Kayıtsız kalmak suça
ortak olmaktır...
Sözün bittiği yerdeyiz! Son 8 aylık SAG ve ÖO süreci, gerek kurumların, gerek siyasi yapıların,
gerekse kişilerin durumlarını, tutumlarını ve duruşlarını açığa çıkarmış,
safları iyice ayrıştırarak netleştirmiştir diyebiliriz. Fazla söze ve
söyleme yer bırakmadan... Tarihin soluğu uzundur denilir. Bu zorlu ÖO süreci hiç
kimsenin ummadığı bir şekilde sürmüş ve sürmektedir. Tarihin bu zorlu
kesitinde, bu ülkede devrimci tutsaklar bir tarih yazmaktadırlar. Dile
kolay, operasyonlara, hücrelere, işkencelere ve her türden baskı ve
teröre rağmen devrimci irade kırılamamakta, ÖO tüm engellemelere rağmen
devam etmektedir. Nerede bir zulüm var, orada bir isyan vardır. Başkan Maonun
bu sözü karşılığını tam da burada bulmaktadır. Çünkü bu ülkenin toprakları
yetiştirmektedir, böylesi yiğit devrimcileri. Bu topraklarda geçmişten
bu yana bir çok vesilelerle çeşitli isyanlar olmuş; özellikle 12 Eylül
faşizminin karanlık günlerinden sonra, bir çok kazanım ancak bedeller
ödenerek kazanılmıştır. Emperyalist efendilerin emir ve isteği ile sermaye hücreleştirilmiş
bir yaşam dayatıyor tüm topluma. Bu anlamıyla saldırı planlı ve sürece
yayılmış bir biçimde yürürlüğe sokulmaktadır. Tahkim ve emeklilik yasası meclisten bir gecede jet hızıyla geçirilmiştir.
Ardından hücrelere geçişin ilk provaları yapılmış, Ulucanlar Cezaevine
operasyon düzenlenerek 10 devrimci hunharca katledilmiştir. Hedeflenen,
içerideki tutsakları izolasyonla teslim almak, dışarıdaki toplumsal
muhalefete gözdağı vermektir. Kriz bahane edilerek büyük kapitalist işletmelerde onbinlerce işçi
sokağa atılmıştır. Faiz ve rant sermayesi büyük vurgunlar vurarak milyonlarca
doları kasalarına aktarmışlardır. ABDden DB görevlisi, emperyalizmin
maaşlı memuru Kemal Derviş, ülkeye fiili başbakan olarak atanmıştır.
Ekonominin dizginleri tümüyle İMF ve DBden gelecek kredilere karşılık
olarak bu emperyalist kuruluşların eline verilmiş, bu çerçevede yeniden
bir yapılanmaya gidilmiştir. Bütçe tamamen iç ve dış borçlara ayrılmıştır.
Tek kuruş yatırıma, eğitime ve sağlığa ayrılmadığı gibi toplanan vergiler
de artık faizlere bile yetmemektedir. Bu saldırı paketlerinin bir bütün olduğunu, başta işçi sınıfına ve
diğer yığınlara anlatmak ve mücadeleye çekmek, biz komünistlerin ve
tüm devrimcilerin görevi olmalıdır. ÖOdaki tutsakların taleplerini
aktarmak ve saldırının hepimize dönük olduğunu anlatmak durumundayız.
Bu bağı doğru kurmak, buna göre politika üretmek ve hayata geçirmek,
komünistlerin acil önemde sorumluluğudur. Bu inanç ve bilinçle hepinize sesleniyorum; Sen kardeşim, bu çığlığa kulak vermelisin! Sen arkadaşım, bu sese kulak vermelisin! Sen emekçi kardeşim, bu saldırı hepimize, tek yürek olmalıyız! Sen işçi arkadaşım, sadece kendileri için değil, milyonlarca işçi ve
emekçi için direniyor tutsaklar. Siz sendikalar, DKÖler, bu ölümleri görmezlikten gelemezsiniz! Son olarak Veli Güneşin şehit düşmesiyle 24e çıktı ÖO şehitleri.
