ARSIVANA SAYFA
 
03 Şubat '01
SAYI: 05
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Tuzaklar ve tuzağa düşenler
"Huzur"u bozanlar dizginsiz bir faşist terör dalgazının önünü açıyorlar
Başsavcı İMF'ye soruyor: Enerjideki yolsuzlukların talimatını siz mi verdiniz?
"Enerji piyasası" yasası gündemde
Örnek inisiyatifin kararları bir bir uygulanıyor
İşsizlik ve kapitalizm...
Tekstil'de satış sözleşmelerine izin vermeyelim!
SSK'yı tasfiyenin zenmini hazırlanıyor
KESK'in 3. Olağan Genel Kurulu...
Kapitalizmi savunanlar şiddet karşıtı olabilirler mi?
Direniş,katliam ve sol hareket/2
Tutsak yakınlarının Ankara girişimleri
TAYAD'lı Aileler: Yine bizim kapımız çalınıyor!...
Köln'de 40 bin kişilik coşkulu ve kitlesel gösteri
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/Ek belge
Zürih sokaklarında emperyalist haydutlara militan tokat!
Davos formu ve enternasyonal mücadele
Orta burjuvazinin işçiler üzerindeki etkisini kırmalıyız
Ölüm Orucu direnişçileri anlatıyor...
İHD İstanbul Şb: Ölümler 100. gününde, yeni ölümler istemiyoruz!
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

TKİP davası tutsağı/
Ölüm Orucu direnişçisi Resul Ayaz:

“Biz görelim ya da görmeyelim; kazanacağımıza dair en küçük bir tereddüt taşımıyoruz...”

Hücrelere sığmayız demiştik,
işte sığmıyoruz!

Merhaba İbrahim;

Seni ve tüm dostları, yüzüncü gününe dayanan Ölüm Orucu Direnişimizin olanca kararlılığı ve coşkusuyla kucaklıyorum. Şimdiye kadar düşünüp de yazamadığım için beni bağışlayın. Yoksa ilk fırsatta yazmayı düşündüm.

Doğal olarak bizleri merak ediyorsunuz. Tek kelimeyle bomba gibiyiz. Patlamaya hazır... Burada, direkt ve dolaylı haber aldığım tüm dostlar (bizim dışımızdaki arkadaşlar da dahil) iyiler. Yaralarımız kabuk bağladı. Operasyondan sonra bilincimiz daha bir açıldı, inancımız ve kararlılığımız pekişti. Bu inancın gücüyle yüzlü günlere giriyoruz. Yapılan onca karalama ve demagojiye, kirli abluka ve suskunluk fesadına rağmen, gün gün yeni bir tarihin, taze bir başlangıcın taşlarını örüyoruz.

Bu destansı direniş daha şimdiden tarihin sayfalarında onurlu bir yer edinmiş bulunuyor. Hiçbir güç bunu değiştiremez artık. Adanmışlığın, fedakarlığın, kararlılığın sınandığı bu tarihsel süreçte ölüm, zulüm, tecrit vb. hiçbir yol ve yöntemle önümüz kesilemez artık. Ya bu kanlı, kirli, abluka dağıtılacak, ya da daha büyük bir sarsıntı yaratmak üzere seve seve daha yüzlercemiz düşeceğiz toprağa.

Artık sınırları aşıyoruz. Bunu direnişin görkemine borçluyuz. Dışarda bütün “taşları bağlayıp itleri salsalar” da, yankısı ve etkisi derinden derine büyüyen direnişin gıdasıyla sınırları daha da genişleteceğiz. Hücrelere sığmayız demiştik, işte sığmıyoruz! Ölüm Orucu-Süresiz Açlık Grevi direnişi yeni katılımlarla her geçen gün daha da büyüyor. Dün yüzlerceydik, bugün binleri aştık...

Acz içinde kıvrananlar şimdi gözlerini bize dikmiş, yeni cesetler bekliyorlar. Yanıtımız yine aynı toklukta: Bekleyin, yakında geliyoruz!

Evet direniş bu aşamaya dayandı. Artık bundan sonrası peşpeşe yeni şehitlerin gelmesidir. Ve artık biliniyor ki, ölümü ağıtla değil halaylarla, tilililerle karşılayan bir geleneğimiz var. Bugünkü suskunluk kimseyi aldatmasın. Bugün değilse yarın... Yarın değilse daha sonra... Ama asla suskunluk fesadıyla boğulabilecek bir direniş değil sürdürmekte olduğumuz.

