ARSIVANA SAYFA
 
20 Ocak '01
SAYI: 03
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Ölüm Orucun Direnişi emekçilerin mücadelesine yol gösteriyor!
Direniş ruhunu alanlara taşıyarak saldırıları püskürtelim!
"Omuzlarımızdaki tarihsel yükün gereğini yerine getirmek boynumuzun borcudur"
Tıbbi müdahale işkencesi
Saldırının hedefi şimdi de avukatlar
Faaliyetlerimizden
Kamu emekçileri hareketi
Sınıf hareketi
Bor madenleri özelleştirme yağmasına açılıyor
"Yolsuzlukla mücadele" ya da sermayenin yalan kampanyası
Reformizmin direniş cephesine büyük ihaneti
Katliama utangaç destek
Katliam ve direniş/3
"Devrimin bekçileri"
Luxemburg ve Liebknecht için Berlin'de görkemli anma törenleri
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/3
Ölüm Orucu direnişçileri anlatıyor
Direniş sürüyor
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Tıbbi müdahale işkencesi

19 Aralık’ta gerçekleştirilen katliam operasyonunda 30 aşkın devrimci tutsak katledildi, yüzlercesi yaralandı. Ardından hastanelerde ve F tiplerinde işkenceler devam etti. Operasyonun ardından gerçekleşen F tipine sevkler ile, operasyonun gerçek amacı anlaşılmış oldu.

Devlet, fiziki terör, karalama ve yalanlarla gerçekleştirdiği operasyon ile cezaevlerini boşaltmış olmasına ve F tipi cezaevlerini fiilen hayata geçirmesine rağmen, içerideki direnişi kıramadığı gibi, daha da büyümesine ve yayılmasına yolaçtı. Direnişin devam etmesi, Türkiye ve dünya ilerici kamuoyunda hayranlık uyandırdı. Bu direnişin gücündendir ki, acz içinde kalan devlet, tutsakları yalnızlaştırmak için, dışarının tepkisini ortadan kaldırmak amacıyla azgınca saldırdı. Faşist terörün ürünü gözaltı-tutuklama-yasaklar ile bunu belli oranlarda da başardı. Tecrit koşulları ile tutsakların dışarısıyla bağını kopardığını düşünen devlet, direnişin güçlenerek büyümesi karşısında bu kez yeni suçluları da bulmuş oldu: “Aileler ve avukatlar”!

Devlet çeşitli yalan ya da gerekçelerle direnişi karalaya dursun, zindanlarda gördüğü ancak bir türlü kabullenemediği kahredici gerçek “devrimci irade ve kararlılık” idi.

Devlet, direniş karşısında yaşadığı çaresizlikle eylemi kırmanın yolu olarak bu kez zorla tıbbi müdahaleyi görüyordu. Ölüm Orucu’ndakilere müdahale gerekçesi ile gerçekleştirilen birinci “hayata dönüş” operasyonu ile 32 insan katledilmişti. Operasyonun ardından da ikinci müdahalenin hazırlıklarını son hızla tamamladı. İlk olarak toplumsal bilincin yalan haber ve demagojilerle bulandırılması gerekiyordu. Ölüm Orucu’nun örgüt baskısı ile sürdürüldüğü yalanı, direnişin hücrelerde artarak devam etmesinin ardından parçalandı. Devreye yeniden operasyona alkış tutan köşe yazarları ve aydınlar girdiler. Ve hümanizm edebiyatıyla ölüm orucu ile intiharı aynı kefeye koymaya çalıştılar. Tüm bu tartışmaların içerisinde meslek onuruna sahip çıkan ve tıbbi müdahalenin meslek etiğine aykırı olduğunu belirten TTB, saldırının hedefi haline getirildi. Hakkında karalama başlatıldı. Görevi insanları yaşatmak olması gereken hekimleri ölümü savunmakla suçladılar, tüm katliam destekçileri.

Bugüne kadar Ölüm Orucu’nda olan onlarca devrimci tutsak tedavi için birkaç kez hastaneye götürülmüş ve bilinçleri açık olup tedavinin reddedilmesi sonucunda tekrar geriye cezaevine getirilmiştir. Bazı tutsaklar ise halen hastanelerde tutulmaktalar, muhtemeldir ki bunlara zaman zaman zorla müdahale işkencesi uygulanmaktadır.

