Kapitalizme karşı
yeni bir mücadele dönemi...
Kapitalizme hayır, sosyalizme
evet! Kapitalizme karşı mücadelenin giderek güç kazanacağı bir süreç başlıyor.
İşçi sınıfı, toplumun ezilen ve sömürülen katmanları, yaşadıkları deneyimlerin
ardında bir kez daha çareyi kapitalizme karşı mücadele bayrağını yükseltmekte
görüyorlar. Göteborgta Vahşi kapitalizmi parçalayın!,
Kapitalizme hayır, sosyalizme evet! şiarı altında gerçekleşen
büyük kitlesel gösteriler, gelişecek olan mücadelenin hedefini somutluyor. AB Zirvesi haydutlar takımına zehir oldu. Toplantı boyunca onbinlerce
gösterici eylemlerini sürdürdüler. Yaklaşık 25 bin kişilik kitle Göteborg
sokaklarını savaş alanına çevirdi. Finans kuruluşları tahrip edildi,
göstericilere vahşice saldıran polis püskürtüldü, polis araçları tahrip
edildi, atlı polisler yerlerde süründü. İki gün boyunca süren çatışmalarda,
aralarında polislerin de olduğu onlarca kişi yaralandı, bine yakın kişi
gözaltına alındı. Kitlesel ve sokak çatışmaları biçiminde süren gösteriler ve öfkeli
kitle karşısında çaresiz kalan İsveç polisi göstericilere kurşun yağdırdı.
Çeşitli kaynaklar şehirdeki durum korkunç, bu bir trajedi
diyen İsveç Başbakanı Goran Persaonun polislere şiddet kullanmaları
yönünde direktif verdiğini açıkladı. İsveç polisinin göstericiler üzerine
kurşun sıkmasının ardından Adalet Bakanı, sorun polisin ne tipte
mermi kullandığı değil, 400500 kişilik grubun çatışma çıkarmasıdır
biçiminde açıklama yaparak göstericileri suçladı. Zirvenin haydutları,
bundan böyle daha sert önlemlerin alınması, AB üyesi ülke vatandaşlarının
pasaportsuz ve vizesiz dolaşmasını sağlayan Schengen vizesinin geçici
olarak askıya alınması gerektiği konusunda birleştiler. Böylece AB yasalarına
yer alan seyehat özgürlüğü keyfi olarak bir tarafa atladı. Göteborg protestoları, protesto karşısında ortaya konan tutum ve alınan
kararlar, burjuva demokrasisinin bütün bir özünü yansıttığı gibi, onun
gerektiğinde nasıl da çıplak bir diktatörlüğe dönüşebileceğini tüm açıklığıyla
ortaya seriyor. Avrupanın en demokratik ülkesinde
ve bütün demokrasi sevdalısı şeflerin biraraya geldiği kentte polis
terör estiriyor, kitlelere kurşun sıkıyor. Emperyalizmin demokrasisi
budur. Kitlelerin mücadelesi karşısında insan hakları ve demokrasi anında
bir kenara itiliyor, burjuvazinin gerici şiddeti devreye giriyor. Bütün burjuva basın-yayın kuruluşları, karalama ve saptırma çabalarının
yanısıra, göstericileri çapulcu ve yağmacı olarak tanımlamaktan ziyade,
vahşi kapitalizm karşıtları, Küreselleşme, AB ve ABD
karşıtları olarak sunuyor. Bu kapitalizme karşı mücadelenin giderek
meşruyet kazandığı anlamına geliyor. Emperyalist kuruluşların, birliklerin zirvelerindeki protesto gösterileri
ve gösterilerde öne çıkan şiarlar dikkate değer bir evrim yaşıyor. Önceki
gösterilerin şiarı Kapitalizm öldürür! biçimindeydi. Bu
şiar kapitalizmin yıkıcı sonuçlarına işaret ediyordu. Daha sonraları
öldüren kapitalizmin öldürülmesi bilincini ifade eden, ama yerine net
bir alternatif koymayan Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürün!
şiarı zirve protestolarına damgasını vurdu. Şimdi ise kapitalist sistemin
karşısına sosyalizm alternatif olarak sunuluyor ve bu Kapitalizme
hayır, sosyalizme evet! sloganında net ifadesini buluyor. Önümüzdeki
süreçte bu sloganın daha geniş emekçi yığınlar tarafından sahiplenileceğinden,
sosyalizmin giderek büyüyen bir özlem ve umut haline geleceğinden kuşku
duyulmamalıdır. Göteborg protestolarındaki aşırılıklar, kontrolsüz ve hedefsiz
biçim ve tarzlar bir yana bırakılırsa, eylemin içeriğini Kapitalizme
hayır, sosyalizme evet! sloganı belirledi. Önemli ve anlamlı olan
da budur.