Sevgili İbrahim, burada hala katı tecrit sürüyor. Üç kişilik hücrelerde kalıyorum. Pek çok insanın tek kişilik hücrelerde kaldığını biliyorsunuz. Tek ya da üç kişilik, sonuçta dayatmaya çalışılan sistem insanım diyen her tutukluyu kaçınılmaz olarak bir onur ve insanlık mücadelesi vermeye zorluyor. Binanın ne kadar lüks olduğu reklamlarıyla özenle saklamaya çalıştıkları bu gerçek şimdi apaçık ortada. Bu nedenle daha uygulamaya başlandığı an bu sistem iflas etmiş oluyor. Biz direnişimizle bunu daha da hızlandırıyoruz.

Burada günlük gazeteler üzerinden güncel-siyasal gelişmeleri ayrıntısına kadar izleyebiliyoruz. Günümüzün asıl ve temel faaliyeti gazete okumak. Yorucu da olsa tüm haberleri izliyor-yorumluyoruz. Operasyonlar serisi sürüyor, daha da sürecek gibi görünüyor. İlginç olan; sistem bir taraftan kendisini zora sokan, sınırları zorlayan alan ve konularda operasyonlarını sürdürürken, verili koşulların yeni ve daha kapsamlı yenilerini üretmesidir. Bu tam bir çıkmaz, çözümsüzlük durumudur. Tahkimatın bir parçası olan operasyonların siyasal krize yolaçan yeni kapıları açması ise cabası.

Bir açığı kapatmak için başka bir açık verme zorunluluğu, şimdi güçler dengesinin mecburi uzlaşma noktası. Oysa sistem içi güçler arası çatışma göründüğünden daha kapsamlı ve uzun erimli bir sürece yayılıyor. Zira sorunlar daha ciddi ve kapsamlı; bu basit olarak klikler, şu ya da bu partiler arasındaki olağan çıkar çatışması değil. Buzdağının altında, temel ve belirleyici kesimler arasında bir hesaplaşma sürüyor.

Tabii ki, seyirci kaldığı için ve seyirci kaldığı ölçüde, bunun faturası esas olarak bugün işçi ve emekçilere çıkartılıyor. Ama yarın böyle olmayabilir. Gelişmeler bunu gösteriyor. Kontrol mekanizmaları içinde cendereye alınan dinamik güçler daha fazla sıkıştırıldıkları zaman, bu onları en fazlasından bir süre için tutabilir, sonrası için ise patlamaya zorlar. Diyeceğim, pistonu hareket ettiren buhardır- buharın basıncıdır. Operasyonal mekanizmanın (devletin) kendisi ne kadar tahkimata, tamirata tabi tutulursa tutulsun, operasyonların yaydığı yanıltıcı, sahte ve geçici etki kısa vadelidir; mekanizmanın azameti, buharın dinamik gücü karşısında yetersiz kalacaktır.

Bunun kendiliğinden olmayacağını zaten biliyoruz. Burada güncelle bağlantılı iki temel nokta önem taşımaktadır: Birincisi; mekanizmanın gücünün yaydığı etkinin sahteliğinden kurtulmak ve onun yapısal dayanıksızlığına vurgu yapmak (ki bu anlamda reformistlerle sınır çizgilerini kalınca çizmek, onun etki alanını sınırlamak önemlidir). İkincisi; bütünden bakarak parçadaki yetersizliklerin ve eksiklerin üstüne gitmek. Bu ikincisi bizim tarihsel soluk borumuzdur. Güne-parçaya ilişkin zaafiyetin aşılıp aşılmaması bu bakışa bağlı.

Evet, önemli olan neye vurgu yapılacağı, neye çubuk büküleceği ve nasıl bir pratik performansla bunların birarada yapılacağı. Hepsi birarada, tek başına hiçbiri değil. Dışardaki göreli ve geçici hareketsizliğin ne ölçüde geçici olacağını belirleyecek ölçüt, bu tabloya müdahil olan iradenin ağırlığı ve ciddiyeti ile kopmaz biçimde bağlı.

Bu ağırlığı taşıyoruz direnişimizde. Bu sorumlulukla ağır bedeller ödemeye hazırlanıyoruz. Burada bedellerin ağırlığının yaratacağı boşluk asla kapanmaz değil, asla önemli değil. Bu tür boşlukları hızla dolduracak olanaklarla dolu bir süreçten geçiyoruz. Bunu biliyoruz.

