23 Haziran'01
Sayı: 14


  Kızıl Bayrak'tan
  Meclis gece-gündüz çalışıyor!..
  Tüm devrimci tutsaklardan direnişin talepleri üzerine açıklama...
  Zorla müdahale işkencesine son
  ÖO Direnişi 247. gününde sürüyor
  Takas ihalesinin gerçek yüzü
  Kamu emekçileri hareketi
  Kapitalist kâr hırsı insanlığın geleceğini tehdit ediyor
  Düzen medyası
  Kriz ve devrimci sınıf çizgisi/8
  Aymasan işçileri direniyor, öğreniyor, öğretiyor!
  Sınıf hareketi
  Gençlik
   Uluslararası hareket
  Ölüm Orucu ile dayanışma etkinlikleri...
  "Emek ordusu öncü müfrezesine sahip bugün"
  Antakya sebze halinde küçük ama kazanımla biten bir direniş
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kayıtsız kalmak suça ortak olmaktır...

Sözün bittiği yerdeyiz!

Son 8 aylık SAG ve ÖO süreci, gerek kurumların, gerek siyasi yapıların, gerekse kişilerin durumlarını, tutumlarını ve duruşlarını açığa çıkarmış, safları iyice ayrıştırarak netleştirmiştir diyebiliriz. Fazla söze ve söyleme yer bırakmadan...

“Tarihin soluğu uzundur” denilir. Bu zorlu ÖO süreci hiç kimsenin ummadığı bir şekilde sürmüş ve sürmektedir. Tarihin bu zorlu kesitinde, bu ülkede devrimci tutsaklar bir tarih yazmaktadırlar. Dile kolay, operasyonlara, hücrelere, işkencelere ve her türden baskı ve teröre rağmen devrimci irade kırılamamakta, ÖO tüm engellemelere rağmen devam etmektedir.

“Nerede bir zulüm var, orada bir isyan vardır.” Başkan Mao’nun bu sözü karşılığını tam da burada bulmaktadır. Çünkü bu ülkenin toprakları yetiştirmektedir, böylesi yiğit devrimcileri. Bu topraklarda geçmişten bu yana bir çok vesilelerle çeşitli isyanlar olmuş; özellikle 12 Eylül faşizminin karanlık günlerinden sonra, bir çok kazanım ancak bedeller ödenerek kazanılmıştır.

Emperyalist efendilerin emir ve isteği ile sermaye hücreleştirilmiş bir yaşam dayatıyor tüm topluma. Bu anlamıyla saldırı planlı ve sürece yayılmış bir biçimde yürürlüğe sokulmaktadır.

Tahkim ve emeklilik yasası meclisten bir gecede jet hızıyla geçirilmiştir. Ardından hücrelere geçişin ilk provaları yapılmış, Ulucanlar Cezaevi’ne operasyon düzenlenerek 10 devrimci hunharca katledilmiştir. Hedeflenen, içerideki tutsakları izolasyonla teslim almak, dışarıdaki toplumsal muhalefete gözdağı vermektir.

Kriz bahane edilerek büyük kapitalist işletmelerde onbinlerce işçi sokağa atılmıştır. Faiz ve rant sermayesi büyük vurgunlar vurarak milyonlarca doları kasalarına aktarmışlardır. ABD’den DB görevlisi, emperyalizmin maaşlı memuru Kemal Derviş, ülkeye fiili başbakan olarak atanmıştır. Ekonominin dizginleri tümüyle İMF ve DB’den gelecek kredilere karşılık olarak bu emperyalist kuruluşların eline verilmiş, bu çerçevede yeniden bir yapılanmaya gidilmiştir. Bütçe tamamen iç ve dış borçlara ayrılmıştır. Tek kuruş yatırıma, eğitime ve sağlığa ayrılmadığı gibi toplanan vergiler de artık faizlere bile yetmemektedir.