Emperyalizmin Göteborg zirvesi İsveçin Göteborg kentinde 16-17 Haziranda yapılan AB devlet
ve hükümet başkanları zirvesine anti-kapitalist, anti-emperyalist gösteriler
damgasını vurdu. Sömürü ve yağma üzerine kurulu emperyalist birlik olan
AB Zirvesinde, Avrupanın geleceğini ilgilendiren,
demek oluyor ki, emperyalist-kapitalist sömürü düzeninin geleceğini
güvenceye alacak olan sorunlar tartışıldı. Kapalı kapılar ardında tartışılıp
gizli tutulanlar dışta tutulursa, kamuoyuna sunulan zirvenin gündemini,
ABnin genişletilmesi, işsizlik ve çevre sorunu, Avrupa Güvenlik
ve Savunma Politikası konuları oluşturuyordu. Kyoto, Füze kontrolü,
Ortadoğu ve Balkanlardaki sorunlar da tartışma konuları arasındaydı.
İki gün boyunca devam eden ve kimi zirvecilere olası halk ayaklanmalarının
işaretleri dedirten onbinlerce kişinin şiddetli protesto gösterileri
sonucu toplantının güvenlik sorunu da önemli bir gündem maddesi haline
geldi. Bundan sonraki zirvelerde benzer olayların yaşanmaması için AB
bakanları arası bir komite kuruldu. Göteborgdaki şiddetli kitlesel protesto gösterileri emperyalistleri
şaşkına çevirmiş ve derin bir kaygıya gömmüş bulunuyor. Yapılacak zirvelerin
güvenliği önemli bir sorun teşkil ediyor. Öyle ki daha şimdiden 20-22
Temmuzda İtalyada yapılacak olan G-8 Zirvesinin korkusu
yaşanıyor. Sert çatışmalara tanık olan İtalya başbakanı, bir liman kenti
olan Cenovanın böyle bir zirveyi kaldıramayacağını, kente
girişi olan 241 yolun kapatılması durumunda bile gerilla savaşının kaçınılmaz
olduğunu söylüyor. Ve zirvenin Bahama adalarında denizde bir geminin
içinde yapılmasını öneriyor. Başbakan, böylesine riskli bir organizasyonu
üstlenen eski solcu hükümete isyan ediyor. Dünya Bankasının
Barselonada yapılacak yıllık toplantısı da iptal edilmiş durumda.
Göteborgdaki gösterilerin yarattığı ürküntü, emperyalist şefleri
bu tür toplantıları artık internetin sanal dünyasında yapma eğilimine
yöneltiyor. Zirvede Avrupa Birliğinin genişletilmesi en önemli tartışma konularından
birini oluşturdu. Aday ülkelerin saptanmış bir tarihte üyeliğe alınmasına
Almanya ve Fransa bazı ülkelerin gerekli reformlar için zamana
ihtiyacı var gerekçesiyle itiraz etti. İsveçin müdahalesiyle,
üyelik kriterleri ile süreç kesintisiz bir hızla sürerken yol
haritası hazır olan (bu, ülkelerin önüne konan ev ödevi oluyor) ülkelerle
müzakerelerin 2002 yılına kadar tamamlanması ve 2004 AB Parlementosu
seçimlerine üye olarak katılması hedefi konuldu. Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelere azınlık haklarına önem vermesi
uyarısı yapıldı. Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomilerinin
modernleşmesinin gerekliliği dile getirildi. 15 aday ülkeye karşı genişleme
politikası saptandı. İrlanda örneğinde görüldüğü gibi, referandumda
birliğe girmeme yönünde tutum belirleyen halkların iradesi hiçe sayılıyor. ABnin aday ülkelerde aradığı kriterlerin çoğu kitleleri aldatma
amaçlıdır. Onların sözüm ona insan hakları savunuculuğuna, azınlık hakları
bekçiliğine vb. soyunmaları tam bir ikiyüzlülüktür. Dünyanın çeşitli
bölgelerinde halkların kanını akıtan, başta Kürt ve Filistin halkının
haklarını inkar eden haydutların azınlık hakları çığırtkanlığı yalandan
ibarettir. ABli emperyalistlerin sözkonusu ülkelerde istedikleri
gerçekte kendi çıkarlarını savunmaktan başka bir şey değildir. Onlara
göre aday ülkelerin kalkınması, ilerlemesi, gelişmesi ve demokrasinin
yerleşmesi, emperyalizmle tam bir bütünleşme ve ona sadakat ölçüsünde
olanaklıdır. Emperyalist normlar kabul edilmediği sürece, gelişme bir
yana ayakta kalmanın bile olanaklı olamayacağı propaganda edilmektedir. Aday ülkelerde ABnin istediği ekonomik hedeflere ulaşmayı ifade
eden ekonomik programların uygulanması ancak işçi ve emekçilerin aşırı
sömürülmesi ve kitlelerin yoksullaşmasıyla mümkün olabilir. Emekçilerin
yıkım saldırısına sessiz kalmayıp direnç göstermeleri durumunda, devletin
zoruyla karşılaşacak ve demokrasi rafa kaldırılacaktır. AB zirvesinde işsizlik ve çevre sorunu üzerine söylenenlerin tümüde
samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük ifadesidir. Kapitalizmin bizzat nedeni
olduğu işsizlik sorunu karşısında yapacağı bir şey yoktur. Nitekim zirvede
işsizlikle mücadele üzerine çok konuşulmuş, ama ortaya bir şey konamamıştır.