Elliyi aşkın tutsak sakat kalarak yaşayan ölüler haline geldi. Kayıtsız kalmak suça ortak olmak demektir. Çünkü sözün bittiği yerdeyiz! İzmirden bir komünist
Zindanlardaki direniş ruhunu kuşanalım! Hayatın bir kuralıdır; çürüyen her şey yok olmaya mahkumdur. Kapitalizm
ise çoktan çürümüş ve kokuşmaya başlamıştır. Giderek artan zulmü ve
şiddetiyse cançekiştiğinin resmidir. Türkiye kapitalizmi son yirmi yıldır insanları büyük bir karamsarlığın
ve umutsuzluğun dehlizine itmiş olmasına, insanlık onuruyla alay edercesine
giriştiği tarihin en büyük cezaevi katliamına rağmen -ki insanlara bir
film gibi bu vahşeti izletmiş ve suça ortak olmalarını sağlamıştır-,
geleceğini hiç de garanti altına alabilmiş değildir. Onun hedefi dışarıdaki kitlelerdi ve onları etkisiz hale getirmeyi
geçici de olsa başardı. Oysa sistem için gerçek başarı devrimci iradeyi
teslim almak olabilirdi ki, bugün bunu başaramamış olmanın çaresizliği
içinde kıvranıyor. Dışarıda kitleler halen koyu bir sessizlik içinde. Katliamdan sonra
üzerine serpilmiş olan ölü toprağını atabilmiş değil. Yine yük devrimci
tutsakların omuzlarına binmiş durumda. Kuşkusuz onlar düşmanı tanımanın
vermiş olduğu bilinç ve birikimle, yaşamak ve yaşatmak için ölümle dans
ediyorlar. Yüzlerce tohum toprağa düştü, yüzlercesi daha düşecek. Büyük
zaferler kuşkusuz büyük bedeller istiyor ve hasat mevsimi sanıldığı
kadar uzak değil. Tohum toprağa düşmüştür ve mevsimi geldiğinde tomurcuğa
dönecektir, meyvesini verecektir. Bugün insanlar devrimci olmanın sorumluluğundan uzaktırlar. Korku ve
karamsarlık ortamında ise hücrelere konan gerçekte onlardır. Bu nedenle,
bugün yapılması gereken dışarıdaki devrimcilerin de sürece hazırlanması,
gidenlerin yerini dolduracak bilinç ve birikimle donanmasıdır. İçerideki
devrimci tutsaklar yeni ölüm orucu ekipleriyle savaşı sürdürürken bizler
de dışarda, işçilerin ve emekçilerin içinde, bunun gereğine uygun bir
duruş, çalışma ve mücadele içerisinde olmalıyız. Şehit yoldaşlarımızın, Parti ve devrimin çıkarları dışında hiçbir kişisel
çıkar gözetmeden bize devrettikleri bayrağı mutlaka kapitalizmin burçlarına
dikeceğiz. Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!... D. Cemre
Adalet Bakanlığının son genelgesi... Açık görüş de teslimiyet
şartına bağlı!.. 8 ayı aşkındır süren ve onlarca tutsağın hayatını kaybettiği direniş
karşısında kayıtsız görünen Adalet Bakanlığı, F tipi denilen tecrit
kamplarına ilişkin olarak peşpeşe genelgeler çıkarıyor. TMYnın
16. maddesindeki değişikliğin ardından izleme kurullarının oluşturulması
gündeme geldi. Son olaraksa, açık görüş genelgesi yayınlandı. 16. maddede yapılan değişiklik çerçevesinde, tutsaklara F Tiplerinde
açık görüş imkanı getirildiği de söyleniyordu. Konuya ilişkin yayınlanan
genelgede, bu hakkın da tretmana bağlandığı görülmektedir.
