İş güvenliği yoksa üretim de yok! şiarı Türk-İşin İzmirdeki binasına, Liman-İş ile BTS sendikalarının pencerelerine astıkları pankartlarda yer alıyor. Önce iş güvenliği! ise EBSOnun (Ege Bölgesi Sanayi Odası) astığı pankartta!
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyanın Türkiye iş tarihinde devrim olarak sunduğu İş Güvenliği Yasa Tasarısına patronlar tepki gösterirken, sendika ağaları yürekten destekleyerek bir an önce yasanın çıkarılmasını istiyorlar.
Geçtiğimiz günlerde Türk-İş Başkanlar Kurulu İzmirde toplandı. Tesadüf bu ya, Yaşar Okuyan da İzmire gelmişti. Türk-İşin Başkanlar Kurulunun yaptığı toplantıdan çıka çıka, B. Meral ile Y. Okuyanın elele vererek yaptıkları bir basın açıklaması çıktı. Bu açıklamada ülkenin bulunduğu duruma değinilerek, EBSOnun tutumuna ve bitmeyen isteklerine yönelik eleştiriler yöneltildi. B. Meral bazı namuslu sanayicilerin olduğunu belirterek, bunun dışındaki Egeli sanayicilere gök kubbeyi başlarına yıkarız diyerek, sözde tehditler savurdu.
Sermaye devletinin işçi sınıfının yüz yıllık kazanımlarına göz diktiği, devrimci tutsaklar şahsında toplumun direnme ve mücadele etme isteğinin teslim alınmak istendiği, kanlı katliama rağmen devrimcilerin hayranlık verici ölümüne direniş sergilediği bir süreci yaşadık. İşçi sınıfı bu saldırılara belirli kesimler dışında ne yazık ki seyirci kaldı. İstikrar programı adı altında sürdürülen bu azgın saldırılarla sadece elde avuçta ne varsa alınmıyor, aynı zamanda emeğin, insanlığın geleceği adına ne varsa emperyalistlere peşkeş çekiliyor, hücrelerle yaşam alanı daraltılıyor.
Ama bütün bu saldırı ve hak gasplarına rağmen ne sermaye soluklanabiliyor, ne de ekonomi düzlüğe çıkabiliyor. Ne işçinin iş güvenliği sağlanabiliyor, ne de işyeri güvenliği! Çünkü bütün bu sorunlar kapitalist sistemin doğasından kaynaklanıyor.
Son dönemde İzmirdeki birçok fabrikada Ege Seramik, Pınar Et, Ege Endüstri, Bayraklı Boya, DYO, BMC, HABAŞ, PETKİM, Çiğli Organize ve çevredeki irili ufaklı birçok fabrikada, toplu çıkışlar, sözleşmeli-geçici-taşeron işçilerin işine son verme, mecburi emeklilik dayatmaları, ücret ve mesai paralarını geç ödeme, üretim yapmama vb. uygulamalar yaşandı, yaşanıyor. Fabrikalarda yaşanan bu saldırılara karşı (HABAŞ işçileri dışında) tam bir sessizlik, ama alttan alta biriken bir öfke ve tepki sözkonusu.
Sermayenin saldırıları topyekûndur. Tabanın mücadele etme isteğini dizginlemekten başka bir işe yaramayan İzmir Emek Platfomunun bu saldırılara karşı bir şey yapma gibi bir derdi yok. Artık bu mücadele ölüm-kalım mücadelesidir. Görev mücadeleci sendikacıların, sınıfın bilinçli işçilerinin, devrimcilerin, komünistlerin omuzlarında yükseliyor. Fabrikalardan başlayarak adım adım yükselecek platformlar aracılığıyla bu sürece cevap verebiliriz.