İşsizlik sorununa sözümona çözüm arayanlar uyguladıkları ekonomik programlarla
kitlesel işsizlik üretiyorlar. Ülke halklarına AB ile bütünleşir
ve üyeliği hak ederseniz refahınız artar, demokrasiniz gelişir, sosyal
güvencelere kavuşursunuz yalanını propaganda ediyorlar. Oysa bizzat
kendi ülkelerinde de işsizlik ve yoksulluk üretiyorlar. Özellikle son
yıllarda kendi emekçilerinin büyük bedellerle kazandıkları hakları tırpanlıyorlar.
Çevre sorunu çerçevesinde önerilen ise; aday ülkelerin çevre kirliliğine
yol açan endüstrilerini yenilemeleri, ABDnin destek vermeyeceğini
açıkladığı karbondioksit emisyonu anlaşmasını öngören Kyoto anlaşmasına
destek vermelerinden ibarettir. Bu sahte çözüm alternatifiyle çevre
sorununun gerçek nedeninin kâra dayalı kapitalist üretim olduğu gizleniyor. AB liderler zirvesi sonuç bildirisinde tartışılan başlıkların yanısıra
Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, füze kontrolü konularına da yer
verildi. Bush ile Putin biraraya geldiklerinde de bu sorun masaya yatırıldı.
Bush, 72 tarihli anti-balistik füze antlaşmasının geçerliliğini
yitirdiğini ileri sürerek, füze kalkanlarının haydut devletler diye
tanımladığı İran, Irak ve Kuzey Koreden gelen tehditlere karşı
olduğunu savundu. AB Zirvesinde ise balistik füzelerin yayılmasına
karşı tavır geliştirilmesi çağrısında bulunuldu. Bu ABDye karşı
bir tutumu ifade ediyor. AB ile ABD arasında önemli çelişkiler yaşanıyor
ve her bir emperyalist odak bir ötekini dizginleme ve egemenlik sahalarını
koruma ve genişletme mücadelesi veriyor. AB emekçilere ve halklara karşı emperyalist bir saldırı odağıdır. Onların
birliği emekçi halklara karşı bir birliktir. Bu birliğin zirvesinde
işçi ve emekçilerin lehine bir sonuç çıkması hayaldir. Çıkan sonuç,
daha fazla sömürü ve sosyal hakların gaspı, militarizm ve savaş, yağma
ve talandır. Emperyalist sermayenin krizinin derinleştiği, halkların
emperyalizme karşı öfkesinin geliştiği günümüz koşullarında sınıfa ve
ezilen halklara karşı saldırılar artacaktır. AB emperyalistleri buna
karşı gelişebilecek toplumsal kalkışmaya karşı şimdiden hazırlanmaktadır.
Sicili kirli emperyalistler Türk devletinden
AB devlet ve hükümet başkanları, Türkiyenin birliğe girebilmesi
için insan hakları sicilini temizlemesini, katılım ortaklığının önceliklerini
yürürlüğe koyarak üyelik yolunda somut adımlar atmasını istedi. AB, Türkiye ve İMF arasında imzalanan ekonomik programın güçlü
ve kararlı bir şekilde uygulanması gerektiğine dikkat çekti. Böylece
Türkiyede istenen şeyin gerçekte ne olduğu da anlaşılmış oldu.