Bu saldırı paketlerinin bir bütün olduğunu, başta işçi sınıfına ve diğer yığınlara anlatmak ve mücadeleye çekmek, biz komünistlerin ve tüm devrimcilerin görevi olmalıdır. ÖO’daki tutsakların taleplerini aktarmak ve saldırının hepimize dönük olduğunu anlatmak durumundayız. Bu bağı doğru kurmak, buna göre politika üretmek ve hayata geçirmek, komünistlerin acil önemde sorumluluğudur.

Bu inanç ve bilinçle hepinize sesleniyorum;

Sen kardeşim, bu çığlığa kulak vermelisin!

Sen arkadaşım, bu sese kulak vermelisin!

Sen emekçi kardeşim, bu saldırı hepimize, tek yürek olmalıyız!

Sen işçi arkadaşım, sadece kendileri için değil, milyonlarca işçi ve emekçi için direniyor tutsaklar.
Siz emekten, demokrasiden, barıştan ve sosyalizmden yana olduğunu söyleyen partiler, sessiz kalamazsınız, tabanınızı harekete geçirmeli, direnişi tüm gücünüzle desteklemelisiniz...

Siz sendikalar, DKÖ’ler, bu ölümleri görmezlikten gelemezsiniz!

Son olarak Veli Güneş’in şehit düşmesiyle 24’e çıktı ÖO şehitleri. Elliyi aşkın tutsak sakat kalarak yaşayan ölüler haline geldi.

Kayıtsız kalmak suça ortak olmak demektir.

Çünkü sözün bittiği yerdeyiz!

İzmir’den bir komünist




Zindanlardaki direniş ruhunu kuşanalım!

Hayatın bir kuralıdır; çürüyen her şey yok olmaya mahkumdur. Kapitalizm ise çoktan çürümüş ve kokuşmaya başlamıştır. Giderek artan zulmü ve şiddetiyse cançekiştiğinin resmidir.

Türkiye kapitalizmi son yirmi yıldır insanları büyük bir karamsarlığın ve umutsuzluğun dehlizine itmiş olmasına, insanlık onuruyla alay edercesine giriştiği tarihin en büyük cezaevi katliamına rağmen -ki insanlara bir film gibi bu vahşeti izletmiş ve suça ortak olmalarını sağlamıştır-, geleceğini hiç de garanti altına alabilmiş değildir.

Onun hedefi dışarıdaki kitlelerdi ve onları etkisiz hale getirmeyi geçici de olsa başardı. Oysa sistem için gerçek başarı devrimci iradeyi teslim almak olabilirdi ki, bugün bunu başaramamış olmanın çaresizliği içinde kıvranıyor.

Dışarıda kitleler halen koyu bir sessizlik içinde. Katliamdan sonra üzerine serpilmiş olan ölü toprağını atabilmiş değil. Yine yük devrimci tutsakların omuzlarına binmiş durumda. Kuşkusuz onlar düşmanı tanımanın vermiş olduğu bilinç ve birikimle, yaşamak ve yaşatmak için ölümle dans ediyorlar. Yüzlerce tohum toprağa düştü, yüzlercesi daha düşecek. Büyük zaferler kuşkusuz büyük bedeller istiyor ve hasat mevsimi sanıldığı kadar uzak değil. Tohum toprağa düşmüştür ve mevsimi geldiğinde tomurcuğa dönecektir, meyvesini verecektir.

Bugün insanlar devrimci olmanın sorumluluğundan uzaktırlar. Korku ve karamsarlık ortamında ise hücrelere konan gerçekte onlardır. Bu nedenle, bugün yapılması gereken dışarıdaki devrimcilerin de sürece hazırlanması, gidenlerin yerini dolduracak bilinç ve birikimle donanmasıdır. İçerideki devrimci tutsaklar yeni ölüm orucu ekipleriyle savaşı sürdürürken bizler de dışarda, işçilerin ve emekçilerin içinde, bunun gereğine uygun bir duruş, çalışma ve mücadele içerisinde olmalıyız.