Direnişe ek olarak insanın dayanma sınırlarına yaptığımız vurgu, insanın tükenmezliğinedir. Mücadelenin sürekliliği ve direnen insanın tükenmezliği ile yasası belirlenmiş bir tarihsel süreç er ya da geç hedeflerine varacak, yeni hedeflere doğru akışını sürdürecektir.

Biraz ustruplu bir dil oldu. Umarım ne dediğim anlaşılıyordur. Yeniden yazacak imkan ve gücü bulursam tekrar yazmaya çalışacağım.

Bitirirken, Haydar’la beraber tüm dostlara yürek dolusu selamlarımızı iletiyoruz. Hepinizi olanca coşkumuzla kucaklıyor, başarılar diliyoruz.

Biz görelim ya da görmeyelim; kazanacağımıza dair en küçük bir tereddüt taşımıyoruz.

Hoşçakalın...

Resul Ayaz
25 Ocak 2001



TKİP davası tutsağı/
Ölüm Orucu direnişçisi Hatice Yürekli:

“Direnişimizin gücü, devrim davasının yenilmezliğinden geliyor...”

Sevgili yoldaşlar,

Bulduğum bu ilk fırsatta sizleri selamlamanın sevincini yaşıyorum. Numune Hastanesi’nin hücresinde 24 saat asker denetiminde tutuluyorum. Bu nedenle iletişim olanakları her zamankinden daha zayıf.
Faşist devletin görkemli Ölüm Orucu direnişimizin etki ve gücünü kırmak için düzenlediği 19 Aralık saldırısı, yine devrimci iradenin kararlı ve başeğmez duruşuyla boşa düşürülmüştür. Bugün, direnişimiz gücünde en küçük bir zayıflamaya yol açmadan, tutsakların bulundukları tüm alanlarda (F tipi zindanlar, çeşitli cezaevleri, hastane) kararlılıkla devam etmektedir.

Direnişimizin gücü, devrim davasının yenilmezliğinden geliyor. Açlık belki hücre hücre bitiriyor bedenlerimizi. Ama, onurlu bir davanın taşıyıcıları olmak herşeyden daha baskın; açlıktan da, ölümden de... Çünkü sınıfsız-sömürüsüz bir dünyanın tohumlarını büyütüyoruz bedenlerimizde. Bugünden yarına akıyoruz. Bu akış, hiçbir karşı-devrimci zorun durduramayacağı biçimde süreklidir, hep ileriye doğrudur. Nazım’ın dediği gibi; “Artık zafer hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp kazanılacaktır...”

Sizleri, zaferin coşkusuyla selamlıyor, yapının yükselmesinde emeği olan tüm yoldaşların kolektif yüreğinden öpüyorum.

Her zamankinden daha sıkı sarılalım görevlerimize, çünkü; yarın bizimdir yoldaşlar!

Sevgilerimle...

Hatice Yürekli
26 Ocak 2001




TKİP davası tutsağı/
Ölüm Orucu direnişçisi Duygu Mutlu:

“Henüz son söz söylenmedi...
Zafer bizim olacak!”

Sevgili ...,

Ancak bugün kağıt kalem alabildim. İlk mektubumu sana yazıyorum.

25 Aralık akşamı hastaneden buraya getirildik.

Gebze’deki operasyondan başlayayım istersen. Her yerde oduğu gibi sabah 05:00’de içeri girdiler. Barikatları kurduk, yine 4 koğuş. Bu sefer ana maltanın da bir kısmını aldığımız için kendi koğuşlarımıza sıkışmadık. Alınteri ile Hedef’in koğuşu ayrı yerde olduğu için ayrı barikat kurdu. Çatıları, duvarları delerek girdiler. Önce bizim koğuşa girdiler. Oradan çekildik. Saat 14.30’da bulunduğumuz koğuşa girmeyi başardılar. Bu ara Kenan Taybora adında bir arkadaş (Mücadele Birliği taraftarı) kafasından kurşun aldı. Bir başka arkadaş da ayağından yaralandı. Onların dışında Alişan ve Muhammet adlı arkadaşların da yaralandığını duyduk. Ölüm Oruçcuları’nı ve yaralıları ayırıp hastaneye götürdüler. Hafif zedelenmeler dışında bir şeyimiz yok. 16:30’a doğru da bayanları alıp getirdiler. Kenan Taybora’nın durumu ciddi idi. Şimdi nasıl bilmiyorum. Bu arkadaş birkaç ay öncesine kadar bizim komünümüzde kalıyordu. Pek geleni gideni olmazdı. O yüzden onunla ilgilenirseniz, para, giyecek vb. ihtiyaçlarını karşılarsanız sevinirim.