Ecevit ise ulusal programın uygulanmasının Türkiyede demokratikleşme
ve insan haklarını geliştireceğini vurguladı ve Türkiyenin
sürecin dışında tutulmaması ve kendisine daha ileri bir siyasi perspektif
verilmesini talep etti. ABnin bir yanda Türkiyeye İMF programını kararlılıkla
uygula diye buyurması, öte taraftanda insan hakları ve demokrasi
alanında sicilini temizle demesi, kaba bir ikiyüzlülüktür. Şimdiye
kadar uygulanan İMF programının Türkiyeyi çöküşe sürüklediğini
çok iyi biliyorlar. Emperyalist haydutlar İMF programının güçlü
ve kararlı bir şekilde hayata geçirilebilmesinin ancak azgın bir
devlet terörü eşliğinde mümkün olabileceğini, bunun da insan hakları
ve demokrasinin tümüyle bir kenara fırlatılması anlamına geldiğini çok
iyi biliyorlar. Türkiyeden insan hakları ve demokrasi isteyenler,
sekiz aydır bu devletin zindanlarda öldürdüğü katliam ve cinayetleri
sözde de olsa kınamadılar. Katliamı onaylayıp desteklediler. Türkiyede
demokrasi isteyenler, bu iste&currn;i dile getirdikleri gün ve mekanda
göstericilerin üzerine kurşun yağdırdılar. Dolayısıyla, Türkiyeden
istenen ne insan hakları ne de demokrasidir. Bu, emperyalistlerin umrunda
bile değildir.
Her yerde protestolarla karşılandı Yanke go home!/Amerikalılar evinize! Bu slogan ilk Avrupa
gezisinde Avrupa emekçilerinin Amerikan emperyalizminin temsilcisi George
W. Bushun suratında patlayan bir şamar oldu. Bush nerede ise orada
protestolar yükseldi. Daha İspanyaya varmadan 20 bin işçi ve emekçi
Bushun ülkelerine gelişini protesto etmek için sokaklara dökülmüşlerdi. Hoş gel(me)din yürüyüşü Amerikan Başkanı Bush geçen hafta Perşembe günü, İsveçin Göteborg
kentinde yapılacak Avrupa Birliği Zirvesi öncesi, Avrupalı emperyalistlerin
temsilcileri ile görüştü. Avrupalı emperyalist dostları küresel ısınmaya karşı tedbirlerin önerildiği
Kyoto İklim Konferasında kabul edilen kararlara ABDnin uymayı
reddettiğinden dolayı (Avrupalı tekel temsicilerinin doğa dostu oldukları
anlamına gelmiyor bu elbet) biraz kırgındılar. Bush batılı emperyalistlere
küresel ısınma ile ilgili düşüncelerinden bir milim bile taviz vermeyeceğini
bir kez daha ifade etti.* ABD-AB toplantısı ile aynı saatlerde Göteborg sokaklarında 25 bin kişi
Busha Hoş gel(me)din! diyorlardı. Göteborg sokakları,
Bush ve Amerikan emperyalizmini protesto eden, emekçi halkları dayanışmaya
ve sınıf mücadelesine çağıran sloganlar ile yankılanıyordu. Polisin
silah kullanması, köpeklerini vahşice saldırtması bile eylemleri durduramadı. Bush-Putin görüşmesi Cuma günü Polonyadan Slovenyaya geçen Bush, Rusya lideri
V. Putin ile görüştü. Görüşmenin ana gündemi aynıydı: Amerikan Füze
Savunma Sistemine destek. Putin 1972de imzaladıkları Anti Balistik Füze Anlaşması (ABM)nı
uluslararası güvenliğin köşe taşı olarak tanımladı ve NMD ile ilgili
düşüncelerinin doğal olarak farklı olduğunu vurguladı. Buluşmada ayrıca kırmızı hat olarak belirlenen Baltık ülkelerinin durumu
ele alındı. SSCBnin dağılma sürecinde batılı emperyalistler, bu
kritik konumdaki ülkeleri NATOya asla kabul etmeyeceği, bu ülkelerin
tampon ve tarafsız bölge olarak korunacağı sözünü vermişlerdi. Bune
rağmen adımları atılmış olan NATOnun doğuya doğru genişleme planı
Rusya tarafından tepkiyle karşılanmaktaydı. Toplantıda bu sorun da görüşüldü.
Burada Putinin Rusyanın NATOya üyelik başvurusunu
yeniden gündeme getirdiği söyleniyor. Kapalı kapılar ardında başbaşa süren görüşmede de Bushun Rusyanın
NMDye itirazlarını sona erdirmesi karşılığında, kendilerine silah,
askeri yardım ve ortak anti-füze tatbikatları sözü verdiği, Rusya ve
Avrupa üzerinde kurulabilecek bir savunma kalkanında S-300 füzelerinin
kullanılması ve bu füzelerin Rusyadan satın alınması ile ilgili
pazarlıklar yapıldığı iddia ediliyor. Emperyalist şef Bush, Slovenyanın başkenti Lyubyanada da
protestolarla uğurlandı. Protesto eylemine katılan yüzlerce kişi Amerikan
emperyalizmine karşı sloganlar attılar. Polisin saldırdığı protesto
eylemcilerinden 20nin üzerinde kişi gözaltına alındı. * Kyotoda 1997 yılında, dünya ikliminin giderek
olumsuz şekilde değişmesinin, küresel ısınmanın sanayi kaynaklı karbondioksit
salınmasına bağlı olduğu, bunun atmosferi etkilediği vurgulanamıştı.