Şehit yoldaşlarımızın, Parti ve devrimin çıkarları dışında hiçbir kişisel çıkar gözetmeden bize devrettikleri bayrağı mutlaka kapitalizmin burçlarına dikeceğiz.

Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!...

D. Cemre




Adalet Bakanlığı’nın son genelgesi...

“Açık görüş” de teslimiyet şartına bağlı!..

8 ayı aşkındır süren ve onlarca tutsağın hayatını kaybettiği direniş karşısında kayıtsız görünen Adalet Bakanlığı, F tipi denilen tecrit kamplarına ilişkin olarak peşpeşe genelgeler çıkarıyor. TMY’nın 16. maddesindeki değişikliğin ardından izleme kurullarının oluşturulması gündeme geldi. Son olaraksa, açık görüş genelgesi yayınlandı.

16. maddede yapılan değişiklik çerçevesinde, tutsaklara F Tiplerinde açık görüş imkanı getirildiği de söyleniyordu. Konuya ilişkin yayınlanan genelgede, bu hakkın da “tretman”a bağlandığı görülmektedir. Genelgeye göre, yalnızca eşlere ve 0-10 yaş arası çocuklara açık görüş izni veriliyor, ama açık görüşten yararlanmak “disiplin suçu” işlememiş olmak şartına bağlanıyor.

Yaşamanın bile neredeyse suç sayıldığı F Tiplerinde, tutsaklara en akla gelmedik gerekçelerle disiplin cezası veriliyor. Yazdıkları mektuplar, suç duyuruları, Bakanlığa verilen dilekçeler, disiplin suçu olarak işlem görüyor. Dolayısıyla, açık görüşün de bir aldatmacadan başka bir işlevi bulunmuyor.

Adalet Bakanlığı’nın ortak yaşam alanlarında yararlanma adı altındaki rehabilitasyon programı nasıl ki, tutsaklar tarafından kabul edilmeyerek çöpe atıldıysa, açık görüş genelgesinin sonu da bu olacaktır. Devrimci tutsaklar rehabilitasyon şartına bağlanmış hiçbir “hakkı” kabul etmeyecekler, devrimci direnişin gücüyle açık görüş genelgesini de parçalayacaklardır.




“Açık görüş” de teslimiyet şartına bağlı!..

“Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun!”

İzmir Hücre Karşıtı Platform tarafından 16 Haziran Cumartesi günü yapılan eyleme yaklaşık 70 kişi katıldı. Saygı duruşuyla başlayan eylemde basın metnini Halkevleri Bölge Sorumlusu Aliye Turan okudu. Eylemde “Diyalogu başlatın, ölümleri durdurun!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!” vb. sloganlar atıldı.

İHD Ankara Şubesi’nin sessiz oturma eylemi...

İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi cezavlerinde süren Ölüm Oruçlarına ilişkin Adalet Bakanlığının sessiz tutumuna protesto etmek amacıyla haftalık olarak düzenlediği sessiz oturma eylemini sürdürüyor. 16 Haziran Cumartesi günü gerçekleşen eylemde “Diyalog insana özgü bir erdemdir!”, “Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır!”, “Tecrit ve izolasyon ölümdür!” yazılı dövizler taşındı. 10 dakikalık oturma eylemi alkışlarla bitirildi.




İzmir Devlet Hastanesi’nde şartlı olarak tahliye edilen ÖO direnişçilerinden Mahmut Gökhan Özocak:

“İnsanlık onurunu savunuyorum diyen
herkesi direnişi sahiplenmeye çağırıyorum!..”

