ARSIVANA SAYFA
 
20 Ocak '01
SAYI: 03
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Ölüm Orucun Direnişi emekçilerin mücadelesine yol gösteriyor!
Direniş ruhunu alanlara taşıyarak saldırıları püskürtelim!
"Omuzlarımızdaki tarihsel yükün gereğini yerine getirmek boynumuzun borcudur"
Tıbbi müdahale işkencesi
Saldırının hedefi şimdi de avukatlar
Faaliyetlerimizden
Kamu emekçileri hareketi
Sınıf hareketi
Bor madenleri özelleştirme yağmasına açılıyor
"Yolsuzlukla mücadele" ya da sermayenin yalan kampanyası
Reformizmin direniş cephesine büyük ihaneti
Katliama utangaç destek
Katliam ve direniş/3
"Devrimin bekçileri"
Luxemburg ve Liebknecht için Berlin'de görkemli anma törenleri
Tutsak temsilcileri ile heyetler arasında yapılan görüşmeler/3
Ölüm Orucu direnişçileri anlatıyor
Direniş sürüyor
Mücadele Postası


Bu sayının
PDF formatını download
etmek için tıklayın



 
 

Faşist rejim dizginsiz bir baskı ve terörle ilerici muhalefeti boğmaya çalışıyor...

Direniş ruhunu alanlara taşıyarak
saldırıları püskürtelim!


19 Aralık katliamının ardından sermaye devleti, zindanlarda ve dışarıda pervasız saldırılarına devam ediyor. Dışarıdaki saldırının boyutu, saldırının asıl amacının toplumsal muhalefeti teslim almak olduğu yönündeki tespitlerin ne denli isabetli olduğunu gösteriyor.

Ulucanlar katliamından bu yana devletin hayata geçirmek için somut adımlar attığı F tipi projesi, devrimci tutsakların başlattığı Ölüm Orucu Direnişi’ne çarpmıştı. Bu kararlı direnişin dışarıdaki toplumsal muhalefeti geliştirici etkisi somut olarak ortaya çıkmıştı. Hücre karşıtı muhalefet kitleselleşmeye başlamış, ilerici kesimler eylemlilik sürecine dahil olurken, direniş tüm kamuoyunun gündemine oturmuştu. Devrimcilerin ve onların taleplerinin toplumun gündemine girmesi, dahası saflaşma yaratması, devrimcilerin buradaki özne olma gücü, saldırının başladığı evreyle karşılaştırılamayacak bir düzeye ulaştı.

Bu gelişme, toplumsal muhalefete, onun en ileri temsilcisi olan devrimci harekete karşı bir imha ve tasfiye operasyonu planlayan sermaye devletinin katliamcı yüzünü göstermesi için ciddi sebeplerden biriydi. Direnişin dışarıdaki muhalefet hareketine verdiği güç ve moral sermaye devleti tarafından çok iyi görülebiliyordu. İşçi ve emekçilere yönelik yıkım saldırısının hayata geçirilebilmesi için öncelikle yapılması gerekenin F tipi hücreleri hayata geçirmek olduğunu bizzat kendileri itiraf etmişlerdi. İçerdeki direniş ruhunun işçi-emekçi hareketiyle birleşmesi onlar için en büyük tehlikeydi ve bu sürecin önü açılmıştı. Bunun önünü kesmenin onun için tek yolu, zindanlara katliam, dışarıda ise katliamın verdiği gözdağı ile birleştirilmiş baskı ve terör uygulamaktı.

Demokratikleşme hayalleriyle kendilerini aldatanların şaşkın bakışları arasında 19 Aralık katliamı gerçekleştirildi. Buna dışarıda ilerici muhalefete yönelen azgın ve sınırsız terör eşlik etti. Sorunun sadece F tipi uygulamasında geri adım atmak olmadığı, çatışmanın devletle devrimciler arasındaki bir çatışmadan ibaret olmadığı, aynı zamanda toplumsal muhalefeti hedeflediği tüm açıklığıyla ortaya çıktı. Sorunun toplumsal muhalefetin en dirençli halkasına saldırıp, onun nezdinde bütün toplumu sindirmek ve teslim almak olduğu bir kez daha görüldü.

