Sermaye devleti geçtiğimiz günlerde bir iç borç takası ihalesi gerçekleştirdi.
Böylelikle geri ödeme zamanı gelmiş iç borçların vadeleri, devlete borç
vermiş büyük bankaların ihya edilmesi karşılığında bir süreliğine ertelendi. Hükümet ve medya günlerdir yapılan bu işi büyük bir başarı olarak göstermeye
çalışıyor. Takas sayesinde ekonominin rahatlayacağı, dahası ülkenin
önünün açılacağı propagandası yapılıyor. Dikkatler borçların bir süre
ertelenmiş olmasına çekilmeye çalışılıyor. Oysa bu borç takası, sermayenin, özellikle de büyük bankaların son
bir yıldır uğradıkları kimi parasal zararların borç erteleme
bahanesiyle devlet bütçesine, yani işçi ve emekçi yığınların sırtına
yüklenmesinden başka bir şey değil. Peşpeşe gelen mali krizler döviz fiyatlarında ve faizlerde beklenmedik
iniş çıkışlara neden olmuştu. Bu ani dalgalanmalar genel planda büyük
bankaların kârlarını arttırmalarına yol açtı. Ama bu arada başka şeyler
de oldu. Örneğin bankaların elindeki döviz miktarı azaldı. Kredi faizlerinin
düşmesi nedeniyle bu alanda kâr oranları düştü. Ve en önemlisi de döviz
fiyatlarındaki belirsizlik bankalar için risk oluşturmaya başladı. Böyle bir aşamada takas gündeme geldi. Geri ödeme zamanı yaklaşmış
ağır borç yükü gerekçe gösterilerek takas ihalesi açıldı. İhaleye büyük
bankalar beklenenin çok üzerinde bir ilgi gösterdi ve yaklaşık 9 milyar
dolarlık bir takas gerçekleşti. Devlete borç vermiş büyük bankaların
elindeki tahviller alındı. Karşılığında bankalara dövize endekslenmiş
ve ödeme vadeleri uzatılmış yeni tahviller verildi. Bu vesileyle sermaye
devleti ödeme zamanı gelmiş borçlarının ortalama 3 yıllık bir zamana
yayılması karşılığında banka sermayedarlarının tüm isteklerini yerine
getirmiş oldu. Takasla bankaların döviz açıkları giderilmiş oldu. Faizlerin düşmesi
nedeniyle bankaların uğradığı zararları telafi edecek düzenlemeler yapıldı.
Döviz fiyatlarının ani değişmesi ihtimalinden doğan risk de devlet tarafından
üstlenildi. Devletin iç borç yükünde ise koparılan gürültü ölçüsünde büyük bir
azalma olmadı. Devlet önümüzdeki altı ayda 46 katrilyon iç borç ödeyecekti.
Takasla bu miktar 41 katrilyona düşürüldü. Fakat buna karşılık önümüzdeki
yılların borç yükü daha da ağırlaştı. Bu da gösteriyor ki yapılan iş bir kez daha işçi ve emekçilerin cebinden
büyük sermayeye kaynak aktarmaktır. Krizin faturasını bir kez daha işçi
ve emekçilere ödetmektir. İç ve dış borç mekanizmaları işçi ve emekçileri daha fazla sömürmek,
daha fazla yoksullaştırmak için sermayenin kullandığı araçlardır. Ağır
borç yükünü gerekçe gösteren sermaye devleti vergileri durmadan arttırmakta,
telefon, akaryakıt, sigara, şeker gibi KİTlerin ürettiği mal ve
hizmetlere büyük zamlar yapmakta, kamuda çalışan işçi ve emekçilere
verilen parayı kısabildiği kadar kısmaya çalışmaktadır. Böylelikle borçlar
işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmış olmaktadır Borçların çok az bir kısmının ertelenmesi karşılığında bankaların hemen
tüm zararlarının devletçe üstlenilmiş olması, önümüzdeki yıllarda borç
yükünün daha da artması demektir. Bu da işçi ve emekçilerin karşı karşıya
olduğu yıkım ve yoksullaşmanın daha da büyümesi anlamına gelmektedir. Krizlerin ve giderek ağırlaşan borç yükünün sorumlusu işçi ve emekçiler
değildir. İşçi ve emekçiler takasla borç yükünün azaltıldığı yalanına
kanmamalı, borç çarkını döndürmek için kendilerine dayatılan yıkım ve
yoksullaştırma politikalarını reddetmelidirler. İç ve dış borçlar iptal edilsin!
Sağlıkta özelleştirme politikası ve sonuçları Türkiyede işçi ve emekçilerin en çok sorun yaşadıkları alanlardan
biri de sağlıktır. Bir taraftan mantar gibi türeyen özel hastaneler,
diğer taraftan hizmet vermekte yetersiz kalan/yetersiz hale getirilen
SSK hastaneleri ve sağlık ocakları... SSKlarda tedavi imkanları gün geçtikçe daralmaktadır. Sağlık
çalışanı ve donanım yetersizliğinden dolayı yeterli sağlık hizmeti verilememektedir.