Kızıl Bayrak emekçilerine;

Bu anlatacaklarımın sizin aracılığınızla Demokratik Kitle Örgütlerine ulaşmasını, insanların ses getirmesini istiyorum. Hapishanelerden defalarca mektup yazdım, kimi de yayımlandı. Bu mektubumun da belge niteliğinde gazetelerde ve TV’lerde yayımlanmasını istiyorum. İnsanlık onuruna ve İMF’nin vatanımıza, halkımıza, emperyalizmin ülkemizi sömürgeleştirmesine, yağmalamasına, talan etmesine karşı haykırış olarak yükselen direnişimizi anlatarak özetlemek istiyorum.

ABD ve Avrupa emperyalizmi kendi ülkelerinde insanları yok etmek, çürütmek için hücre sistemini uygulamakta, büyük bir insanlık suçu işlemektedirler. ABD ve AB bunu yaparak büyük bir suç işlemektedirler. (...) 70 yıllık Cumhuriyet tarihimizin emperyalizmin en sadık ihanetçi, en katliamcı Ecevit Hükümeti Clinton’la ABD’ye görüşmeye giderken, hücre sistemi hayata geçirilmeden İMF politikalarını hayata geçirmeyiz, demiştir. Vatanımız ABD uçak gemileri ve destroyerleri ile, üsleriyle dolup taşmakta, ülke topraklarımız, fabrikalarımız, emeğimiz İMF ve AB emperyalizmine peşkeş çekilmektedir. Vatan hainliği, emperyalizme uşaklık “ulusal sol” ilan edilmektedir. İşte F Tipi hücreler ABD, AB ve İMF patentlidir.

1- Avrupa ve AB emperyalizminin desteğini alan Ecevit Hükümeti, F tipi hapishane saldırısını, aldığı uluslararası destekle, Ölüm Orucu’nun 60. gününde vahşi katliamı ile tırmandırmıştır. 19 Aralık katliamı sırasında hapishanelerde tutsaklarımız yakılmış, bayanlara tecavüz edilmiştir. Onlarcasının vücudu cop, kalas, gaz bombası, G-3 mermisiyle dolup taşmıştır. 28 insan katledilmiştir. Ben de 19 Aralık katliamı sırasında Buca Hapishanesindeydim. 1., 2., 3. Ölüm Orucu ekiplerinin bulunduğu 5. koğuşa jandarma, itfaiye kancası, cop, gazlı tazyikli su ile saldırmıştır. Bu saldırı sırasında insanlar yerlerde sürüklenmiştir. Soğukta ıslatıldık, jandarmalarca coplandık. Oysa biz Ölüm Orucundaydık. Ellerimizden kelepçelenerek hücrelere; gaz bombası ve tazyikli su yemiş şekilde atıldık. 3 gün soğuktan titrer şekilde ve 1. ve 2. Ölüm Orucu ekibindeki arkadaşlarımızın doktorlar deetiminde jandarma ve askerlerce kaçırılmalarına tepki için 2 gün su, şeker almadık. Ölüm Orucu’na devam ettik. Bu sırada 25 Şubat genelgesi çıkaran Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 10 yıllık kazanımlarımızı bir çırpıda kaldırdı.
2- Ölüm Orucu’nun 110. gününde Buca Hapishanesi 6. ve 7. tecrit koğuşunda tutulmaktayken, 6 kişi olan 3. Ölüm Orucu ekibi doktor, jandarma ve gardiyan ortak örgütlenmesiyle, zorla tıbbi müdahale ve Ölüm Orucu direnişinin kırılması için Yeşilyurt Atatürk Eğitim Hastanesi’ne kaçırıldık.

3- Uzun süre B-1 vitamini almadığımız için durumumuz iyi değildi. Ancak zorla tıbbi müdahale yapılacak durumda değildik. Evet! Ölüm Orucu’ndan kaynaklı rahatsızlıklarımız vardı ve Ölüm Orucu hapishanelerde bulunan temsilcilerimizle görüşerek bitirilebilirdi. Kuşkusuz, ortada haklı ve meşru olan bir direniş vardı. Çünkü F tipi hücreler tecrit ve izolasyondur. Ailelerin kişilik onuruna ve avukatlara, yani savunma hakkımıza karşı saldırıdır. Emperyalizmin Tredman politikalarıyla kollektivizme, dayanışmaya, Anadolu insanının ve devrimcilerinin dayanışma geleneğine olan saldırıdır.