Bu değerlendirmeye bağlı olarak, sanayileşmiş ülkelerin karbondioksit
salınımını 2012 yılına değin, 1990lardaki düzeyden 5,2 oranında
daha aza indirgemesini öngören bir anlaşma imzalanmıştı. Dönemin başkanı
Clinton bu anlaşmaya imzaya atmıştı ama, anlaşma Amerikan Senatosu tarafından
imzalanmamıştı. Bushun iktidara gelmesinden sonra ise karara uyulmayacağı
ABD adına ilan edilmişti. Oysa dünyadaki kabondioksit salımının dörtte
biri ABD tekelleri tarafından gerçekleşiyor.
Bush ile beraber ABD politikasında Amerikan Füze Savunma Bakanı D. Rumsfeld Bushtan önce NMD için
daha önce geziler düzenlemiş ama batılı emperyalist dostları Made
in USA markalı tüm dünyayı içine alan bu güvenlikten pek memnun
olmamışlardı. NMD silahlanma projesine destek toplamak için bu kez büyük
reis kolları sıvamıştı. ABDnin Füze Savunma Sistemine açık destek veren ilk Avrupalı,
İspanya Başbakanı Aznar oldu. ABD, karşılık olarak, uluslararası casusluk
ağı Echelonun İspanya devletine Basklı ETA ile ilgili bilgi vermesi
teklifini getirdi.* Bushun Avrupa gezisinde üstü örtülemeyen bir gerçek vardı: Amerikanın
ana kıta ile transatlantik ilişkiler çerçevesinde ittifakı bu güne kadar
hiç böyle çatırdamamıştı. Avrupanın elitleri Amerikanın kaba bir biçimde büyük iktidar
politikası güttüğünü sanki Bushun iktidara gelmesi ile farketmişlerdi. Çok değil iki yıl önce, Batı Avrupalılar Amerikan kumandasıyla Yugoslavyaya
savaş açmışlar, Yugoslav halkına yıkım ve ölüm getirmişlerdi. Ama Amerikada
o zaman iktidarda insan hakları savunucusu (!) W. Clinton vardı. Bugün
ise elinde zehirli iğne ile idam kararları onaylayan Bush iktidarda.
Ama saygıdeğer Clintonun ülkelerin bağımsızlığını ihlal etmesi,
ulusların kendi kaderini tayin haklarını ellerinden alması kimseyi ilgilendirmiyordu. Bugün evrensel değerlerden Amerikan değerlerine değişim; insan
haklarından bayağı emperyalizme değişim, eski kıtada böylesi bir
can sıkıntısına neden olmuş olamaz. Bush beklenenden de hızlı bir biçimde transatlantik ilişkilerde çıkar
çatışmasını en üst noktaya getirdi. ABDnin Kyoto İklim protokolünden
çekilmesi sadece kendi egoizminden gelmiyor. Bu Amerikan emperyalizminin
ekonomi politikalarının bir sonucudur. Amerikan emperyalizmi, Amerikan tekellerinin çıkarlarını tehditkar
bir biçimde uygulamaya koyarak rakiplerine meydan okuyor. Clinton döneminde ABD emperyalizmi, dünyanın süper gücü, yani dünya
sistemiydi. Bush daha geleneksel, daha tutucu, daha vahşi, Amerikan
süper güç politikasına yaslanmış, en önemlisi de Amerikan emperyalizminin
özel çıkarlarını tüm çıplaklığı ile savunmaya soyunmuştur.
Endonezyada yaygın ve militan
emekçi eylemleri İMF reçeteleri dünya çapında yaygın ve militan protestolarla karşılanıyor.
Son haftalarda Arjantinde, Güney Korede, Yunanistanda
vb. yaşanan militan eylemlilikler bunun son örnekleridir. Tüm dünyadaki ezilenlerin bu hoşnutsuzluğu günbegün çığ gibi büyümekte
ve kendini son dönemde küreselleşme karşıtı eylemlerle de
dışa vurmaktadır. Bu eylemlerde emperyalist sömürü ve yıkım saldırılarına
karşı hoşnutsuzluk dile getirilirken, enternasyonalist dayanışmanın
en güzel örnekleri de sergilenmektedir. Militan çatışmalara sahne olan
bu gösterilerde sosyalizm özlemi de gitgide daha belirgin bir biçimde
dile getirilmektedir. Anti-kapitalist şiarların yükseldiği eylemlilikler,
kitlelerin kapitalizme ve emperyalizme duydukları öfkeyi alanlara taşımaktadır.