Genelgeye göre, yalnızca eşlere ve 0-10 yaş arası çocuklara açık görüş
izni veriliyor, ama açık görüşten yararlanmak disiplin suçu
işlememiş olmak şartına bağlanıyor. Yaşamanın bile neredeyse suç sayıldığı F Tiplerinde, tutsaklara en
akla gelmedik gerekçelerle disiplin cezası veriliyor. Yazdıkları mektuplar,
suç duyuruları, Bakanlığa verilen dilekçeler, disiplin suçu olarak işlem
görüyor. Dolayısıyla, açık görüşün de bir aldatmacadan başka bir işlevi
bulunmuyor. Adalet Bakanlığının ortak yaşam alanlarında yararlanma adı altındaki
rehabilitasyon programı nasıl ki, tutsaklar tarafından kabul edilmeyerek
çöpe atıldıysa, açık görüş genelgesinin sonu da bu olacaktır. Devrimci
tutsaklar rehabilitasyon şartına bağlanmış hiçbir hakkı
kabul etmeyecekler, devrimci direnişin gücüyle açık görüş genelgesini
de parçalayacaklardır.
Açık görüş de teslimiyet
şartına bağlı!.. Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun! İzmir Hücre Karşıtı Platform tarafından 16 Haziran Cumartesi günü yapılan
eyleme yaklaşık 70 kişi katıldı. Saygı duruşuyla başlayan eylemde basın
metnini Halkevleri Bölge Sorumlusu Aliye Turan okudu. Eylemde Diyalogu
başlatın, ölümleri durdurun!, Kurtuluş yok tek başına, ya
hep beraber ya hiçbirimiz!, Tecriti kaldırın, ölümleri durdurun!,
Devrimci tutsaklar onurumuzdur! vb. sloganlar atıldı. İHD Ankara Şubesinin sessiz oturma eylemi... İnsan Hakları Derneği Ankara Şubesi cezavlerinde süren Ölüm Oruçlarına
ilişkin Adalet Bakanlığının sessiz tutumuna protesto etmek amacıyla
haftalık olarak düzenlediği sessiz oturma eylemini sürdürüyor. 16 Haziran
Cumartesi günü gerçekleşen eylemde Diyalog insana özgü bir erdemdir!,
Yaşam hakkı en temel insan hakkıdır!, Tecrit ve izolasyon
ölümdür! yazılı dövizler taşındı. 10 dakikalık oturma eylemi alkışlarla
bitirildi. İzmir Devlet Hastanesinde şartlı olarak tahliye edilen ÖO direnişçilerinden Mahmut Gökhan Özocak: İnsanlık onurunu savunuyorum diyen Kızıl Bayrak emekçilerine; Bu anlatacaklarımın sizin aracılığınızla Demokratik Kitle Örgütlerine
ulaşmasını, insanların ses getirmesini istiyorum. Hapishanelerden defalarca
mektup yazdım, kimi de yayımlandı. Bu mektubumun da belge niteliğinde
gazetelerde ve TVlerde yayımlanmasını istiyorum. İnsanlık onuruna
ve İMFnin vatanımıza, halkımıza, emperyalizmin ülkemizi sömürgeleştirmesine,
yağmalamasına, talan etmesine karşı haykırış olarak yükselen direnişimizi
anlatarak özetlemek istiyorum. ABD ve Avrupa emperyalizmi kendi ülkelerinde insanları yok etmek, çürütmek
için hücre sistemini uygulamakta, büyük bir insanlık suçu işlemektedirler.
ABD ve AB bunu yaparak büyük bir suç işlemektedirler. (...) 70 yıllık
Cumhuriyet tarihimizin emperyalizmin en sadık ihanetçi, en katliamcı
Ecevit Hükümeti Clintonla ABDye görüşmeye giderken, hücre
sistemi hayata geçirilmeden İMF politikalarını hayata geçirmeyiz, demiştir.
Vatanımız ABD uçak gemileri ve destroyerleri ile, üsleriyle dolup taşmakta,
ülke topraklarımız, fabrikalarımız, emeğimiz İMF ve AB emperyalizmine
peşkeş çekilmektedir. Vatan hainliği, emperyalizme uşaklık ulusal
sol ilan edilmektedir. İşte F Tipi hücreler ABD, AB ve İMF patentlidir. 1- Avrupa ve AB emperyalizminin desteğini alan Ecevit Hükümeti, F tipi
hapishane saldırısını, aldığı uluslararası destekle, Ölüm Orucunun
60. gününde vahşi katliamı ile tırmandırmıştır. 19 Aralık katliamı sırasında
hapishanelerde tutsaklarımız yakılmış, bayanlara tecavüz edilmiştir.