Hastanede bir hafta geçirdik. Yaralıları birkaç gün sonra Gebze’ye geri götürdüler. Bu arada 3-4 gün gazete okuma fırsatı bulduk. Estirilen gerici rüzgarın farkındayız. Kendini yakma eylemleri devlet ve medya tarafından kötü bir biçimde kullanıldı. Hemen belirteyim, ben bu eylemi yanlış buluyorum. Hastanede Düzgün’le de bu konuyu konuştuk. O da benim gibi düşünüyor. Medyada bu eylem üzerinden Ölüm Orucu eylemi karalandı. Ölüm Orucu direnişi aynı zamanda kitleleri harekete geçirmek amacıyla da gerçekleştirilen bir direniş eylemidir. Belli talepleri vardır, bu talepler karşılanır ya da anlaşma sağlanırsa bırakılır. Kendini yakma ise tümüyle farklı bir eylem; burada sergilenen fedakarlık ne olursa olsun bizim bu tür bir eylem tarzını onaylamadığımız biliniyor. Habip yoldaş PKK’nın gerçekleştirdiği bu tür eylemler için zamanında anlamlı, soruna bakışımıza ışık tutan bir yazı yazmıştı, Kızıl Bayrak’ta yayınlanan.

Hastaneden sonra erkekleri buraya getirdiler, bayanları Kartal’a götürdüklerini sanıyorduk, Gebze’ye geri götürmüşler. Gebze’yi de F tipine sevk edeceklerini duyduk, ama yer kaldığını sanmıyorum. Onun için yeni bir yer açmaları lazım. Bolu’yu açarlarsa olabilir belki.

Sana biraz da buranın koşullarından bahsedeyim. Geleli 10 gün oldu. Kağıdı yeni alabildik. Henüz gazete, radyo, televizyon yüzü görmedik. Aynı şekilde havalandırma da yok. Havalandırmayı açacaklarını söylüyorlardı, anahtar kırılmış! İlk üç-dört gün şeker (o da çok az) ve tuz dışında birşey vermediler. Sonra sabun, havlu falan alabildik. Tam öğrenemedik ama, herhalde haftanın üç günü görüş verecekler, belli saatler arasında. Bazen az yanıyor kaloriferler, ama biz Ölüm Orucu’nda olduğumuz için sanıyorum daha çok üşüyoruz. Düzgün’ün durumu biraz daha kötü, sıcak suyu akmadığı için banyo yapamıyor. Gebze’deki ihtimamla karşılaştırılınca, çok olumsuz koşullardayız kısacası.

Tecrit koşullarını anlatmama gerek yok sanırım. Tek kişilik hücrelerde kalıyoruz. Kimsenin yüzünü gördüğümüz yok (gardiyanlar dışında). Eğer havalandırmalar açılırsa, yan hücredeki arkadaşla aynı havalandırmaya çıkacağız, böylece görüşmüş olacağız. Pencereden onunla birbirimizi görmeden sohbet edebiliyoruz yalnızca. Bulunduğumuz koridorda 15 hücre var. Gebze’den 4 kişi buradayız. Bizim dışımızda Vatan’dan bir Ölüm Oruçcusu arkadaş var. Toplam 5 Ölüm Oruçcusu dışında Vatan’dan 3 arkadaş, Atılım’dan iki, Barikat’tan iki, Özgür Gelecek’ten 1, Mücadele Birliği’nden 1 arkadaş var. Yani biri dışında bu koridorun hücreleri dolu. (Havalandırmaların yarısına iki hücre, yarısına üç hücre çıkıyor. Üç kişilik hücreler ise sadece kendi havalandırmalarına çıkıyor. Üç kişiliklerin havalandırmaları açık.)

Ayhan’ın Edirne’ye götürüldüğünü duyduk. Kartal’dakilerin durumu buradan daha iyiymiş. Burada Müslüm’le zor da olsa haberleşebiliyoruz. Havalandırma pencerelerinden bağırarak. Ahmet Turan’ın da burada olduğunu haber aldık. Bunun dışında kimseden haberimiz yok. Bize aldığın bilgileri iletirsen seviniriz. Mektup yazarsan APS ile gönder. Alıp alamayacağımızı bilmiyoruz ama!