4- Hastanede yapılan zorla tıbbi müdahale, haklı ve meşru olan Ölüm Orucu direnişini Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı eliyle kırma operasyonudur. Bana da zorla tıbbi müdahale yapıldı, ama bundan önce bir olayı anlatmak istiyorum.

3. Ölüm Orucu ekibinde bulunan Kenan Korkankormaz ve Ulaş Göktaş’ın durumları, 1. ve 2. Ölüm Orucu ekibinden olmasına rağmen, doktorlar tarafından (dahiliye, nöroloji, psikiyatri) zorla tıbbi müdahale için dahiliye 5. servisine kaçırılmışlardır. Ulaş Göktaş ve Kenan Korkankorkmaz zorla tıbbi müdahale sırasında çığlık atmaktaydılar. Ben bu duruma tanık oldum. Bu iyi hekimlik, Malta ve Tokyo bildirgelerine aykırı insanlık dışı bir tutumdur. Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’nın Ölüm Orucu direnişini bu şekilde bitirme politikasıdır. Doktorlar da baskı ve zor altındadır. Ama yine de zorla tıbbi müdahale hangi tıp etiğinde vardır? Bu insanlığa aykırıdır. Bu tıp etiği değil, tıbbın Ölüm Orucu Direnişi’nde olanlara tıbbi müdahale edilmesini istemediğini defalarca ifade etmesine rağmen bu direnişibaltalamaya yönelik saldırıdır.

Zorla tıbbi müdahaleyi protesto için biz Yeşilyurt Atatürk Eğitim Hastanesi’nde bulunan 1., 2., 3. ekip Ölüm Orucu direnişçileri su, şeker ve tuz alımını kestik. Ertesi gün sabaha karşı, hastanede direnişte beraber bulunduğumuz ve irademiz dışında getirildiğimiz mahkum koğuşunda, Abdullah Bozbağ ve Celal Alpay hayata gözlerini yumdu. Onlar insanca bir yaşam, İMF’siz Türkiye, beynin ve düşüncenin özgür olmasını istiyorlardı.

5- Abdullah Bozbağ ve Celal Alpay’ın ölümünden sonra, Gürsel Akmaz isimli 3. ÖO ekibinde direnişte bulunan değerli kardeşimiz doktorlar tarafından onay verilerek, jandarma vasıtasıyla 5. kata kaçırıldı. Ve Gürsel Akmaz kardeşimiz tıbbi tedaviyi reddetmesine rağmen serum takılarak ve yanlış müdahale sonucu açıkça katledildi.

6- Gürsel Akmaz’ın zorla tıbbi müdahalenin ardından, onun yaşama gözlerine yumduğu yatağa ben ayaklarımdan jandarma tarafından kelepçeye vuruldum. Ellerim hemşireler tarafından sargı bezleriyle yatağa bağlandı. Tıbbi müdahaleyi reddettiğim bilinmesine rağmen zorla serum verildi. Ve ben 3 gün sonra serumu sökerek tedaviyi reddettim. Tüm bu gelişmeler doktorlar gözetiminde yapıldı. TTB üyesi doktorların üzerinde kimin gücü ve etkisi vardır?

7- Zorla tıbbi müdahale sonucu yanlış uygulama yapılan Hüseyin Kayacı hastanenin 5. katında hayata gözlerini yumdu. Oysa kendisi 3. Ölüm Orucu ekibindendi.

8- 1, 2, 3. ekip Ölüm Orucu direnişçileri olarak hastahanelerde zorla tıbbi müdahalenin ardından, Adalet Bakanlığı 6 ay süre için (tedavi görmek amacıyla) bizi bıraktı. Ben sedyeyle hastahane önüne bırakıldım. TAYAD’lı Ölüm Orucu direnişçisi Bahri Yusufoğlu’nun yanına, durumumu öğrenip hastahaneye gelen arkadaşlarım götürdüler.