İMF karşıtı eylemlerin bir başka örneği de geçen hafta Endenozyada
gerçekleşti. Eylemler kıdem tazminatlarının azaltılarak ortadan kaldırılmasına
karşı yapıldı. Ülkenin çeşitli kentlerinde yığınlar sokaklara çıkarak
protesto gösterileri düzenledi. Bu protestolar tüm baskı ve şiddete
rağmen haftalardır sürüyor. Dünya yoksulluk listesinin ilk 10unda
yer alan Endonezya, İMF antlaşmasını 15 Ocak 1998 yılında yaparak yürürlüğe
koydu. Endonezya, 200 milyonu aşkın nüfusu ile dünyanın dördüncü büyük ülkesidir.
Buna rağmen bağımsız bir devlet olarak yarım yüzyıllık kısa bir geçmişe
sahiptir. Asırlar boyu Avrupalı sömürgeci güçlerin, özellikle Hollandanın,
cazip bir talan alanı olarak kaldı. İkinci emperyalist savaş dönemini
Japon emperyalistlerinin işgali altında geçiren Endonezya, savaş sonrasında
devlet bağımsızlığını kazandı. 1965te gerçekleşen ve yarım milyonu
aşkın komünistin katliamına yolaçan faşist askeri darbeyle birlikte,
tam olarak bir ABD çiftliği haline geldi. 90lı yıllarda
faşist Suhortoyu deviren kitle hareketlerine sahne olan Endenozyada
Suharto rejimi tüm kurumlarıyla hala ayakta. Rejime karşı onyıllardır
biriken büyük hoşnutsuzluk ilk kitlesel tepkilerin ardından kısa sürede
aynı rejimin oyunlarıyla dinsel ve etnik &ccedl;atışma biçiminde yozlaştırıldı
İspanyada ardarda gelen grevler İspanyada yeni bir grev dalgası yaşanıyor. Geçtiğimiz aylarda Pilot sendikası Sepla ile uçak şirketi İberia arasındaki
TİS görüşmelerinde anlaşma sağlanmıştı. Ama 7 Marttan itibaren
geçerli olacak bir çok noktanın halen uyglamaya konmaması üzerine, pilot
sendikası Sepla uçak şirketini yeniden görüşmeye çağırdı. Görüşmelerde
daha anlaşmaya varılmamışken İberia şefinin pilotların uçak şirketini
yıkmayı hedefledikleri yönlü açıklaması, bardağı taşıran son damla oldu.
Pilot sendikası Sepla, Salı gününden itibaren; Temmuz ayında her Salı
günü, anlaşmaya varılamaması durumunda Ağustos ayının her pazertesi
günü grev yapacaklarını açıkladı. Pilot sendikasının uçak şirketini dize getirmek için başlatacağı grevlerin
tatil sezonununa denk gelmesinden daha uygun bir zamanlaması olamazdı.
Geçtiğimiz Cuma günü bu kez Galiçya bölgesinde UGS sendikasının ve
yerel CIG sendikasının çağrısı ile bir grev yaşandı. Greve işçilerin
%80i katıldı. Sendikalar, işçilerin İspanya hükümetinin neo-liberal
politikalarına karşı verilecek kavgaya ne kadar hazır olduklarını ölçmek
için grev çağrısı yapmışlardı. Yüksek derecede bir örgütlülüğe sahip
olan grev başarı ile gerçekleşti. Yaşanan bu başarılı grevin ardından UGT sendikası İspanya hükümetinin
emirleri ile gerçekleşen otonom toplu işsözleşmelerinin kaldırılması
ve ülkedeki yüksek enflasyona karşı bir genel grev çağrısı yaptı. Gelişmeler işçilerin, grevleriyle İspanyanın sıcak yaz günlerinde
havayı daha da ısıtacağı yönünde.