Elimizde okuyacak hiçbirşey olmadığı için sürekli mektup yazacağım. Gönderip göndermeyeceklerini henüz bilmiyorum. Yakında belli olur.

Direnişimiz bütün kararlılığıyla sürüyor. Herkeste büyük bir coşku var. Devlet zafer elde ettiğini sanıyor, ama yanıldığını anlayacak, çünkü henüz son söz söylenmedi. Gelişmeleri bilemediğimiz için pek bir şey yazamıyorum. Şimdilik bu kadar olsun. Bütün dostları coşkuyla kucaklıyorum. Zafer bizim olacak, başka yolu yok!

Duygu Mutlu
Kandıra F Tipi Cezaevi
B-2.7/7/Kocaeli



TKİP davası tutsağı Gülcan Öztürk:

“Tüm yalan ve demagojilere karşın, direniş tüm görkemiyle sürüyor...”

Sevgili A... ...,

Gönderdiğin kırmızı kartı bugün aldım. Kısa ama içten ve sadeydi gönderdiğin kart. Benim göndermiş olduğum kartı çok beğendiğini yazıyorsun. Sanırım, Ölüm Orucu vesilesiyle ortak hazırladığımız karttan bahsediyorsun. Yüreğinin kavga içindeki yüreklerle yanyana oluşundan bahsetmişsin. Sizlerin bizim yanımızda oluşunuz, özellikle böyle bir dönemde, operasyon ve Ölüm Oruçları döneminde bunların yaşanması, bizi mutlu kılıyor. Özellikle devletin Ölüm Orucu eylemini yalan ve demagojiyle boğma çabasının yaşandığı böyle bir dönemde, bu destekler daha bir anlam kazanıyor. Ki, “dışarısının”, dışarıdaki eylemliliklerin böylesine önem kazandığı bir aşamada, bu çok daha fazla önemli hale geliyor.

Ölüm Oruçları eylemi aynen devam ediyor, biliyorsun. Devletin yalan ve demagojiler eşliğinde “hayat kurtarma operasyonu” adı altında gerçekleştirdiği imha ve yoketme operasyonu, eşi benzeri görülmedik saldırı olduğu kadar, devletin yaşadığı acizliği ve tıkanmışlığı da gösteriyor. Bu vahşet, 12 Eylül ya da Nazi faşizmi dönemine rahmet okutacak bir vahşet. Onlarca insan yaralı ve sakat, yüzlerce arkadaş F tiplerine atıldılar. 28 insanımız şehit düştü. Ve daha da düşeceklerden başka...

Ne var ki, tüm yalan ve demagojilere karşın, eylem tüm görkemiyle sürüyor. “Örgüt baskısı var!” yalanı bir balon gibi söndü. Şimdi yüzlerce insan F tipi cezaevlerinde ve cezaevlerinin hücrelerinde Ölüm Oruçlarını sürdürüyorlar. Yalan boşa çıktı bir kez daha. Şimdi de buna rağmen sürdürenlere “fanatik” demeye başladılar.

Toz duman yeni yeni inmeye başladı. Elbette tam da bu dönem, ölümlerin daha da artmasının önüne geçmek, ancak dışarıda oluşturulabilecek basınca bağlı. Bunun gerçekleşebilme imkanı olmaması durumunda, ödenecek bedeller çok daha fazla olacak. Zira günbegün, geriye dönülmesi mümkün olamayacak ölümlere yaklaşılıyor ve şu an eylem anlaşmayla bitirilse bile, insanlar yaşam boyu sakat kalarak yaşamaya mahkum olacaklar.

Cezaevleri operasyonları ve katliamlarla tüm toplum, 12 Eylül’ü aratacak şekilde teslim alınmaya çalışılıyor. İMF’ye sunulan ek niyet mektubunun operasyonla aynı zamana denk gelmesi bir tesadüf değil. TC geleceğini, İMF ve Dünya Bankası’nın dikte ettirdiği sosyal yıkım planının yaşama geçirilmesine bağlamış durumda. Tam da bu yüzden bu operasyona başvuruldu. 24 Ocak Kararları nasıl cunta ile hayata geçirildiyse, şimdi 24 Ocak Kararları’nı katbekat aşan İMF planlarıyla, cezaevleri ve topluma dayatılan baskı ve yıkımlarla, katliamlarla bu yapılmaya çalışılıyor. Bu yüzden F tipi saldırısını püskürtmek hayati bir öneme sahip.