Adana Seyhan Belediyesinde 64 işçi işten çıkartıldı. İşten çıkartılan işçiler Seyhan Kültür Merkezi önünde günlerce aileleriyle birlikte oturma eylemi yaparak işlerine geri dönmek istediler. Aileleriyle birlikte gözaltına alındılar. Çeşitli sendika ve kitle örgütleri belediye işçilerinin bu haklı eylemlerine destek vererek kamuoyu oluşturdular. Genel-iş 2 Nolu Şube bu basınçla 1 günlük iş bırakma kararı aldı. Ancak eylem gerçekleştirilemedi. Belediye başkanıyla sendika bir anlaşma yaparak, çıkartılan işçilerin bir kısmının aybaşından sonra geri alınacağını açıkladılar.
1994 yılında çıkartılan bir yasayla KİTlere ve belediyelere kadrolu işçi alımı Başbakanlığa bağlanmıştı. Bu yasayla KİTlerde kadrolu işçi sayısı düşürülerek, taşeronlaştırma daha bir hızlandı. Seyhan Belediyesinde de bugün 850 geçici işçi, 800e yakın kadrolu işçi, 1000e yakın taşeron işçi çalışıyor. Geçici işçilerin işine keyfi bir şekilde son vermek isteyen belediye başkanı, böylece taşeronların kârlarına kâr katmayı amaçlamaktadır.
Geçici işçilerin keyfi olarak işten çıkartılmalarını bir yana koyalım. Kadrolu işçilere iş güvencesi sağlayan hiçbir yasa yok ortada. İşveren istediği işçinin istediği zaman kıdemini, ihbarını vererek işine son verebilmektedir. Böylesi bir uygulamaya karşı sendikaların hiçbir çabası bulunmamaktadır. Bu saldırının önünü kesecek hiçbir ciddi çalışmaları da yoktur. Yine, özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırılarının sonucunda, sendikalı işçi sayısı her geçen gün azalmakta, buna karşın sendikaların kılı kıpırdamamaktadır.
Türkiye genelinde sendika bürokrasisinin durumu dikkate alındığında, Seyhan Belediyesinde de sendikanın durumunu ve tutumunu daha iyi anlayabiliriz. İşten atılan 64 işçinin işe alınması amacıyla Mart ayında başlayacak sözleşmenin 2. yılında uygulanacak olan %42 ücret artışı, işçilerin hiçbirinin onayı alınmadan, sendika ve belediye başkanı arasında ve kapalı kapılar arkasında varılan anlaşmayla ilk 6 ay için %21, ikinci 6 ay için ise %21 olarak belirlenmiştir. Alım gücünün her ay düştüğü de dikkate alındığında, alacakları ücretin %50si işçilerden çalınmıştır.
Gerçekleşemeyen iş bırakma eyleminde sendika yönetici ve temsilcileri viziteye çıkarak rapor almıştır. Sendikanın bu vb. uygulamaları, işçilerde ciddi bir güven yitimine neden olmuştur. Dolayısıyla, iş bırakma eyleminin yapılacağı gün temizlik işçilerinin ileri sürülmesi karşısında işçilerin tutumu doğal karşılanmalıdır.
Belediye başkanının saldırısı ve sendika yönetiminin tutumu dikkate alındığında, işçilerin tutumu ne olmalıdır? Bir kenara çekilip gelişmelere seyirci kalmak mı? Herhalde değil. Yapılması gereken; sendika yönetimini tabandan zorlayarak, sendikayı harekete geçirecek ve işlevli hale getirecek bir çalışma içerisine girmektir. Bunu gerçekleştirecek güç ve birikime belediye işçileri potansiyel olarak sahiptir. Sorun bunu harekete geçirebilmektedir. Tabanda oluşturulacak işyeri komitelerinin aciliyeti ve önemi burada kendini göstermektedir. Kendi sorunlarının çözümü ekseninde örgütlenecek bu oluşum, gelişmelerin önünü açacaktır.
İşçiler kaderini başkalarının eline bırakmaya artık bir son vermeli, kendisine yöneltilen saldırılar karşısında inisiyatifi ele almalıdır. Başarısızlıklara ve yenilgilere son vermenin, her türlü ihanetin üstesinden gelmenin bundan başka bir yolu yoktur.