Zindanlarda aleni katliam,
dışarıda dizginsiz baskı ve terör

19 Aralık katliamı Türkiye gibi devletin katliamcı geleneğinin güçlü olduğu bir ülke için çok şaşırtıcı değildir. Ölümüne bir kararlılıkla süren zindan direnişinin dışarıda güçlü bir yankı yaratması, ilerici muhalefete büyük bir güç, moral ve cesaret aşılaması karşısında, katliam, devlet cephesinden kazanmak için son çare, gerçekte aczin bir ürünü olmuştur. Dolayısıyla dışarıya yönelen pervasız baskı ve terörün de şaşırtıcı bir yanı yoktur. Devlet yalnızca katliamı ve hücrelerde süren işkenceleri değil, dışarıya dönük saldırıları da o denli kaba ve pervasız bir tarzda gerçekleştirmektedir ki, emrindeki medya ordusuna rağmen yaptıklarına meşruiyet kılıfı geçirmeyi başaramamaktadır. Kuşkusuz bu onun için önemli olmakla birlikte, sorun faşist rejim için meşruiyet sağlamanın ötesinde hayati bir öneme sahiptir. Bunun içindir ki, içerde ve dışarda sergilenen kaba ve pervasız tutumun gerisinde aynı zamanda, ezme mesajını en sert tarzda ortaya koyma mantığı vardır. Boyun eğmeyenlerin, sindirilemeyenlerin acımasızca, kuralsızca ezileceği, gerektiğinde vahşi katilamlardan geçirileceği mesajıdır bu. Binlerce gözaltı, yüzlerce hukuksuz tutuklama, kapatılan demokratik kurumlar, İHD şubelerine saldırılar, tutuklanan yasal parti yöneticileri... F tipi cezaevlerine karşı çıkan herkesin, hatta binlerce üyesi olan meslek kuruluşlarının topun ağzına konulması... En küçük bir demokratik tepkinin vahşi bir polis saldırısıyla yanıtlanması... Avukatların saldırı hedefi haline getirilmesi... 32 tutsağın katledildiği operasyona rağmen F tiplerinde süren işkenceler... Bütün bunlar büyük bir pervasızlıkla ve hiç de inandırıcı olma ihtiyacı duyulmayan kaba yalanlar eşliğinde yapılıyor. Peki hesaplanan nedir?

1- Direniş işkence, sessiz katliamlar ve tecritle kırılacak, tutsaklar hücrelerde tutulacak.
2- Katliamın yarattığı gözdağı ve onu izleyen terörle Ölüm Orucu’na destek veren veya F tipine muhalefet gösteren demokratik kitle örgütleri ve yasal partiler sindirilecek. Ayak direyenler sürekli baskı altına alınıp etkinlik alanları kısıtlanacak.
3- Yaratılan terör ortamında zindanlara yönelik her türlü eyleme alanlar kapatılırken, Ankara KESK eyleminin en somut örneğini teşkil ettiği gibi, uygulanan terör bu sınırlarda kalamayacak, her türlü hak arama eyleminde kendini gösterecek. Böylece işçi ve emekçilerin alanlara çıkmasının önüne geçilecek.
4- Ölüm Orucu’nun sarsıcı etkisi ile harekete geçen, alanlara çıkan sallantılı ara güçler sindirilerek devrimci hareketin etkinlik alanı sınırlandırılacak.
5- Yıkılan moral değerler ve fiziki saldırı arkasından estirilecek sahte "demokratikleşme" rüzgarlarıyla devrimci harekette tasfiyeci dalgalanmalara yol açılacak.

Direnişin gücü katliamcıların
hesaplarını bozuyor

Zindanlardaki devrimci direnişi katliam yoluyla kırma ve bunun üzerinden toplumsal muhalefete gözdağı verme hesabı tutsakların görkemli direnişi ile daha baştan tuz-buz oldu. Katliam direnişi bitirmek bir yana, onun hızla yayılmasına sebep oldu. İçerdeki direnişi bitirmek için zorla tıbbi müdahale dışında devletin elinde bir silah kalmadı. Böyle bir durumda dışardaki toplumsal muhalefeti ezmek, direnişin dışardaki etkisini kırarak destek güçleri süreçten yalıtmak düzen için çok daha önemli hale geldi.