Sevgili ...,

Basından da takip etmişsindir, burada iki kez operasyon düzenlendi. İlkiyle yetinmediler. İki arkadaşımız burada şehit düştü. Toplam 28 arkadaşımız ise onur abidesi olarak yeniden özgürlüğe doğdular.

Sağlığımız iyi sayılır. Hepimiz Ölüm Orucu ve Süresiz Açlık Grevi eylemini sürdürüyoruz. Şu an 6 kişilik hücrelerde kalıyoruz. Kitaplarımız, biliyorsundur, “örgüt yayınları” olduğu gerekçesiyle sergilenip basına gösterildi. Yanımızda sadece romanlar var, onları okuyoruz. Görüşlerimiz sürüyor. Ailelere çeşitli zorluklar çıkarıyorlar, gelen eşyaların bazılarını vermiyorlar.

En büyük düşüncemiz diğer arkadaşlar. Özellikle F tiplerindeki arkadaşlarımızın yaşadıkları... Ama tüm bunları Ölüm Orucu eyleminin gücüyle çözeceğiz. Bedeller daha da ağırlaşacak. Ne var ki, zulmün önünde durmanın, ona geçit vermemenin başka bir yolu yok. Bu yanıyla da, cumhuriyet tarihinin en vahşi ve sayıca en fazla devrimci katliamı olacak. Ve bu da, cezaevinde yaşanması bakımından farklı bir yan taşıyacak.

Sevgili ...,

Diğer cezaevlerine gidiyor musun, bilmiyorum. Ya da giden arkadaşlar var mı? Bu tür ziyaretler önem taşıyor. Özellikle F tiplerine yönelik ziyaretlerin taşıdığı önem açık. Gerçi soyadı zorunluluğu var, ama bunu zorlamak gerekiyor. Özellikle avukatların heyet halinde girişimi ve doktorların bir süredir yaptıkları açıklamalar, kendi cephelerinden anlamlı ve tutarlı bir duruş. Ve bunların devam ettirilmesi oldukça önemli.

Dostların selamları var. Hepimiz iyiyiz. Kendine iyi bak.

Devrimci selamlarımla...

Gülcan Öztürk



TKİP davası tutsağı/
Ölüm Orucu direnişçisi Muharrem Kurşun:

“Çok bedel ödedik, daha da ödeyeceğiz...
Ama tarihte hiçbir zafer bedelsiz kazanılmamıştır...”

Sevgili yoldaşlar...

Elim hala kalem tutuyorken, sizleri bir kez daha direnişimizin ruhuyla kucaklamak istedim. Zafere hücre hücre yürüyoruz. Suskunluk fesadına, saldırılara, bütün içinde adı bile anılmayacak ihanetlere rağmen dünden daha kararlıyız. Kazanacağız! Hücreler bizlerin yıkması için yapıldı, onları yıkacağız!

Bir yerde kısa bir öykü okumuştum, yıllar önce. Afrikalı bir öykücü yazmıştı sanırım. Kartalı daha yavruyken yakalayıp, tavuk kümesine atmışlar. Kartal büyümüş, heybetli bir hal almış ama, kendini tavuk sandığı için o koca kanatlarını açıp uçmuyor, tavuklar gibi çer çöpte yemliyormuş. Günün birinde, öykü bu ya, bilge biri bunu görüyor. Sahibine “Bu kartalın işi ne burda?” diye soruyor. “O kendini tavuk sanıyor” diyor kümesin sahibi. Uçurumun başına götürüp onu uçurmasını söylüyor bilge kişi. Sahibi olmazlanıyor ama, sonra, uçmaz ama deneyelim, diyor.
Uçurumun başına geliyorlar. Kartalı bir zorluyorlar, uçmuyor. Bir daha zorluyorlar, uçmuyor. Sonra uçurumdan aşağı bırakıyorlar. Kartal koca kanatlarını açıp (açmazsa çakılacak yere) uçmaya başlıyor. Gökyüzüne doğru yükseliyor, tüm heybetiyle. Bilge kişi, o her ne kadar kendini tavuk görse de kartal yüreğine sahip, diyor.