Onlarcasının vücudu cop, kalas, gaz bombası, G-3 mermisiyle dolup taşmıştır.
28 insan katledilmiştir. Ben de 19 Aralık katliamı sırasında Buca Hapishanesindeydim.
1., 2., 3. Ölüm Orucu ekiplerinin bulunduğu 5. koğuşa jandarma, itfaiye
kancası, cop, gazlı tazyikli su ile saldırmıştır. Bu saldırı sırasında
insanlar yerlerde sürüklenmiştir. Soğukta ıslatıldık, jandarmalarca
coplandık. Oysa biz Ölüm Orucundaydık. Ellerimizden kelepçelenerek hücrelere;
gaz bombası ve tazyikli su yemiş şekilde atıldık. 3 gün soğuktan titrer
şekilde ve 1. ve 2. Ölüm Orucu ekibindeki arkadaşlarımızın doktorlar
deetiminde jandarma ve askerlerce kaçırılmalarına tepki için 2 gün su,
şeker almadık. Ölüm Orucuna devam ettik. Bu sırada 25 Şubat genelgesi
çıkaran Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, 10 yıllık kazanımlarımızı bir
çırpıda kaldırdı. 3- Uzun süre B-1 vitamini almadığımız için durumumuz iyi değildi. Ancak
zorla tıbbi müdahale yapılacak durumda değildik. Evet! Ölüm Orucundan
kaynaklı rahatsızlıklarımız vardı ve Ölüm Orucu hapishanelerde bulunan
temsilcilerimizle görüşerek bitirilebilirdi. Kuşkusuz, ortada haklı
ve meşru olan bir direniş vardı. Çünkü F tipi hücreler tecrit ve izolasyondur.
Ailelerin kişilik onuruna ve avukatlara, yani savunma hakkımıza karşı
saldırıdır. Emperyalizmin Tredman politikalarıyla kollektivizme, dayanışmaya,
Anadolu insanının ve devrimcilerinin dayanışma geleneğine olan saldırıdır. 4- Hastanede yapılan zorla tıbbi müdahale, haklı ve meşru olan Ölüm
Orucu direnişini Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı
eliyle kırma operasyonudur. Bana da zorla tıbbi müdahale yapıldı, ama
bundan önce bir olayı anlatmak istiyorum. 3. Ölüm Orucu ekibinde bulunan Kenan Korkankormaz ve Ulaş Göktaşın
durumları, 1. ve 2. Ölüm Orucu ekibinden olmasına rağmen, doktorlar
tarafından (dahiliye, nöroloji, psikiyatri) zorla tıbbi müdahale için
dahiliye 5. servisine kaçırılmışlardır. Ulaş Göktaş ve Kenan Korkankorkmaz
zorla tıbbi müdahale sırasında çığlık atmaktaydılar. Ben bu duruma tanık
oldum. Bu iyi hekimlik, Malta ve Tokyo bildirgelerine aykırı insanlık
dışı bir tutumdur. Sağlık Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığının
Ölüm Orucu direnişini bu şekilde bitirme politikasıdır. Doktorlar da
baskı ve zor altındadır. Ama yine de zorla tıbbi müdahale hangi tıp
etiğinde vardır? Bu insanlığa aykırıdır. Bu tıp etiği değil, tıbbın
Ölüm Orucu Direnişinde olanlara tıbbi müdahale edilmesini istemediğini
defalarca ifade etmesine rağmen bu direnişibaltalamaya yönelik saldırıdır.