9- Şu anda, önce koğuşta, sonra hücrede, sonra tecrit koğuşunda, sonra zorla tıbbi müdahale tehdidi altında kaldığım hastahanedeki mahkum koğuşunda sürdürdüğüm Ölüm Orucu direnişimi, TAYAD’lı aile Bahri Yusufoğlu ile birlikte sürdürmekteyim.

Neden?

Ölüm Orucu, haklı ve meşru bir direniş eylemimiz olarak, F tipi hücreler, 1 ve 3 kişilik hücrelerde insanların ayakta işkence görmesine, beyinlerinin, ruhlarının ve özgür düşüncelerinin teslim alınmak istenmesine, İMF’ye, faşizme karşı sürdülen insanlık onurunu savunan direniş biçimidir.
Adalet Bakanlığı zorla tıbbi müdahale sürecinden sonra 12 sakat insanı sokağa atarak eylemi bitirmek istemektedir. Ölüm Orucu direnişçilerini aileleriyle başbaşa, zor durumda, yüzyüze bırakmak istemektedir. Ölüm Orucu, talepleri kabul edilene kadar süren haklı ve meşru bir eylemdir.

Bunun için nerde olursam olayım, Ölüm Orucu eylemini sürdürmeye devam ediyorum. Şu anda Ankara ve İstanbul hastahanelerinde 50’ye yakın Ölüm Orucu direnişçisi hafızasını yitirdi, düşünceleri çocuklaştırıldı. 54 tane insanımız katledilmiş, yakılmış, kadın tutuklulara tecavüz edilmiştir. Bunun hesabını kim verecek? İMF ve Göbelsçiler emperyalizm, faşizm gibi düşünen beyinler yaratmak istiyor. Bu ülkede devrimciler varoldukça, Anadolu halkının Bedreddinler’den gelen insanca ve özgürce düşünme geleneği, Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist geleneği sürdükçe, insanlık onuru varoldukça, halk varoldukça başaramayacaklardır. (...)
Dışarıya çıkınca Ölüm Orucuna başlarken neler gördüm biliyor musunuz? İMF tütüne, şekere, petrolümüze, aşımıza, işimize, emeğimize göz koymuş. İMF krizi sonucu birçok insan işten atılmış, açlıkla yüzyüzedir.

Ölüm Orucu direnişimiz F tipi hücrelere, tecrite, izolasyona, insanın özgür düşüncesine, insanın onurunu kırma ve halka yönelik, vatana yönelik emperyalizmin yaptığı saldırıya karşı bir direniştir.
Yurtseverim demokratım, insanım diyen herkes, Adalet Bakanlığı’nı içeride dışarıda sürdürdüğümüz Ölüm Orucunun taleplerini hapishanelerde bulunan temsilcilerle görüşmek üzere diyaloğa, uzlaşmaya davet etmelidir. Çünkü Ölüm Orucu direnişi Hayata Dönüş adını verdikleri katliama rağmen 1, 2, 3, 4, 5. Ölüm Orucu ekipleri ve ardısıra gelecek olan 6., 7. ekiplerle içeride, dışarda İstanbul, Ankara, İzmir’de sürmeye devam ediyor ve edecektir. Ta ki; taleplerimiz kabul edilene kadar...

İMF’ye, F tipine karşıyım, insanlık onurunu savunuyorum, insanım diyen herkesi bu direnişi sahiplenmeye çağırıyor, meşru, haklı, insani, demokratik olan Ölüm Orucu taleplerinin kabul edilmesini istiyorum.

20 Haziran 2001
Mahmut Gökhan Özocak
İzmir Onur Mahallesi Direniş Evinden
Ölüm Orucu'nun 187. Günü