Böyle bir içerikteydi öykü. Bugün işçi sınıfı ve emekçiler de tıpkı öyküdeki kartal gibiler, bir yerde tavukla aynı kaderi paylaşıyorlar. Ama işçi sınıfı, verili durumuna rağmen kartal yüreğine sahiptir. Birileri, bir güç, sınıfa sahip olduğu yüreği gösterecek; bu yürekle nasıl göğü fethedebileceğini gösterecek. Bu güç partimizden başkası değildir. Bu, partimize ve tüm yoldaşlarımıza büyük bir misyon yüklüyor; bu öncülük, önderlik misyonudur. Bu misyonun bilinciyle hareket edip, hakkını vermek zorundayız.

Evet, dışarıda bugün için tam bir suskunluk fesadı var. Gözle görülür bir sinmişlik, geri çekilme var. Bunlar birer olgu. Ama bu olgular bizim için sadece şu anki nesnel durumun ifadesi. Yani müdahale edeceğimiz, değiştireceğimiz bir nesnellik bu. Karamsarlık, umutsuzluk, kendi misyonunu unutmak, bir komünistin yakınına bile uğramaz, uğramamalı. Umudun kendisi umutsuz olamaz.

Çok bedel ödedik, daha da ödeyeceğiz... Ama tarihte hiçbir zafer bedelsiz kazanılmamıştır. 1914’de Bolşevikler emperyalist savaşa karşı propaganda yürüttüklerinde, yığınlar tarafından dinlenilmemeleri bir yana, “vatan haini” gibi argümanların afyonuyla bizzat işçi ve emekçiler tarafından linç ediliyorlardı. Ama çok değil, üç yıl sonra, o isimsiz kahramanların emekleri meyvesini, tarih yaratan bir devrim olarak verdi. Yinelemek gerekirse, aslolan misyonumuzun bilincinde olmaktır. O zaman bedel tereddütsüzce ödenir. Ve ‘98 Kasım başından beri bu konuda tereddütsüzüz. Çünkü artık parti var. Misyon bilinci parti bilincinden geçiyor, partili olmaya layık olmaktan geçiyor.

Ayrıca sürece bütünden baktığımızda, karamsar olmanın ne denli yanlış olduğunu görüyoruz. Geçen mektupta da söz etmiştim, işçi sınıfına ve emekçilere yönelik saldırı, bu yıl, geçen yıla oranla çok daha şiddetli olacak. Şimdiden başlamış, tüm şiddetiyle sürüyor zaten. Kartal uçurumun kenarında değil artık, düpedüz aşağıya itilmiş düşüyor. Kanatlarını açmazsa, yere çakılacak. Tam da taşıdığı yüreğin bir kartal yüreği olduğunun ayırdına varma evresinde. İşçi sınıfına yüreğini göstermeliyiz, kanatlarını açtığında ne muhteşem bir güce sahip olduğunu görecektir.

Dünya ölçeğinde ise “küresel uyanış” sürüyor. ABD’de yeni başkanı protestolarla karşıladılar. Elbette Bush’un yerine koydukları sosyalizm değil henüz. Ama bu, yapılan protestonun önemsizliği anlamına gelmiyor. Bu bir uyanış evresi henüz. “Yeni dünya düzeni”nin yaldızları çok çabuk döküldü. Açlık ve sefalet ne yaldız tanıyor, ne de korku...

Öte yandan, ”ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!” sloganındaki ikilemi hiçbir zaman gözardı etmemek gerekir. Açlık, yoksulluk, sefalet arttıkça, buna paralel artan hırsızlık, fuhuş, kültürel kokuşmuşluk vb. gibi çöküş emareleri, bu sloganın ne denli doğru ve özünde teorik bir açılımın özeti olduğunu gösteriyor. Yani açlık ve sefalet kendiliğiden sosyalist bilinç uyandırmıyor. Pekala yozlaştırabiliyor da. Burada yine öncünün misyonu bir kez daha belirgin bir biçimde öne çıkıyor.

Sözün kısası yoldaşlar, partimiz kendisine düşen misyonun bilincindedir. Programımızı göndere çekerek bunu dosta düşmana gösterdi. Her partili de bunun bilincinde olmak zorundadır. Böylesi koşullarda ne karamsarlığa, ne de atalete yer vardır. Öyleki “yoruldum” fiili, cümlelerimizden öte durmalıdır. İnanıyorum ki partili olmanın onurunu taşıyan ve buna layık olan her yoldaş böyle yapıyordur.