Ancak Çanakkale Cezaevi’nden Kütahya’ya sevkedilen Semra Askeri’nin durumu, olayın ciddiyetini göstermektedir. Semra Askeri’ye bilincinin kapanmasının ardından zorla müdahale edilmiş, fakat bilincinin yerine gelmesiyle birlikte serumu çıkarıp atmış ve bu işlem birkaç kez tekrarlanmıştır. Semra Askeri şu an hafıza yitimi yaşamış durumda ve hayatının belli bir evresinden sonrasını hatırlamamaktadır. Böylelikle içerideki direnişi kıramayan devlet, tıbbi müdahale yoluyla, Ölüm Orucu’nu bitirmeyi hedeflediği gibi sakat bırakmaya da çalışmaktadır. Tüm bu müdahaleler ise, başlı başına tutsaklar için işkence niteliği taşımaktadır.

Tıbbi müdahale konusundaki kritik noktalardan birini ise ailelerin tutumu oluşturmaktadır. Devrimci tutsakların kararlılığıyla başa çıkamayan devlet, müdahale için ailelere müdahaleye izin veren belgeler imzalatmaktadır. Örneğin Sincan F Tipi cezaevinde bulunan Tuncer Karakaya’nın babası Torun Karakaya’nın imzaladığı belge sonucu, Tuncer Karakaya’ya zorla müdahale edilmeye çalışılmış ve kabul etmeyip direndiği için işkenceye maruz kalmıştır. Bu süreçte tutsak ailelerinin bu konuda da uyanık davranıp devletin bu oyunlarını boşa çıkarması gerekmektedir.

Devrimci tutsaklar, zindanlarda, ölümüne-sakat kalma pahasına da olsa direnecek ve teslim olmayacaklardır. Ancak sürekli belirttiğimiz gibi, ödenecek bedelleri azaltmak, dışarısının, işçi-emekçilerin, devrimcilerin, tutsak yakınlarının elindedir.

Devrimci tutsakların Ölüm Orucu Direnişi’ne başlarken ortaya koydukları talepler geçerliliğini aynen koruyor. Yanısıra katliamın hesabının sorulması ve sorumluların yargılanması da bunlara eklenmiş bulunuyor. Bu durumun yarattığı sorumluluğa uygun hareket etmek ailelerin ve emekçilerin temel bir görevidir.





İstanbul Tabip Odası İnsan Hakları Kolu üyesi
İlhan Ak ile görüştük...

Hekimler belli bir politik tercihe göre baskı altına alınmak isteniyor

- Cezaevlerinde gerçekleştirilen müdahale sonrası tutuklu ve hükümlülerin, özellikle Ölüm Orucu’nda olanların, sağlık durumlarına ilişkin edindiğiniz bilgiler nelerdir?

İlhan Ak: Bu soru iki açıdan düşünülmeli. Birincisi, devam eden AG ve ÖO açısından; mevcut bilgiler bize bu açıdan son derece riskli günler içerisinde olunduğunu gösteriyor. Kalıcı sağlık sorunları veya ölüm riskinin mevcut olduğu günlere ulaşılmış durumdadır. İkincisi; tutuklu ve hükümlülerin, AG ve ÖO eylemi yapanlarda daha fazla olmak üzere, oluşan travmalardan etkilenmeleri açısından. Gerek TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyesi Mehmet Bekaroğlu’nun açıklamalarından, gerek son süreçte cezaevleri şartlarında tutuklu ve hükümlüleri görebilen Tabip Odaları yetkilileri veya avukatlardan ulaşan bilgiler gaz zehirlenmesi, yanıklar ve çeşitli travmalar sonucu oluşan yara-bere-kırık gibi sağlık sorunları olduğu yönünde. Tutuklu ve hükümlülerin çeşitli hastanelerde gerçekleşen tıbbi takiplerinde de benzer veriler oluşmuş durumda.