SSK hastanelerinde bu sorunlar yaşanırken, sağlık emekçileri ile hastalar
karşı karşıya gelmektedir. Tedavisi yeterince yerine getirilemeyen hastaların
ilk yüklendikleri kişiler sağlık personelidir. Oysa SSK hastanelerinin
yetersiz hale gelmeleri devletin bilinçli politikalarının bir sonucudur.
Özelleştirmelerle sağlık hizmetleri tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Devletin yıllardır sistemli bir biçimde özelleştirme saldırısıyla yüzyüze
kalan SSK hizmetlerinin bir bölümü bugün özel sağlık şirketlerine kaydırılmıştır.
SSKda yapılması gereken tedavi, ilaç alımı, tahliller, ameliyatlar
vb. özel hastanelere yüksek fiyatlara yaptırılmaktadır. Sermaye düzenindeki yolsuzluk ve çürümeden SSK da nasibini almıştır.
Çalışma Bakanı her gün bu alanda yaşanan yolsuzluk ve usulsüzlükler
üzerinden medyada şov yaparak özeleştirmeye kılıf hazırlıyor. Oysa tüm
bunlar özelleştirmenin sonuçları olarak yaygınlaşmakta, bizzat devlet
bürokratlarıyla ilişkili olarak gerçekleşmektedir. Özel sektörün prim borçlarını bir kalemde silen devlet, işçilere ise
yüklenmektedir. İşçilerin prim payı kaynağında kesilmektedir. Biriken
paralar, sağlık ve sosyal güvenlik alanına yatırılması gerekirken, bankalara
ucuz kredi olarak kullandırılmaktadır. 94 rakamlarıyla, düşük
faizli kredi kullanımı nedeniyle, 19 milyar dolar heba edilmiştir. Devletin
SSK kaynaklarını kimlere kullandırdığı ortadadır. İMF-TÜSİAD programının hedeflerinden biri de SSKnın tasfiyesidir.
Sigorta ve sağlık hizmetleri sermayenin en çok gözünü diktiği alanlardır.
Sigortalılar sürekli olarak bireysel emekliliğe özendiriliyor. On senede
emekli olunacağı vaatlerinde bulunuluyor. Emeklilik yaşının yeni yasayla
kadınlarda 55, erkeklerde 60 yaş olduğu düşünüldüğünde, bu birçok işçiye
cazip geliyor. Fakat emekli maaşı ödemesi belirli bir yaş sınırına bağlanıyor.
Tabii ki sigorta şirketi o zamana kadar batmazsa! Devlet sosyal güvenliğe bütçeden %2 oranında pay ayırıyor. 97
rakamlarına göre, kişi başına yıllık 237 dolar düşüyor (ki bu miktar
şimdi daha azdır). AB ülkelerinde sosyal güvenliğe ayrılan pay ise yıllık
5 bin dolardır. Sigorta kapsamında, aile fertleri de içinde, toplam 43 milyon kişi
hastanelerden yararlanıyor. Bu sayı karşısında mevcut SSK hastaneleri
doğal olarak yetersiz kalıyor. Toplam 1220 hastane, 5700 sağlık ocağı,
1300 sağlık evi vardır. 807 kişiye bir hekim düşmektedir. Hekimlerin
%40ı 3 büyük ilde toplanmıştır. Özellikle Kürdistan illerinde
doktor ve hastane yetersizliğinden dolayı, parası olanlar tedavi için
büyük kentlere geliyorlar. Parası olmayanlar ise kaderleriyle baş başa
kalıyorlar. Kapitalist sistemde parasız sağlık hizmeti hakkı işçi ve emekçilerin
zorlu mücadeleleriyle kazanılmıştır. Bugün bu hak gelişmiş kapitalist
ülkeler de dahil, adım adım gaspedilmektedir. Sosyalist sistemde ise
sağlık hizmetleri ve ilaç toplumun tümü için parasızdır. Yani kapitalist
sistemde paranız kadar sağlık hizmetlerinden yararlanabilirsiniz, sosyalist
sistemde ise hiçbir sınır yoktur. Kübadaki uygulama bunun en somut
ve başarılı bir örneğidir. Parti programında devrimden sonra gerçekleştirilecek uygulamalardan
biri sağlık alanındadır. TKİP Programı sağlığa ilişkin düzenlemelerin
başında şunları öngörmektedir: "Kamulaştırılmış tüm sağlık kuruluşları yerel işçi ve emekçi
meclislerine devredilir. Toplumun tüm bireyleri için parasız sağlık
hizmeti ve ilaç sağlanır. Geniş çaplı kamu sağlığı ağı kurulur. Koruyucu
hekimlik hizmetleri yaygınlaştırılır. (TKİP Programı, 2. Bölüm,
C. Toplumsal sorunlar alanında) A.Engin |
|||||