Benim değil sadece, bizlerin burada morali çok yüksek, coşkuluyuz. Çankırı’da operasyon sırasında halaya durmuştuk. Halay başı 26 Eylül 1999’da Ulucanlara uzanıyordu, Habipler, Ümitler, İsmetler, Önderler, Zaferler hep oradaydı. Halayımız sürüyor... Aramıza örülü duvarlar mı?... Yürekten ve çelikten halaya hangi kalın duvarın hükmü geçebilir ki! Hangi demir kapı engelleyebilir halayımızı?

Ve biliyorum ki Habip zafer günü gözlerimden öpecek. İşte bunun için çok sabırsızlanıyorum. Ve biliyoruz ki zafer yeni şehitlerle kazanılacak. Hala sesimiz gür: Biz hazırız! Sesimiz partimizle böylesine gür çıkıyor. Siz yoldaşlarımın sesini de aynı gürlükte duyuyorum. Daha önce de söyledim, bir kez daha söyleyeyim; sizleri çok seviyorum, hepinizi kucaklıyor, gözlerinizden öpüyorum.

Daha uzun yazardım ya, inanmayacaksınız belki ama azımsanmayacak iş çıkıyor. Normalde kolaylıkla üstesinden gelinecek işler belki, ama 95. gününde biraz uğraştırıyor işte ! Bedenim, moralim kadar iyi sayılmaz! Neyse... Kısa tutmamın nedenini açıklayayım dedim sadece.

Hepinizi zafer coşkusuyla kucaklayıp, öpüyorum.

Hoşçakalın...

Muharrem
22 Ocak 2001



TKİP davası tutsağı/
Ölüm Orucu direnişçisi Haydar Baran:

“Yüreğimiz kıpır kıpır; umudun, inancın, direncin manifestosu olmaktan gurur duyuyoruz...”

Merhaba,

Günler yeni şehitlere gebe. Şehitlerimizle aşacağız çürümüş düzenin ördüğü barikatları. Boşuna değildi ta başından itibaren zaferi şehitlerimizle kazanacağımızı ilan etmemiz. Ölümsüzleşenler kervanına katılan her yürek zaferimizi daha da yakınlaştıracak.

Kışı, bahara çevireceğimiz, karanlığı yırtacak zafer günümüz yaklaşıyor. ÖO direnişimiz niteliğinden hiçbir şey yitirmeksizin, yeni katılımlarla daha da güçlenerek, zafere doğru ilerliyor. 100. günlere doğru koşuyor.

Devrimci inancın ürünü kararlılığımızın karşı devirimin ablukasını, hücre karşıtı mücadele önünde ördüğü barikatları parçalayacağı, hücre karşıtı mücadelenin dışarı ayağını canlandıracağı günler yaklaşıyor.

Eylemimize kara çalmaya, üzerinde şaibe yaratmaya yönelik demogojik söylemleri, ölümsüzleşen bedenlerimizle paramparça edeceğimiz günler, haramilerin söylediklerinin altında kalacağı günler yaklaşıyor.

Düzenin çürümüşlüğünü bir kez daha orta yere sereceğimiz, onu rezil rüsva edeceğimiz günler yaklaşıyor. Direnerek kazanma bilincinin zindanları aşarak işçi sınıfı ve emekçilere yansıyacağı, sınıf ve kitle hareketini moral ve motivasyon olarak güçlendireceği, devrimci politik önderliğe duyulan güven ve ilginin artacağı günler yaklaşıyor.

Devrim umudunun yok edilemeyeceğini, ulusal hak ve özgürlüklerin ancak mücadeleyle kazanılacağını göstereceğimiz, teslimiyetçiliğe ve tasfiyeciliğe sert bir tokat vuracağımız günler yaklaşıyor.

Yüreğimiz kıpır kıpır; umudun, inancın, direncin manifestosu olmaktan gurur duyuyoruz.

Tarihe devrimci dipnot düşeceğimiz böylesine tarihsel bir sürecin öznesi olmaktan, tarihsel sorumluluğu omuzlamaktan gurur duyuyoruz.

Yüreğimizi ısıtan direniş ateşinin sıcaklığıyla, kazanacağımıza olan sarsılmaz inancımızla hepinizi özlemle kucaklıyor, öpüyorum.

Haydar Baran
Direnişimizin 98. günü

25 Ocak 2001