Zorla tıbbi müdahaleyi protesto için biz Yeşilyurt Atatürk Eğitim Hastanesinde
bulunan 1., 2., 3. ekip Ölüm Orucu direnişçileri su, şeker ve tuz alımını
kestik. Ertesi gün sabaha karşı, hastanede direnişte beraber bulunduğumuz
ve irademiz dışında getirildiğimiz mahkum koğuşunda, Abdullah Bozbağ
ve Celal Alpay hayata gözlerini yumdu. Onlar insanca bir yaşam, İMFsiz
Türkiye, beynin ve düşüncenin özgür olmasını istiyorlardı. 5- Abdullah Bozbağ ve Celal Alpayın ölümünden sonra, Gürsel Akmaz
isimli 3. ÖO ekibinde direnişte bulunan değerli kardeşimiz doktorlar
tarafından onay verilerek, jandarma vasıtasıyla 5. kata kaçırıldı. Ve
Gürsel Akmaz kardeşimiz tıbbi tedaviyi reddetmesine rağmen serum takılarak
ve yanlış müdahale sonucu açıkça katledildi. 6- Gürsel Akmazın zorla tıbbi müdahalenin ardından, onun yaşama
gözlerine yumduğu yatağa ben ayaklarımdan jandarma tarafından kelepçeye
vuruldum. Ellerim hemşireler tarafından sargı bezleriyle yatağa bağlandı.
Tıbbi müdahaleyi reddettiğim bilinmesine rağmen zorla serum verildi.
Ve ben 3 gün sonra serumu sökerek tedaviyi reddettim. Tüm bu gelişmeler
doktorlar gözetiminde yapıldı. TTB üyesi doktorların üzerinde kimin
gücü ve etkisi vardır? 7- Zorla tıbbi müdahale sonucu yanlış uygulama yapılan Hüseyin Kayacı
hastanenin 5. katında hayata gözlerini yumdu. Oysa kendisi 3. Ölüm Orucu
ekibindendi. 8- 1, 2, 3. ekip Ölüm Orucu direnişçileri olarak hastahanelerde zorla
tıbbi müdahalenin ardından, Adalet Bakanlığı 6 ay süre için (tedavi
görmek amacıyla) bizi bıraktı. Ben sedyeyle hastahane önüne bırakıldım.
TAYADlı Ölüm Orucu direnişçisi Bahri Yusufoğlunun yanına,
durumumu öğrenip hastahaneye gelen arkadaşlarım götürdüler. 9- Şu anda, önce koğuşta, sonra hücrede, sonra tecrit koğuşunda, sonra
zorla tıbbi müdahale tehdidi altında kaldığım hastahanedeki mahkum koğuşunda
sürdürdüğüm Ölüm Orucu direnişimi, TAYADlı aile Bahri Yusufoğlu
ile birlikte sürdürmekteyim. Neden? Ölüm Orucu, haklı ve meşru bir direniş eylemimiz olarak, F tipi hücreler,
1 ve 3 kişilik hücrelerde insanların ayakta işkence görmesine, beyinlerinin,
ruhlarının ve özgür düşüncelerinin teslim alınmak istenmesine, İMFye,
faşizme karşı sürdülen insanlık onurunu savunan direniş biçimidir. Bunun için nerde olursam olayım, Ölüm Orucu eylemini sürdürmeye devam
ediyorum. Şu anda Ankara ve İstanbul hastahanelerinde 50ye yakın
Ölüm Orucu direnişçisi hafızasını yitirdi, düşünceleri çocuklaştırıldı.
54 tane insanımız katledilmiş, yakılmış, kadın tutuklulara tecavüz edilmiştir.
Bunun hesabını kim verecek? İMF ve Göbelsçiler emperyalizm, faşizm gibi
düşünen beyinler yaratmak istiyor. Bu ülkede devrimciler varoldukça,
Anadolu halkının Bedreddinlerden gelen insanca ve özgürce düşünme
geleneği, Kurtuluş Savaşının anti-emperyalist geleneği sürdükçe,
insanlık onuru varoldukça, halk varoldukça başaramayacaklardır. (...) Ölüm Orucu direnişimiz F tipi hücrelere, tecrite, izolasyona, insanın
özgür düşüncesine, insanın onurunu kırma ve halka yönelik, vatana yönelik
emperyalizmin yaptığı saldırıya karşı bir direniştir. İMFye, F tipine karşıyım, insanlık onurunu savunuyorum, insanım
diyen herkesi bu direnişi sahiplenmeye çağırıyor, meşru, haklı, insani,
demokratik olan Ölüm Orucu taleplerinin kabul edilmesini istiyorum.
20 Haziran 2001 |
|||||