Pilotlar grevi ve sendika bürokrasisi Almanyada Luftahansa ile 4200 pilotu temsilen Cockpit sendikası
arasında 4 aydır süren TİS görüşmeleri, Dışişleri eski Bakanı Genscherin
uzlaşma girişimi sonucu, pilotların taleplerinin çok altında bir ücret
artışı ile sonuçlandı. 3 yıl 3 ay sürecek olan anlaşmaya göre, pilotlar
%14,8 ücret artışı ve iki aylık ikramiye alacaklar. Ve bundan böyle
ücret talepleri Batı Almanyadaki TİS ile orantılı olacak. Pilot sendikası uluslararası standartların çok altında ücret ödeyen
Lufthansa ile oturdukları TİS masasında 4 yıl için %35 zam talep etmiş,
bununu için 2 Perşembe tam gün greve gitmişti. Bu grev Lufthansaya
75 milyon mark zarar vermişti. TİS ve grev süresinde sermaye temsilcileri bildik tutumlarını sergilemeye
devam ettiler. Sermaye temsilcileri, grev süresinde borazanlğını üstlenen
medya aracılığıyla; pilotların taleplerinin kabul edilmesi durumunda
Almanyanın üretim ülkesi olarak çekiciliğini yitireceğini, pilotların
ücretlerindeki yüksek ücret artışının diğer branşlara kötü örnek olacağnı
tekrarladılar. Bu sermaye ve medyasının bildik, kendilerinden beklenen
tutumları. Ama sendikaların da sermayenin yanında yer alarak onların
ağızından konuşması, önümüzdeki yılın toplusözleşmelerinin kaderini
belirlemesi açısından önemlidir. Pilotların yüksek ücret artışı talebi sendika bürokratlarını telaşa
düşürdü. Zira pilotlar yüklü bir ücret artışı alırsa, daha önce %2,1
ücret artışı alan yer ve kabin personeli de iş bırakır, biz de
istiyoruz diyerek ek zam talep eder ve ek ücret talebi tüm Almanyanın
gündemine girer diye düşünüyorlardı. Bu nedenle TİS süresinde, başta Birleşik Hizmet Sendikası Verdi ve
İG-Metal sendikası yöneticileri olmak üzere, sendika burokratları pilotlara
taviz vermemesi için Lufthansa patronlarını direnmeye çağırdılar. Yüksek
ücret talepleriyle pilotların, ortak ve dayanışmacı bir TİS politikası
konseptini yok ettiğini söyleyerek, Bunun Almanya için kötü sonuçlar
doğuracağını, kendilerinin de yüksek ücret talebini savunabileceklerini,
ama TİSde toplumsal çıkarları gözettiklerini savundular.
Bu koroya son günlerde Aman Sendikalar Birliği (DGB) şefi Schulte de
katıldı. O da sahneye TİS frenleyicisi olarak çıktı. Schulte, Lufthansa
pilotlarının başarısının etkisiyle rakibe çomak sallamak yanlıştır,
çünkü bu aldatıcı bir zafer biçiminde açıklamalar yaptı. Mesaj
şu idi: İşçi ve emekçiler, uslu durun! Yüksek ücret talep etmeyin, sermayeyi
ürkütmeyin. Tüm bunlar sendika bürokratlarının, önümüzdeki TİS görüşmelerinde bir
ücret artışı talebinde bulunmak biryana, daha da düşmesi konusunda sermayenin
yanında yer alacağını gösteriyor. Sendika bürokratları geçen yıllarda TİS masasında işçi-emekçilerin
haklarını sermayeye satmışlardı. Son yıllarda Almanyada reel ücretler
sürekli geriliyor, ücret artışları enflasyon artışını ancak giderebiliyor.
Tekeller ise büyük kârlar elde etmeye devam ediyor. Bu arada Federal
hükümet de, yeni vergi yasaları çıkararak, tekellere milyarlar kazandırmaya
devam ediyor. Kısacası sorun, ne sermaye ne de sendika bürokratları için, hiç de
4200 pilot değildir; asıl sorun, geçtiğimiz yılların TİS görüşmelerinde
hakları gasp edilen milyonlarca işçi ve emekçidir.
Yüzbinlerce emekçi başkente yürüdü Geçtiğimiz Perşembe günü Cezayirde çoğunluğunu Berberilerin
oluşturduğu yüzbinlerce işçi ve emekçi, ana yolları kapatarak, başkent
Cezayire doğru yürüyüşe geçtiler. Emekçiler devlet Başkanı Abdülaziz
Buteflikaya ve cunta rejimine karşı sloganlar atarak, Kabile bölgesinde
şimdiye değin katledilen Berberiler için siyah bayraklar taşıyarak,
protestolarını sürdürdüler. Başkente girişlerde Katil hükümet, Artık yeter!
sloganlarını sıkça atan kitle, daha sonra hükümet binasına yönelerek
barikatları aşmaya çalıştı. Protesto eylemcilerine acımasızca ateş eden
polis, su panzerleri ve gaz bombası kullandı. Saldırılarda yüzlerce
kişi yaralandı, iki gazeteci yaşamını yitirdi. Geçen hafta cumartesi günü de, Berberi bölgesi Kabilenin iki
büyük kentinde eylemler yapıldı. Yürüyüşçüler ve polis arasında saatlerce
süren çatışmalar yaşandı. Çatışmalarda sadece Kabile başkenti Tizi Ouzouda
15 kişi yaralanırken, diğer yerlerde de 60ın üzerinde eylemci
yaralandı. Cezayirde Nisan ayında bir Berberi gencin gözaltında ölümü üzerine
başlayan ayaklanma, iki aydır kitlesel gösteriler ve militan sokak çatışmalarıyla
sürüyor. Haftalardır sayıları bir milyonu aşkın işçi ve emekçi, ülkedeki
işsizliği, yoksulluğu, devletin uyguladığı terörü protesto etmek için
sokaklara çıkarak eylem yapıyor. Özellikle Kabili halkı, bölgenin ekonomik
olarak geri bırakılmışlığına karşı ve kültürel hakları için de eylemde.