Bu tablo içinde öne çıkan sorunlar özellikle operasyonda kullanılan gazın ne gazı olduğunun tespit edilip uygun tıbbi takibin gerçekleşememesi, travma etkilerinin tıbben tam olarak takip edilememesi ve gene bu travmatik hasarların zamanında ve uygun biçimde adli rapor düzenlenmek suretiyle tespit edilememesidir. Hepsinin üzerine F tipi cezaevleriyle ilgili kamuoyunda ve hükümet/bakanlık tarafından da kabul edilmiş olan kaygıları eklemek gerekir. F tipi cezaevlerinde herhangi bir fiziki-teknik değişiklik oluşmadığına göre, tutuklu ve hükümlülerin şartları ve hukuki sorunları bir değişikliğe uğramadığına göre, sorun yaşanır halde devam etmektedir. Tek fark bir cezaevi operasyonu yaşanmasıdır. Cezaevleri, daha önce açıklandığı gibi demokratik kitle örgütlerinin ve kamuoyunun denetim ve katkıları ile, sağlık sorunları ve ölümlere tanıklık eden mekanlar olmaktan kurtarılmalıdır.

- “Hayata dönüş” operasyonundan sonra direnişe devam eden tutuklulara yönelik ikinci bir operasyon anlamına gelen zorla tıbbi müdahale hakkında ne düşünüyorsunuz?

İlhan Ak: Tıbbi müdahaleye bakışımız meslek örgütümüzün defalarca ifade ettiği üzere, bütünüyle hekimlik ilke ve değerleri ışığında davranmaktan kaynaklı bir tutumdur. Bu tutum cezaevi operasyonu öncesinde neyse şimdi de odur. Bu tutumun, evrensel ölçütlerle belirlendiği ve Dünya Tabipler Birliği’nin insanlık ve hekimlik tarihi içerisinde oluşturduğu rafine sonuçlar olduğu düşünülürse, başka bir koşul ve başka bir ülkede de aynı ile geçerlidir.

Hekim, kendinden hekimlik talep eden ve kişinin rızasıyla gerekli müdahaleyi gerçekleştirmek suretiyle hastasının hayatını ve sağlığını koruyan-geliştiren kişidir. Eğer kişinin hekimlik anlayışı zorla beslemekten yana ve hastanın irade beyanı buna engel ise, hekim hastasını bir meslektaşına devretmelidir. Uluslararası belgeler hekimlere bunu öğütlemektedir. Hekim üçüncü taraflarca hekimlik değerleri dışında başka politik ve idari olguların tarafı veya mağduru haline getirilmemelidir.

Böylesine tartışmalı ve çeşitli görüşlerin taraftar bulduğu bir sorunda hekimler kendileri, kendi vicdanları ve mesleklerinin her boyutuyla temsil edildiği ulusal ve uluslararası meslek örgütleri ile çözüme ulaşmalıdır. Bazı iddialarda düşünüldüğü gibi, meslek örgütleri baskı unsuru üçüncü taraf olarak düşünülemez. Bu insanlığın ve hekimliğin bütün tarihsel seyri ve oluşturduğu değerleri bilmemek veya yok saymak anlamına gelir.

- Resmi ağızlarca basına yansıyan TTB’ye yönelik saldırılar sizce neden kaynaklanıyor?

İlhan Ak: Bilgisizliğe bağlıyorum. TTB, ancak iyi hekimlik yapmamak, etik değerleri bilmemek/korumamak, meslektaşlarına ve meslek ilkelerine sahip çıkmamak tüm boyutları ile halk sağlığına sahip çıkmamak ve tüm bunları kendini tarif eden özerkliği içinde yapmamak gibi nedenlerle eleştirilebilir. Ve ancak böylesine kaygılar ve argümanlar üzerinden oluşturulan eleştiriler, ülkemiz ve halkımıza olumlu sonuçlar geliştirebilecek doğruluklara hizmet eder.

Hekimler ve meslek örgütleri bir politik tartışmanın öznesi haline getirilmek isteniyor. Elbette bu istek bir politik tercih ve bu tercihin uygulanabilir kılınması adına yapılıyor.