Ölüm Orucu'nun belli bir aşamasından sonra sürecin aktif bir parçası olan demokratik kitle örgütleri hızla saldırıdan nasiplerini aldılar. Aralarında binlerce üyeli meslek örgütlerinin de bulunduğu kurumlar Ölüm Orucu ve F tipi cezaevi konusundaki tavırlarını değiştirmeye zorlandılar. Holding medyasını da harekete geçiren devlet, önce zorla müdahaleye karşı çıktığı için Tabipler Odası’nı, sonra da Ölüm Oruçları’nı yaydığı iddiasıyla avukatları hedef gösterdi. Yargı-Sen ve TMMOB da baskılardan payını alırken, sürecin başından beri içinde olan İHD'nin birçok şubesi kapatıldı. Sermaye devleti böylece yasal demokratik kurumları bile çok rahat yasadışı ilan edeceği mesajını verdi. Bu kuruluşlara yönelen saldırıların ana eksenini fiziki saldırıdan çok yürütülen karalama kampanyası oluşturdu. Onları bu propagandalarla etkisizleştirmek, geri adım atmalarını sağlamak için yoğun bir kampanya yürütüldü. Bunun yeterli gelmediği noktada ise her zaman olduğu gibi baskı ve terör devreye sokuldu.

Tabipler Odası ve avukatlar bu saldırıya cepheden direniyorlar. İHD şube şube farklı tutumlar almakla birlikte, özellikle İstanbul, İzmir ve Ankara şubeleri üzerinden katliama karşı anlamlı bir tutum geliştirdi.

Devletin tüm baskı ve terörüne rağmen, kitle örgütleri istenilen hizaya çekilemedi. Ancak saldırının genel olarak tüm hak ve özgürlüklere yöneldiği bir aşamada bu örgütlülükler saldırıları püskürtme, birlikte bir mücadele hattı örmeyi başaramadılar. Legal reformist partiler ise kitle örgütleri kadar bile bir direnç ortaya koyamadılar. Devletin dişini göstermesiyle birlikte sokaklardan çekildiler.

Devletin toplumsal muhalefeti alanlardan atmak, yedek güçleri süreçten yalıtarak devrimcileri marjinalleştirmek hesabı katliamın ilk günlerinde boşa çıkarılsa da, ilerleyen günlerde daha da yoğunlaşan terörün etkisiyle belli bir başarı sağladı. Ancak F tiplerinde her türlü işkenceye ve teslim alma çabasına karşın süren direnişin yarattığı saygınlık, devrimcilerin kitlelerle buluşmasının olanaklarını fazlasıyla sunuyor. Katliam öncesi sürece göre kitlesellik olarak daha zayıf olsa da, kolluk güçlerinin yoğun şiddetine, yüzlerce gözaltı ve tutuklamaya rağmen kararlılık eylemleri gerçekleştiriliyor. Bu, içerdeki direniş sürdüğü ölçüde devletin bu başarısının geçici olacağının bir göstergesidir.

Dışarıda büyütülecek devrimci direniş ruhuyla
bu ablukayı dağıtılacak

Devletin zaten kısmi olan demokratik hak ve özgürlüklere yönelik topyekun saldırısı gerçekte ne denli büyük açmazlarla yüzyüze olduğunun, nasıl bir aczi yaşadığının somut bir göstergesidir. İMF patentli ekonomik programa karşı oluşan tepkilerin devrimci direniş ruhuyla birleşmesini engellemek, sermaye iktidarı açısından düne göre daha zor bir hale gelmiştir. İşçi ve emekçi kitleler yalnızca vahşi katliama değil, bunun karşısında ölümüne direnen devrimciler gerçeğine tanık olmuşlardır. Demokratik kitle örgütleri ve ilerici muhalefet, bugün kitlesel bir tutum geliştirmeyi başaramasalar da, yaşanan saflaşmada devrimcilerden yana tutum almışlardır. Bunlar direnişin en önemli kazanımlarıdır.

Devrimcilerin önünde duran öncelikli görev, şu an dağınıklık içinde bulunan toplumsal muhalefeti birleştirmeyi başarabilmek, direniş ruhunu yeniden kitlesel bir tarzda alanlara taşımaktır. Bugün her türlü hak ve özgürlüklerin savunulup geliştirilmesinin yolu, devletin cezaevi saldırısını püskürtmekten geçmektedir. Bunun yolu ise sürmekte olan Ölüm Orucu Direnişi'ne sahip çıkmaktan... Tüm güç, enerji ve çaba bugün buna kilitlenmek zorundadır.