Cezayirdeki protesto eylemlerinin yankısı Avrupada da görünüyor.
Berberi kuruluşları ve ırkçılık karşıtı örgütler, Fransa ve Belçikanın
büyük kentlerinde bu hafta yapacakları yeni dayanışma yürüyüşleri ile
Cezayir hükümetini protesto edecekler.
Cezayir diktatörlüğü kana doymuyor!.. Cezayirin Kabile bölgesinde 18 Haziranda da çatışmalar
devam etti. Çıkan çatışmalarda 5 eylemci ve 2 polis öldü, 120dan
fazla kişi de yaralandı. Becaya yöresinde bulunan Ekbu kasabasında çıkan
çatışmalarda 3 protestocu polis tarafından öldürüldü, 20 kişide yaralandı.
Tizi Ouzou bölgesindeki Bin Hedda Kasabasında çıkan olaylarda ise 1
jandarma ölürken 27 protestocu da yaralandı. Tesaba yöresinde de bir
otele saldırmak isteyen göstericilere otel sahibinin ateş açmasıyla
2 Berberi ölürken otel kundaklandı. Ayn Milila yöresindeki olaylarda
da 43 kişi yaralandı. Cezayir hükümeti ise başkentte eylemleri yasakladı.
Dünyadan kısa kısa... Arjantinde işsizler ve işçiler hükümete karşı çatışmada Arjantinin kuzeybatısında bulunan Salta bölgesinde polis
terörüne karşı eylemler yapıldı. Eylemler sonucu çıkan çatışmalarda
27 polisin yaralandığı, iki kişinin de polisin açtığı ateş sonucu öldüğü
açıklandı. Geçtiğimiz Cumartesi günü yaşanan çatışmaların nedeni, Ulusal Dota
34 karayolunu iki haftadır trafiğe kapatan çoğunu işsizlerin oluşturduğu
kitleye, sınır polisi ve çevik kuvvet birliklerinin düzenlediği saldırıydı.
Saldırıda gözyaşartıcı bombalar ve plastik mermiler kullanılmıştı. Saldırıda
27 ve 17 yaşında iki protestocu gaz bombasının etkisinden dolayı ölmüştü. Çıkan çatışmaların sonucunda hükümet birliklerinin komutanı General,
Mosconi kasabasının elektrik, doğalgaz ve suyunu kesti. Bu durum üzerine
Tartagal bölgesinden destek için yola çıkan yüzlerce işçi ve emekçinin
Mosconi halkıyla dayanışmak için çatışmalara katıldığı öğrenildi. Fransa: Ulaşım işçilerinden grev Ülkenin taşra kentlerinde, otobüs ve metroda çalışan emekçiler 20 Haziran
günü greve gittiler. Grev nedeniyle 28 taşra kentinde ulaşım felce uğradı.
Grevde olan emekçiler emeklilik yaşının 55e indirilmesini istiyorlar.
Emekçiler taleplerini kabul ettirebilmek için son üç ayda 6 kez grev
yaptılar. Iraka saldırıda 23 ölü, 11 yaralı 19 Haziranda Amerikan ve İngiliz savaş uçaklarının İncirlik Üssünden
hareket ederek Irakın kuzeyine düzenlediği saldırıda 23 kişi öldü,
11 kişi yaralandı. Saldırı Amerika ve İngiltere tarafından yalanladı.
Hindistanda milliyetçi ayaklanma Hindistan yönetiminin geçen hafta Negaland Ulusal Sosyalist Konseyi
gerillalarıyla 4 yıl önce varılan ateşkes anlaşmasını uzatma kararı
isyana yolaçtı. Anlaşmanını etnik Nega halkının yaşadığı Manipur, Arunaçal
Pradeş, Assam ve Tripura eyaletlerinde özerk bir Nega devleti kurulacağı
anlamına geleceğini düşünen Hintliler ayaklandı. İsyancılar Manipur
eyaletinin başkenti Imphaldeki eyalet parlamentosunu, parti binalarını
ve resmi binaları yaktılar. Polisle eylemciler arasında önceki gün çıkan
çatışmalarda en az 13 kişi öldü, 47 kişi de yaralandı. Olayların ardından
kentte sıkı yönetim ilan edildi. Başbakan Atal Behayi Vacpayi, ateşkesi
uzatma kararını Nagalara özerklik anlamına gelmediğini bildirdi. |
|||||