıl türkü çağırarak ölüme gittiğimizi gördüler, biz özgür yiğitlerin.
Deneyleri boşa gitmişti, başarısız olmuştu. Ne bireyler ne de topluca
halk ölümden korkmaz olmuştu artık. Tam tersi şimdi. Bir silkiniş, bir
yiğitlik! Korkmuyor halk, sinmiyor, kendi çocukları olan öncülerine
benzemek istiyor halk da. Kendisini bir sürüngen gibi yaşamaya zorlama
çabalarına karşı koyuyor, direniyor. Düşmanlar insanlık onurunu hiçe indirmek amacıyla yeni yöntemler
aramaya başlamışlardır. Düşmanın bilgeleri oturup düşünmüşler, kararlarını
vermişler; kitlelerden gelecek tehlikenin çanları çalıyor, bu tehlike
kapılarımıza dayandı. Kitleler ölüme alıştı artık. Kendi hayatı bir
yana, gerçekler bir yana. Yeğ biliyor gerçekleri kendi yaşamından. Korkutmacalar,
ürkütmeceler, fikir cambazlıkları, felsefe oyunları, uyuşturucu maddeler,
zehirli şiirler ve de tanrılarımız artık para etmiyor. Şimdi en bilgisizlerimiz
bile eski bilgelerin ayarında. Tek bir yol kalıyor bizim için: Düşünü
yerinde saydırmaya yarayan o denenmiş bilgece buluşları
çöp tenekesine atalım. Bunlar gereksiz artık. Esrar para etmiyor şimdi.
Günümüzün düşünce akımına hiçbir uyuşturucu madde etkili olamıyor. Şunu
öneriyoruz: Bilgelerimiz, rahiplerimiz, yasa yapıcılarmız, ozanlarımız,
tüm seçkinlerimiz, kuramları, metafiziği, dolambaçlı yolları bir yana
itmeli, düz yola inmelidirler. Kişioğlunun gövdesi olmalıdır, hedefleri
artık. Yeni işkence yöntemleri gerek! Özgün acılar! Aşamalı ıstırap!
Kutsal kitapların cehennemi çok uzaklarda kaldı şimdi. Onu yeryüzüne
indirmek gerek. Yığınların ölüm korkusuna dayandıkları doğru ama, bilimsel
ve örgütlü acılara dayanaamalıdır! İçlerinden en dayanıksızları diz
çöküp yalvaracaklar, secdeye gelecekler. Dayanıklı olanlar akıllarını
oynatacaklar... Bu her iki durumda da düşünce ateşini yitirecektir.
Hiç kimse ayakta durabilme gücünü bulamayacaktır kendinde... ... İşte böyle bir kararın uygulanmasından sonradır ki, Makronisi
işkence adası keşfedilmiştir. Orada olup bitenler kaşiflerinin bile
aklına hayaline sığacak cinsten değil. ... Göğüs göğüse bir savaştan sonra ölümü yenilgiye uğrattık.
Küçülttük onu karşımızda, rezil ettik. Şimdi daha da güç bir savaşa
başlıyoruz. Bilimsel ve örgütlü acılara karşı savaşacağız. Güzeli, insanlığı,
özgürlüğü ve de yurdumuzu eğer gerçekten seviyorsak bu savaşta da yeneceğiz.
Şimdi hepimiz bu yeni meydan savaşına kendimizi hazırlamalıyız. İşkence
adasından gördüğümüz şu berbat durumda dönen Andon kardeşimiz hem pek
yiğit, hem de pek bilgili ve bilinçli bir arkadaşımız. Tek eksikliği
bu yeni meydan savaşının koşullarını iyice bilmemiş olmasıydı... Arkadaşlar, cehennem bölgesi aşılmaz bir yer değildir. Onu da
küçülteceğiz karşımızda, rezil edeceğiz, onu da aşıp savaşlarımızın
son aşamasına da varacağız. Nedir bu son aşama? Ne olmasını istiyorlar
bu son aşamada? Umudumuzu yitirmemizi istiyorlar! Böyle bir umutsuzluk,
onlara, yani düşmanlarımıza güç verecek, rahipleriyle, yasa yapıcılarıyla,
ozanlarıyla yollara dökülecekler, yalın kılıç; bu kılıcın sırtında da
şunlar yazılı olacak: Düşünce eşittir eylem. Düşünmek yasak! ... Böyle bir şeyle karşılaştığımız zaman dünyanın sonu geldi
demektir arkadaşlarım. (...) Fırtına Çocukları (Can Yayınları, s.256-58, 3. baskı,
1988) |
|||||